“Küçük anne, güzel bir anneydi. Çocuğunun doğumu yaklaşınca bütün genç anneler gibi: Çocuğumun kız olmasını istiyorum diyordu.

 Ama içinden hep bir erkek çocuk bekliyordu. Sarı saçlı, mavi gözlü, pembe yüzlü bir oğlan. Gizli gizli duaları hep bunun içindi. Görünüşte güya nazardan korunmak için, kolay doğurmak için, sıhhatli bir evlat edinmek için dualar ediyordu, adaklar adıyordu ama bütün bu dualar, bu adaklar, hep o beklediği sarı saçlı, mavi gözlü oğlan içindi.

Küçük anne yirmi yaşını henüz aşmıştı. Evlenişi neredeyse çocukluk çağına rastlar. Hatta bu son doğumundan evvel, sık ara ile üç tane yavru da doğurdu. Ama onlar ömürsüz oldular. Şimdi ümidi, bütün sevgisi yeni doğacak bebeğindeydi. Zaman yaklaşıyordu. Sinirleri gergindi. Duyarlılığı son haddine varmıştı. Zaman zaman dalıyor, içinden birtakım sesler geldiğini, gözlerine birtakım hayaller göründüğünü sanıyordu. Bu seslerden, bu hayallerden kendi kendine manalar çıkardığı da oluyordu. O, bu manaların sırlarını kendine göre çözerek, onları kendi yaşına ve çevresinin ölçülerine göre değerlendirerek, yeni doğacak çocuğuna sıhhatli bir yapı, güzel bir yüz, iyi talihler ve büyük gelecekler tasarlıyordu.

Güzel ahenkli bir adı da vardı: Zübeyde… Zübeyde; omuzları, göğüsleri kabarık, yakaları dantel işlemeli, beyaz bluzlar giyerdi. Geniş etekleri topuklarına kadar inen renk renk eteklikler yahut açık renkli roplar giydiği de olurdu.  Ama belini daima gümüş bir kemerle sıkardı. Sarışına çalan kumral saçlarının, alnının üzerine gelen kısmını buklelerle kabartırdı. Arka kısmını yapma taşlarla, süslenmiş taraklarla bir topuz halinde toplardı.

19. yüzyılın son çeyreğine basılmıştı. Selanik, o zamanki Osmanlı Avrupası’nın en büyük vilayet merkezi ve bir liman şehriydi. Bütün Osmanlı şehirleri gibi Selanik’te de Müslüman ve Hristiyan mahalleleri birbirlerinde ayrıydı. Bunlardan başka Selanik, 16. Yüzyılın başlarında Yahudiliğin de en önemli merkeziydi. 16. Yüzyılın başlarında İspanya’da Müslümanlar yarımadadan çıkarılırken, bir Yahudi göçmen kolu da Selanik’ taşındı ve oraya yerleşti. Zübeyde’lerin evi işte bu Müslüman mahallelerinden birindeydi: Ahmet Subaşı mahallesinde…

Bütün doğu şehirlerinde olduğu gibi Selanik’in Müslüman halkı için de şehirde hayat erken biterdi. Daha güneş batmadan işlerinden dönen kocalar, mahallenin dar dar ve dolambaçlı sokaklarında evlerinin yollarını tutarlardı. Bu evlerin avluları duvarlarla çevriliydi. Sokakları görebilen pencereler, kafesler, çok defa demir parmaklıklarla korunmuş olurdu. Zübeydelerin evi de bunlardan biriydi.

Doğum tamam olup da ebe, çocuğu eline alınca anne gözlerini kapar, nefesini tutar ve sormaya cesaret edemez ama her anı bir yıl kadar uzun gelen bu buhran içinde beklediği hep o müjdedir. O da gecikmez: Müjdeler olsun kızım, bir oğlan çocuğun oldu. Nur topu gibi. Allah uzun ömürlü etsin… Müjdeyi veren, ebe Hati Kadın’dı. Küçük anne onun sözlerini işitmez bile. Saadetinin içinde kendini kaybeder. Haber, evin selamlık kısmında bir aşağı, bir yukarı, fakat dışa vurulmayan gergin bir sinirlilik içinde dolaşan Ali Rıza Efendi’ye yetiştirilir…”

Aslen Selanikli olmadığı anlaşılan, babası Sofuzade Feyzullah Ağa ve diğer aile efradının, Aydın veya Konya civarından göçmüş Yörük- Türkmenlerden olduğu sanılan Zübeyde Hanımın yaşamından bir kesit paylaşmak istedik. İş bu satırların orijinali Şevket Süreyya Aydemir’in, belgesel niteliğindeki büyük eseri “Tek Adam’da” mevcuttur. 14 Ocak, 102. Vefat yıldönümünde, Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ı anıyoruz. Rahmetle, minnetle, saygıyla. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.

Zübeyde Ve Ali̇ Riza

Ordinaryüs Lefter ve Rauf Denktaş

Birisi Türk Futbolunun tartışmasız en büyük isimlerinden, taraflı tarafsız tüm sporseverlerin, hatta sporla ilgisi olmayanların bile sevgilisi. Daha önceki yazılarımızda, geniş anlamda yaşamına değinmeye çalıştığımız devasa bir futbol ve gönül adamı; yani futbolumuzun “Ordinaryüsü Lefter”. Diğeri ise, ahir ömrünü Kıbrıs Davasına adamış, Kıbrıs’ta Türk nüfusa uygulanan mezalime canı pahasına karşı durmuş bir büyük Türk, yaşamının son bölümünde asla hak etmediği derecede incitilmiş hakiki anlamda bir “Mücahit, KKTC kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş.  Rahmetliden, daha önceleri teferruatı ile bahsettiğimiz yazılarımız mevcuttur. 13 Ocak her iki değerimizin 13. vefat yıldönümleri. Saygıyla, özlemle, hasretle anıyoruz. Ruhları şâd olsun…

R A U F FO R D İ N A R Y Ü S

YAZARIN NOTU: Değerli dostlar, kıymetli okuyucularımız. Bir yurt dışı seyahati itibarı ile kısa bir süre yazılarımıza ara vereceğiz. Seyahat dönüşümüzde, tekrar buluşmak üzere hoşça kalın. Bu vesile ile ilgi ve destekleriniz için teşekkür etmeyi bir borç olarak addediyoruz. Sürç-ü lisan ettikse affola…

ŞİİR: Vur- Mehmet Emin Yurdakul (14 Ocak 81. vefat yıldönümünde “Milli Şairimizin” anısına saygıyla)

Ey Türk vur, vatanın bakirlerine
Günahkâr gömleği biçenleri vur
Kemikten taslarla şarap yerine
Şehitler kanını içenleri vur

Vur güzel âşıklar cenazesinden
Kırmızı meşaleler yakanları vur
Şehvetin raksına yetim sesinden
Besteler şarkılar yapanları vur

Vur o katlin kızıl sapanlarıyla
Dünyaya ölümler ekenleri vur
Vur zulmün o kanlı urganlarıyla
Bir kavmi iplere çekenleri vur

Vur aşkın ve hakkın zaferi için
Vur dünya bak senden bunu istiyor
Vur yerde bak tarih senin seyircin
Vur gökten bak Allah sana vur diyor

Vur çelik kolların kopana kadar
Olanca aşkınla şiddetinle vur
Son düşman son kızıl ölene kadar
Olanca aşkınla kuvvetinle vur

Mehmet Emi̇n Yurdakul