Klasik/klişe cümledir, ama yeri geldiğinde söylemeden de edemeyiz! “Et kokarsa tuzlarsınız, ya tuz kokarsa!” Ülkede tuzun koktuğu günleri, zamanları yaşıyoruz. Hangi birisini söylesek, hangisinden başlasak bilemiyoruz! Milletvekili, yani aslını temsil eden vekiller; belki de hiçbir ülkede olmadığı kadar imtiyazlı bir sınıf olmuş durumdasınız. Aslınızın, yani milletin gelir ortalamasının onlarca kat fazlası maaşınız, kıyak emekliliğiniz, saymakla bitmeyecek kadar avantajlarınız var. Alın helal olsun, bu millet “alicenap ’tır”,  bilin ki kimsenin gözü yoktur aldığınızda! Ancak, şu “altın kaçakçılığı” gibi ithamlara maruz kalacak kadar açgözlü olmak neyin nesidir! Arada bir “Gazi Meclis’in” önünden geçmenizi tavsiye ederiz, şöyle bir durup düşünürsünüz belki,  o kurucu meclisin milletvekilleri hangi koşullarda bu ülkenin kaderini belirlediler? Hemen hatırlatalım, aç-bilaç, delik tavanından yağmurlar akan, çatlak duvarlarından rüzgârların uğuldadığı, tahta sıralarında yastıksız- yorgansız uyukladıkları o binada yaşadılar, oradan yönettiler Kurtuluş Savaşımızı. O Kurtuluş Savaşı ki; Dünya’nın en haklı, en onurlu, en meşakkatli İstiklal Mücadelesi sıralamasında uzak ara birincidir.

Bu Cumhuriyet’in, bu ülkenin kendilerine vermekten esirgemediği, fazla fazla verdiği nimetlerle, payelerle yetinmeyen, daha fazlası adına olmadık kepazeliklere imza atanları gördükçe, kızgınlığımızın tavan yapması bir yana, neden böyle olduğuna akıl erdirmeye çalışıyoruz. Öyle ya, siz ki ünlü ünlü kişilersiniz, sanatçı olmuşsunuz, yıllardır başımızın üstünde dolaştırmışız, aa bakmışız ki “bahis çetesinden gözaltındasınız” “ Masumiyet karinesi” ilkesine sadakat bir tarafa, peki ya “şüyuu’nun vukuundan beter olmasına” ne diyeceğiz? Yani bırakın yapmış olmayı, düşüncesi dahi bir fecaat durum değil de nedir?

 Ey “insan kaçakçısı” General; (argoda koyun ticareti deniliyor) bu ülkenin kurucu kadroları askerlerdir, yani “Paşalardır”. Asker kökenli olsun, sivil olsun, Türk insanı “Harbiye Marşını” ezbere bilir, her an haykırarak söyler. Bu işlere bulaşırken, hiç mi utanmadın, hiç hicap duymadın mı “yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadı” olmaktan…

Hipokrat yemini etmiş sözde hekimlerin karıştığı “Yenidoğan Çetesi” hadisesi tüm  sıcaklığı ile orta yerde dururken, yeni ifşaatlar, yeni bilgi ve belgeler adeta patlamış bir foseptik çukurunu andırır vaziyete gelmiş. Duy da inanma cinsinden ne rezaletler, ne kepazelikler.

 Cumhuriyetin kurucu kadrolarının hiçbir makama, hiçbir statüye vermediği payedir Cumhuriyet Savcılığı; uyuşturucu ticaretinde adlarının dahi geçmesinden daha acı ne olabilir ki?  Terazilerinde adalet dağıtması gereken yargıçların aşk-meşk ilişkileri gündemi sarsarken, çürümüşlüğün bu kadarına pes demekten başka ne gelir ki elden? 

FİLM: Aşktan Da Üstün  (Notorious ) Senaryo: Ben Hecht. Yönetmen: Alfred Hitchcock. Başrollerde: Gary Grant, Ingrid Bergman, Claude Rains. Yapım yılı: 1946. Gerilim ve korku filmleriyle tanıdığımız Hitchcock’tan, bu defa da “gerilimli bir aşk öyküsü”. 29 Kasım 38. Vefat yıldönümünde, büyük oyuncu Gary Grant’ın anısına saygıyla…

ROMAN: Kamelyalı Kadın – Alexandre Dumas (27 Kasım 129. vefat yıldönümü anısına saygıyla)

19. yüzyıl Fransa’sının sosyal yaşamı, tutuculuk ve ahlak anlayışına kafa tutuş, yasak aşk. Akın Kanat’ın son derece başarılı çevirmesiyle su gibi akan bir dünya klasiği…

 

ŞİİR: Atatürk’ün Bir Saati Vardı- Melih Cevdet Anday (28 Kasım vefatının 22. Yıldönümü anısına, saygıyla)

Atatürk'ün bir sözü vardı
Yediveren gül gibi açardı

 

Atatürk'ün bir atı vardı
Etilerden beri yaşardı

 

Atatürk'ün bir resmi vardı
Buğday tarlası gibi ağardı

Atatürk'ün bir saati vardı
Durmadı.

 

 

ATASÖZLERİMİZ:Akıllı sözünü akılsıza söyletir.” Başkası adına konuşmak, insanın başını derde sokar. Türk Atasözleri Sözlüğü

 

YANLIŞ: Eşkiya

DOĞRU: Eşkıya

GÜNÜN SÖZÜ: “Kalite, kimse bakmadığında da doğru olanı yapmaktır.Henry Fonda

OYUN: “Yaşlanmak, o her şeyin biraz yettiği./Anılar yerini tutuyor./ Ben bu oyunu küçükken de görmüştüm./Çoklarını kovalıyor, birini tutuyor…” Behçet Necatigil

ARZUHAL: “Cimri, arzusundan dolayı hazinesinden mahrum kalır.” Simone Weil

NORMAL-ANORMAL: Gertrude Stein, anormal şeylerden hoşlanmadığını, anormal şeylerin çok anlaşılır olduğunun söyler hep. Normal şeylerin çok daha katıksız bir karmaşıklığı ve ilginçliği olduğunu söyler.” Gertrude Stein/Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü

İNSAN ÜZERİNE: “İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, önlerinde buldukları geçmişten devreden verili koşullarda yaparlar. Tüm göçüp gitmiş kuşakların oluşturduğu gelenek, yaşayanların beyinlerine bir kâbus gibi çöker. Kendilerini ve bir şeyleri altüst etmekle, şimdiye dek hiç olmamışı var etmekle, şimdiye dek hiç olmamışı var etmekle uğraşıyor göründükleri  esnada, tam da böylesi devrimci kriz dönemlerinde, endişe içinde geçmişten ruhları yardıma çağırır, onların adlarına, sloganlarına, kıyafetlerine sarılır, dünya tarihinin yeni sahnesinde bu eskilerde hürmet edilen kılıklara bürünür ve bu ödünç dille oynamaya çalışırlar.”  Karl Marx/Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i

ÜTOPYA: Yöntem, vatandaşlarının sağlığına dayanıyor sağlığı da normallik olarak görüyor. Ama normal olan nedir? Bir yandan doğru olan, verili olan, gündelik olandır. Diğer yandansa normal normatif bir şey anlamına gelir, yani istenen şeydir. Bu şekilde normallik iki ucu boklu değneğe dönüşür… Normalliğe ait olduğu sürece bu değnek insan savunmasına hizmet eder. Ama dışarda kalan korkunç bir tehdit oluşturur. Hastalığa yol açar. ” Juli Zeh/ Temize Havale

RÜYA: “Düşlerin peşinde koşar ve gölgeleri kucaklarız.” Anatole France

YALAN: Yalanlara karşı en iyi cephane hakikattir, ama dedikoduya karşı bir cephane yoktur. ” Ernest Hemingway

DELİ: “Bireysel cinnetle toplumsal delilik arasındaki kılpayı bölgede gezinip durdukça, deliliğin sularında tarih uzuyor.” Murathan Mungan/Bir Kutu Daha

Whatsapp Görsel 2024 11 30 Saat 10.29.59 Ba013B8A

HAYAT-MEMAT: “Toplum kaynaştırıcılığını yitirmeye başladığında insan da birey olarak ortaya çıkmış ve kendi hayatıyla görünüşte ebedi olan o kollektif varlığın hayatı arasındaki farklılığı görmüştür. Ölüm katı ve amansız bir görünüm almış, bireyin hayatı yeri doldurulmaz bir mutlak değer kazanmıştır. İlk gerçekten modern birey olduğu söylenen Hamlet bireysellik düşüncesinin cisimlenişidir, çünkü her şeye nokta koyan ölümden, boşluğun dehşetinden korkmaktır.” Max Horkheimer/Akıl Tutulması

ÖMER HAYYAM:

Sen hiç gitmeyecek gibisin, değil mi?

O gidenler de hep senin gibiydiler.

 

SADî-İ ŞİRAZİ’DEN: Fakir ve elbisesi olmayan bir adam, birisinden bir akçe borç aldı. Onunla da kendine deriden bir giyecek yaptı. Sonra, şikayet edip inleyerek dedi ki: ey uğursuz talih, bu ham derinin içinde piştim. O ham adam, çektiği sıkıntıdan şikayeti uzatınca zindan birisi ona şöyle haykırdı: Hey ham adam! Tanrı’ya şükret, bizim gibi elinde, ayağında bağ yoktur.

TEBESSÜM: Nasretttin Hoca, balık tezgâhına yanaşmış, bir taraftan da balıkları kuyruğundan kokluyor! Balıkçı, biraz şaşkın, biraz hayretle hocayı seyrederken dayanamıyor; Hoca, balık bu. Kuyruğundan değil, başından koklanır. Hoca cevabı yapıştırıyor; başından kokmaya kokmuş ta, kuyruğuna kadar gelmiş mi ona bakıyorum!.. (Sanki günümüzü anlatıyor…)