“O ki, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratmıştır!..” (Mülk Sur, 67/2)
“Her can ölümü tadacaktır; ne var ki, [hayatın] iyi ve kötü [tezahürleriyle] karşı karşıya getirerek sınıyoruz sizi; ve sonunda hepiniz Bize döneceksiniz!..” (Enbiyâ Sur, 21/35)
Yüce kitabımız Kur’an’dan ilham alarak paylaştığımız bu ayetler doğrultusunda hareket ettiğimizde ilâhî hükme boyun eğerek bir gün mutlakâ ölüm geçidinden geçeceğimizin idrakindeyiz.
Müslüman bireyler ve toplumlar olarak Allah(cc) ile, kutsallar ile, son kalemiz sayılan ailemiz ile, içinde yaşadığımız çevre ile, doğa ve tabiat ile barışık yaşamamız gerektiği gibi bir gün her faniyi/canlıyı bulacak olan ölüm ile de barışık olmak mecburiyetimiz vardır.
Ölümle barışık olmak adına her ölümü tefekkür etmek, ölümlerden dersler çıkarmak ve her ölümün susan bir vaiz olduğunun idrakine varmamız gerekmektedir.
Ölüm denilen gerçeklikle yüzleşecek olan bir insanın peygamberimiz(sav)in “Ölmeden evvel ölünüz!” ikazını/nasihatini nasıl anlaması ve hayatını nasıl bir şekilde dizayn etmesi gerektiğini gözden geçirmesi gerekmektedir.
Bu konuda kendime nasihatler ararken Câhiliye devrinde, yani nübüvvetten evvel Kuss bin Sâide’nin, Ukaz Panayırı’nda îrâd ettiği şu hutbesi karşıma çıkmıştır. Bu hitabı/hutbeyi önce nefsime sonrada okuyucularıma faydalı bulduğum için paylşamak istedim. Kuss bin Sâide şöyle sesleniyor;
“Ey insanlar!
Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız!
Yaşayan ölür, ölen fenâ bulur, olacak olur. Yağmur yağar, otlar biter; çocuklar doğar, anaların-babaların yerini tutar. Sonra hepsi mahvolur gider. Vukuâtın ardı arkası kesilmez; hepsi birbirini takip eder.
Dikkat edin, söylediklerime kulak verin! Gökten haber var; yerde ibret alacak şeyler var!
Yer­yü­zü se­ril­miş bir dö­şek, gök­yü­zü yük­sek bir ta­van. Yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez. Aca­ba var­dık­la­rı yer­den memnun ol­duk­la­rı için mi ora­da ka­lı­yor­lar; yok­sa alı­ko­nu­lup da uy­ku­ya mı da­lı­yor­lar...
Ey insanlar!
Gafletten sakının! Her şey fânîdir, ancak Cenâb-ı Hak bâkīdir. Birdir, şerîk ve nazîri yoktur. İbadet edilecek yalnız O’dur. O doğmamış ve doğurmamıştır.
Evvel gelip geçenlerde bizler için ibretler çoktur.
Ey İyâd Kabîle­si! Ha­ni ba­ba­la­rı­nız ve de­de­le­ri­niz? Ha­ni mü­zey­yen kâ­şâ­ne­ler ve taş­tan hâ­ne­ler ya­pan Âd ve Se­mûd? Ha­ni dün­ya var­lı­ğı­na mağ­rur olup da kav­mi­ne hi­tâ­ben; «Ben si­zin en bü­yük Rab­bi­ni­zim.» di­yen Fi­ra­vun ve Nem­rud?
Bu yer, on­la­rı de­ğir­me­nin­de öğüt­tü, toz et­ti. Ke­mik­le­ri bi­le çü­rü­yüp da­ğıl­dı. Ev­le­ri de yı­kı­lıp ıs­sız kal­dı. Yer­le­ri­ni şim­di kö­pek­ler şen­len­di­ri­yor.
Sa­kın on­lar gi­bi gaf­let et­me­yin! On­la­rın yo­lu­ndan git­me­yin! Her şey fâ­nî, an­cak Ce­nâb-ı Hak bâ­kīdir.
Ölüm ırmağının girecek yerleri var, ama çıkacak yeri yok!.. Küçük-büyük herkes göçüp gidiyor. Herkese olan bana da ola­caktır.” (Beyhakî, Kitâbü’z-Zühd, II, 264; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 234-241; Heysemî, IX, 418)
Rabbim cümlemize güzel ölüm ve güzel ömür versin. Amin!