Size yaşamış olduğum çok ayrı, binde bir kimsenin başına gelmiş olan ilginç bir olaydan bahsetmek istiyorum.
Annemin öldüğü yıl ve ölümünden 10 gün sonra. Atamam yeni yapılmış ve ben annemin öldüğüne üzülmek mi, işe girdiğime sevinmek mi, yoksa hiç bilmediğim bir memlekete, Erzurum'a gelmenin şaşkınlığı mı? Hepsinin karışıklığı içerisindeyim. Ablamlar beni kalacağım yere bıraktılar. Onlar gittikten sonra acıktığımı hissettiğimden aşağı indim ve bir lokanta buldum. O kafa karışıklığında bir lokantayı bir kadının çalıştıracağını düşünemedim ve içeri girip, "selamünaleyküm abiler. Bir yer gösterir misiniz?" dedim. Bir kadın selamımı aldı ve ne yemek istediğimi sordu. Normalde hiç bilmediğim yerlerde veya ilk gittiğim yerlerde kuru fasulye yerim. Yine klasiğimi gerçekleştirdim ve kuru fasulye yemek istediğimi söyledim. Bunun üzerine kadının ilginç sorusu geldi. "Affedersin abiciğim refakatçin var mı? Sana yemeği kim yedirecek?" dedi. O an ne düşüneceğimi, ne cevap vereceğimi, bu soru karşısında ne yapılacağını düşünemedim ve ağzıma ilk geleni söyledim. "Abla. Ben Adana'dan geliyorum. Benim bulunduğum yerde yediğim yemek parasına 3-5 lira ekliyorum, lokantadan biri yediriyor." dedim. Kadın ilginç bir şekilde bu teklifimi kabul etti ve beni köşe masalardan birine oturttu. Kadın: "aç ağzını," ben açıyorum. Yine kadın: "aç ağzını." ben açıyorum. 2, 3, 4 derken ben tabaktaki yemeğin tamamını kadının elinden yedim. Daha sonra tatlı getirdi ve ağzımı açmamı söyleyince elime vermesini söyledim ve kadın benim kendi elimle yemek yediğimi görünce çok şaşırdı. Bunun üzerine kadına yanıma oturmasını söyledim ve kendimi, sonrasında engellileri dilimin döndüğünce anlattım. Sonrasında ne oldu dersiniz? Kadınla bayağı samimi olduk ve artık canım hangi yemeği istiyorsa arayıp yaptırıyordum. Aradan 12 13 yıl geçti. Ben memleketime döndüm ama hâlâ görüşür selamlaşırız.
Toplum içinde eminim birçok görmeyenin yaşadığı şu anlatacağım olaylarla ilgili birçok yaşamışlık vardır. Benimki de bunlardan biri.
Bundan 17 yıl önce. ben İstanbul rehabilitasyon merkezine masörlük kursu almak için gittim. Kursun son dönemlerinde staj için hocalarımız bizi çeşitli hastanelere fizik tedavi merkezlerine gönderiyorlardı. Benim gittiğim yerde bir kadın, özellikle benim onun masajına girmemi istiyordu. Sonuçta müşteri müşteridir hastadır diyerek cinsiyet ayrımı yapmaksızın işinizi yapmak zorundasınız ve ben de öyle yaptım. Bir gün hastalandım ve o günkü staja gidemedim. Bu kadın yine gelmiş ve benim olmadığımı öğrenince masaja girmeyi reddetmiş. Daha sonra kadınla bayağı samimi olduğumda bunun nedenini sorduğumda öğrendim ki, kadın utanıyormuş ki bu gayet doğal. Masajına da benim girmemi istemesinin sebebi benim onun yüzünü görmememmiş.
Aslında anlatılacakları saymaya kalksak, inanın yaşadıklarımızın içinden çıkılmaz. Birkaç saatimizi rahatlıkla alacak birçok olay birçok insanın başına gelir. Sizler için elimden geldiğince kısa tutmaya çalışarak en ilginçlerini seçmeye çalıştım. Son bir olay var ki evlere şenlik. Bunu da anlatmadan edemeyeceğim.
İlk atama yerimden sonra memleketime tayin isteyerek döndüm. O zamanlar memurların kravat takması zorunluydu. Öğle arası, yemeğimi evde yedikten sonra iş yerime dönüyordum. Caddede bir adam yanıma geldi ve bana yardım etmek istediğini söyledi. Buraya kadar her şey tamam ve harika görünüyordu. Adamın isteğine nazik bir şekilde evet dedim adam ne yapsa beğenirsiniz? Kravatımdan tuttuğu gibi tıpkı atın yularından, itin tasmasından tutar gibi götürmeye kalktı. Ben de, yaşadıklarımdan esinlenerek önceki gibi saf değil, tam aksine hemen cevap yapıştırır bir hal almıştım ki adama da hemen cevabımı yapıştırdım. "Abi hangisini tercih edersin?" adam anlar anlamaz ne demek istediğimi sorunca, "köpek gibi havlamamı mı? At gibi kişnememi mi yoksa başka yularından tutulan hayvanlar gibi ses çıkarmamı mı?" deyince adam yaptığı yanlışın farkına vardı ama artık olan oldu. Okula geldiğimde müdürüm kravatımın gevşekliğinin nedenini sorunca başıma gelenleri anlattım ve müdürüme kravat takmak istemediğimi söyledim. O da sağ olsun anlayışla karşıladı da o günden beri kravat takmam.
Zaten öyle bir zorunluluk da ortadan kalktı.
Şimdi bu kadar anlattığım olaylardan sonra küçük bir değerlendirme yapmak istiyorum.
1. Fırına giderken peşimden gelen adamın ettiği beddualar kimimizi güldürür, kimimize ters gelir, kimimize de iyi niyetli olarak gelir.
2. Karşıya geçerken yaşadıklarım. Belki size trajikomik olabilir ama bir adam düşünün! Karşıya geçmek istiyorsunuz, o adam şehre yabancı olduğunu söyleyerek yardım etmiyor. diğer yanda bir köpek düşünün, kim bilir ne eğitim bilir ne başka bir şey, ama gelip sizi karşıya geçiriyor. Takdiri size bırakıyorum.
3. Dilenci olayı. Bu olay sadece körlerin değil, birçok engellinin, fakir olanın veya kötü giyimde dahi olanın kötü durumda olmasının düşünülmesinden dolayı yaşanabilen bir olay. Bizler toplum olarak gerçekten iyi niyetli toplumuz. Bu şüphe götürmez. Ama yaşantımız içerisinde seçebilmek diye bir şeyi de Allah bize vermiş. Her engelli dilenci değildir. Mesela siz hiç sokak müzisyenleri görmediniz mi? onların hepsi de engelli değil. Değil mi? O nedenle bir engellinin sokak müziği yapmasıyla sağlıklı bir insanın sokak müziği yapması arasında ne fark var? Bir engellinin yardıma ihtiyacı var mıdır? Tabii ki evet. Ama biz engellilerin, verilecek sadakaya değil, işlerimizin kolaylaştırılmasında, erişilebilirlikte, ulaşım, yeme içme, hepsinin özeti hayatımızın kolaylaştırılmasında yardıma ihtiyacımız var. Şu da bir gerçek ki iyi niyeti elden bırakmamak gerekse de biz engellilerin de bunu suiistimal etmemesi gibi bir şey var. Ben bu yazıyı yazarken bunun bilincinde olarak yazıyorum. Şahsen o insanların bir şakamın karşısında giyimime bakmaksızın cebinden para bırakması, onların seçemediğini gösterir. Şahsen ben de böyle bir durumla karşılaşacağımı bilsem, asla ağzımı açmam o şakayı da yapmazdım.
4. Lokanta olayına gelelim. Biz engelli insanlar, kendi engelimiz dışındaki her şeyi istersek yapabiliriz. Neden istersek diye bir kelime söylüyorum? Çünkü içimizde ben engelliyim. Allah bana bu hayatı vermiş bir şey yapamam edemem deyip çabalamayanlar da var. Bu konuda kimler yardımcı olup biz engelli bireyleri topluma kazandıracak? Elbette aileler. evet bu ülkede psikologlar var, rehabilitasyon merkezleri okul gibi birçok argümanlar var. Ama unutmayalım ki bu argümanları da oluşturanlar birer anne baba kardeş veya bir ailenin parçasıdır. Ailenin yetmediği yerlerde bunlar devreye girer. Bizler saçları okşanıp, "vay kuzuuuum yazık yazık." denip de acınası hâle getirilecek insanlar değiliz. Kadının ağzıma yemeği yedirmesine gelince. Belki izlediğim yol yanlıştı ama yukarıda da anlattığım psikolojiyle o an ne diyeceğimi bilemedim ve kendimce biz engellilerin yemek yiyebileceğimizi göstermek istedim. Biz engelli insanlar, olumlu bir şey yaptığımızda, en küçük örneği dışarı çıkıp bir faturamızı yatırıp geldiğimizde, vaaaay faturayı da yatırabiliyormuş denilecek insanlar değiliz.
5. Adamın kravatımdan tutup götürerek yardım etmek istemesi. Siz engelsiz insanlar belki iyi niyetlisiniz buraya kadar her şey tamam ama bir insana yardım etmek için onu bir nesne gibi, bir köşesinden tutulup götürülmeye çalışılmasının hiçbir açıklaması olamaz. Bazen diyaloglarda yanlış anlaşılmalar da oluyor.
Mesela ben yolda giderken adamın birisi yardıma ihtiyacım var mı diye sorduğunda bildiğim yolsa nazik bir şekilde ihtiyacımın olmadığını söylediğimde, "Şuna bak. Dayılanıyor. İnsanlık edip yardım edelim diyoruz da kabul etmiyor." diyor. Gerçekten tersleyen, terslememesi gereken engelliler yok mu? Tabii ki var. Adam kibarca nasıl yardımcı olabilirim? diye sorduğunda, yok yok diye sert çıkan engelli bireyler de var. Unutmayalım ki biz engelli insanlara neden engelli denmiş? Çünkü çeşitli organlarımızın çalışmamasından ve o organın çalışmaya engelli olmasından dolayı. Yoksa bunun dışında sizler gibi insanız. Bizim de sakinimiz, sinirlimiz, sizler gibi değişik yapıda olanımız var. Sadece iş göremeyen engelli organlarımız var. Aradaki fark ki bence bu psikolojinin de biz engellilerde olmaması, kendimizi bırakıyoruz. Çok huysuz ve alıngan psikolojide oluyoruz. Aslında bunun da sebepleri bazen ne yapsak da kabul edilmemiş bir toplum içerisinde yaşamak ve bir şekilde hep kendimizi ispatlamak zorunda bırakılmamızdır. Şans verildiği zaman engelimizin dışındaki birçok işi mükemmel bir şekilde yapabiliriz. Bazı iş alanlarının üst birimlerinde çalışan engelli insanlarımız da yadsınamaz bir gerçek.
Eminim benim yazdığım bu konuda, binlerce hatta milyonlarca değişik veya benzeri yazılar vardır. Mühim olan bu yazıları beğenip bir köşeye asmanız değil, bunların içerisindeki komik olaylara gülmeniz de değil, vaaay ne güzel yazmış gibisinden bir şey de söylememeniz. Beklediğim istediğim tek şey birazcık mizahi yoldan, biraz hassasiyetlere dokunarak kendimce düşüncelerimin de ötesinde azıcık yol gösterebilmek. Genel olarak toparlayacak olursak engelli engelsiz
Bütün insanların kendi öz eleştirisini yapması, en önemlisi de, karşılıklı anlayışı olan bir hayat yaşayabilmemizdir.
Bu yazı uzatmak istedikçe uzar. Ama bazen anlayana bir söz yetişir.
YİNE LOKANTA VE YİNE BEN:
Selman DEVECİOĞLU
Yorumlar