“Bir gözünü çiçek aldı, bir gözüne dirgen battı. Unutsun avunsun diye, bir saz verdiler eline. Hem çaldı hem söyledi, efsane de böyle başladı…” 

Ortaokul günlerimde bir kompozisyon ödevine tam da böyle başladığımı hatırlayınca, aradan geçen yılların bu “giriş” kısmını hiç de değiştirmediğini öylesine anladım ki, biraz da şaşırmadım desem yalan olur. Geçtiğimiz 25 Ekim 129. doğum günüydü “Büyük Veysel’in”. Hakkında yazılanlar, söylenenler, şehir efsaneleri bir yana; “O bir bilge insan, bir filozof”, büyük yeteneğine rağmen mütevazılığından asla vazgeçmeyen, mısralarına felsefeyi, hümanistliği, doğa sevgisini tel tel döken bir gönül adamı. Öylesine Atatürk hayranı ki; “Paşa bizi görmek istemiş, o halde bize de huzura gitmek düşer” diyerek Ankara’nın yolunu tutar, “Hergele Meydanı’nın ucuz otellerinde” yatar-kalkar kendi imkânlarıyla! Gazi Paşa’nın çok beğenip takdiri sonrasında verdiği maaş bağlanması talimatını, “Çalıp söylüyorum, kazancım bana yetiyor” diyerek lisan-ı münasiple geri çevirebilen bir büyük karakter. Cumhuriyetin tüm ilk kuşak yurttaşlarının ortak özelliği “otoriteye bağlılıkta” tam ve ödünsüz bir yurttaş. Hastalığının ileri boyuta geldiği anlaşılınca tedavisinin Ankara’da yapılması teklifine verdiği cevap; “O Doktorlar kurtarabilselerdi, Atatürk’ü kurtarırlardı.” diyecek kadar kaderi içselleştirmiş bir güzel adam O…

Tüm dünyaya ezberlettiği “Uzun ince bir yolunda giderken gündüz gece, gün oldu güzelliğin on para etmez, bu bende ki aşk olmasa!” diye kalbinin sesini aktardı dışarıya. “Karnın yardığı, yüzün yırttığı kara toprağın onu güllerle karşıladığını, tek dostu olduğunu” başka kim böyle söyleyebilirdi ki? Dostlarından tek isteği idi hatırlanması; “Gün ilkindi akşam olur, gör ki başa neler gelir, Veysel gider adı kalır, dostlar beni hatırlasın…”

Elbette ki hatırlıyoruz büyük usta, ilelebet de hatırlayacağız. Ruhun şad, mekânın cennet olsun. Umarız ve dileriz, gelecek anma programları daha çok katılımlı, ustaya yakışır şekilde uluslararası boyutlarda olur. Bu büyük değerimizi, tüm dünyaya gereği gibi tanıtmak, gelecek kuşaklara aktarmak bizlere boyun borcu olsa gerek…

MEZARLIKLAR

Toplumun en ulvi yerleridir mezarlıklar, sevdikleri, dostları, arkadaşları, aile üyeleri başta olmak üzere, devlet büyükleri, şehitler, kahramanlar hep oradadır; yani “ebedi uykularında”. Yanından gelip geçerken bile insanlar hal ve hareketlerini şöyle bir gözden geçirir, bildiği duaları eder, konuşmaz bile. Kısaca toplumun tüm katmanlarının ortak saygı alanıdır mezarlıklar, orada “dünyevi” zevklerden (kısa süreliğine bile olsa) vazgeçilir. Hal böyle iken; Sivas HALFELİK Mezarlığı, (kötü niyetle olmasa bile) mezarlığın her iki başı itibarı ile REKLAM panoları ile işgal edilmiş ve son derece kötü bir görüntü vermektedir.

Asıl maksadın oradan gelecek üç–otuz kuruşun olmadığına eminiz, olsa olsa gözden (uzunca bir süredir) kaçmış bir ihmal denilebilir. O panoların behemehâl kaldırılmaları hem vicdanları rahatlatacak, hem de MEZARLIK saygısı yerini bulacaktır…

NOT: Demokrasilerin vazgeçilmez unsuru, kuvvetler ayrılığı ilkesinin 4 ana başlığından birisidir “Özgür ve Hür Basın”. Toplum ancak özgür basın vasıtasıyla gerçeklerden haberdar olur. Sadece işini yapan gazetecilerin üzerindeki yargı baskısı ve tutuklamalar hoş değildir. İçindeki (olan) çürükleri gerek sistem gerekse kanun zaten yok edecektir. Hukukun üstünlüğü kavramının yerli yerine getirildiğini görmek en büyük dileğimizdir…

FİLM: Alkatraz Kuşçusu- John Frankenheimer. Başrollerde: Burt Lancaster, Karl Malden, Telly Savalas, Thelma Ritter, Betty Field.

Bir yanda Alkatraz Cezaevi’nin ürkütücü konumu ve buna bağlı olarak hangi şartlarda olursa olsun, insanoğlunun hayata tutunma azmi. Diğer yanda başta Burt Lancaster olmak üzere muhteşem bir oyuncu kadrosu. 1962 yapımı film bugün bile rahatlıkla izlenmeye değer bir sinema klasiği…

ROMAN: 1984- George Orwell

Esas adı Eric Arthur Blair olan İngiliz yazarın, bir dünya edebiyat klasiği kara ütopyası, ya da distopyası. Herkesi her an görebilen/duyabilen “Büyük Birader” ile, Sevgi Bakanlığı ile, Düşünce Polisi ile, nihayetinde herkesin mutlaka göreceği 101 no’lu odası ile “Okyanusya ülkesi”. Baskıcı ve totaliter rejimleri hicveden bir başyapıt

 

ŞİİR: Sessiz Gemi- Yahya Kemal Beyatlı. 1 Kasım 65. Vefat yıldönümünde anısına saygıyla

Artık demir almak günü gelmişse zamandan

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol

Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.

 

 

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller, ne giden son gemidir bu

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

 

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler

Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden

Birçok seneler geçti dönen yok seferinden.

 

YANLIŞ: BAL ligi

DOĞRU: Bölgesel Amatör Lig

GÜNÜN SÖZÜ: Gülmek güneştir; insanın yüzünden kışı kovar.” Victor Hugo

ÜTOPYA: Hava kirliliğinin ölümcül seviyelere çıkmasıyla Terravenenum’da ilk THİ (Temiz Hava İstasyonu) açıldı; birinci, ikinci ve üçüncü sınıf temiz hava kabinleri halkın hizmetine sunuldu…

ŞADİ- İ ŞİRAZİ’DEN: “Mademki saadet, felaket, darlık, ferahlık… Netice itibarı ile her şey geçicidir, o halde senin iyi isminin de daima hatırlanması için geçmişteki insanların iyiliklerini an ve kötü yönlerini anma!”

TEBESSÜM: Bütün çocukluk cezalarım, yaşlanınca yaşam hedeflerim oldu. “Sebze yemek, evde kalmak, öğleden sonra hafif kestirmek, gece yatağa erken girmek!..”