3 ARALIK DÜNYA ENGELLİLER GÜNÜ
Engellilik; görememek, konuşamamak, yürüyememek değildir. Asıl engellilik, hakkı duymamaktır. Hakikati görmemektir. Doğruyu söylememektir. Kişinin kalbini imandan, gönlünü İslam’dan, söz ve davranışlarını güzel ahlaktan mahrum bırakmasıdır. İmkânlarını Allah’ın rızası ve insanlığın faydası için kullanmamasıdır. Samimiyetini riyakârlığa feda etmesidir. Hâsılı asıl engellilik; insanın, kendi eliyle değerini yitirmesidir. Kur’an-ı Kerim, gerçek engellileri bizlere şöyle tanıtmaktadır: 
“…Onların, kalpleri vardır ama hakkı anlamazlar; gözleri vardır ama gerçeği görmezler; kulakları vardır ama hakikati işitmezler…"Ayeti Kerime. 

KİM GÖRME ENGELLİ; HAKİKATLERİ GÖREMEYEN Mİ, VARLIKLARI GÖREMEYEN Mİ?

Yüce Yaratıcı, her insanda iki göz var etmiş; "görünen gözler" (başımızdaki gözler) ve "görünmeyen gözler" (kalp gözlerimiz). Bu gözler, Kur’an dilinde "basar" ve "basîret" diye isimlendirilmiştir. (isrâ, 36; Kıyâme, 14) İnsan, "baştaki gözleri" ile bu âlemdeki sadece cirmi ve cismi olan somut varlıkları görebilir. Bu gözlerimizle Yaratanımızı, ruhumuzu, aklımızı, duygularımızı, vicdanımızı, melekleri, cinleri ve daha nice varlıkları görmemiz mümkün değildir. Yüce Yaratıcının varlığına delalet eden âlemdeki binlerce delilin, mevsimler, gezegenler, bitkiler ve hayvanlar âlemindeki mükemmel düzenin, insanın eşsiz yaratılışının, tabiatta olup biten nice olayların, toplum hayatında gözlenebilen nice olguların görülebilmesi baştaki gözlerle değil kalp gözleri ile mümkün olmaktadır. Baştaki ve kalpteki gözlerini kullanabilenlerin yanında, sadece baştaki gözleri ile yetinen, kalp gözlerini çok az kullanan veya hiç kullanmayanlar da vardır. Milletimiz bu tür insanlara, "basiretsiz" demektedir. Kur’an’da ise bu kimseleri "kalp gözü kör olanlar" diye isimlendirmiştir. Gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur." (Hac, 46)

Bana duâ et!

Hazret-i Ömer, şehîd olmadan önce, kendisinden sonra yerine geçecek halîfeyi seçmek için altı kişilik bir şûrâ teşkil edilmesini vasıyet etmişti. Bildirmiş olduğu altı kişiden biri de, Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleriydi. Eğer Sa’d halîfe seçilmezse, ona bir vezirlik verilmesini de vasıyet etmişti. Hazret-i Osman halîfe seçilince, Hazret-i Ömer’in tavsiyesine uyarak, Hazret-i Sa’d’ı tekrar Kûfe vâliliğine tayin etti.

Ömrünün sonlarına doğru, gözleri görmez olmuştu. Bu hâlde iken Mekke’ye gelmişti. Mekke halkı etrafına toplanıp, "Bana duâ et, bana duâ et" deyince, hepsine duâ etti.

Abdullah bin es-Sâib anlatır:
"Ben genç idim. Bir ara ona yaklaştım ve kendimi tanıtmaya çalıştım. Beni tanıdı ve sordu.
- Sen, Mekke’nin, Kur’ân-ı kerîmi en iyi okuyanlarından birisi değil misin?
Ben de, "Evet" dedikten sonra bir ara sordum:
- Efendim, sizin duânız makbûl olup, herkese duâ ediyorsunuz. Kendiniz için duâ etseniz de gözleriniz açılsa, olmaz mı?
Hazret-i Sa’d gülümseyerek buyurdu ki:
- Oğlum, Allahü teâlânın benim hakkımdaki takdîri, ya’nî gözümün görmemesi, gözümün görmesinden daha güzeldir."