Bazı benzetmeler tabiri yerindeyse “cuk” diye oturur, özellikle milli duyguların yoğunlaştığı dönemlerde. Başta, takım sporları olmak üzere yakıştırmalar yapılır, bu yakıştırmalar toplumun reaksiyonuna göre tutar ya da tutmaz! “Filenin Sultanları” nasıl tuttuysa, “Bizim Çocuklar” da tuttu, aksini iddia edenler olsa da bu böyle. A Milli futbol takımımızdan bahsediyoruz anlaşılacağı üzere. Geçtiğimiz cumartesi akşamı Galler’i elimizden kaçırdığımız, kendi işimizi kendimiz görme avantajını bir maç sonraya ertelediğimiz maçla ve A milli takımın geleceği ile ilgili birkaç cümle edelim istedik! Rakip Galler olunca, kendimizle ilgili bir nostalji yapasımız geldi! Kasım 1979, İzmir Atatürk (Halkapınar) Stadı, rakip Galler. Koltuklu oturma henüz icat edilmediği için statta 80 bin kişi var; biz de üç arkadaş (henüz lise öğrencisiyiz) o maçtayız. O günün koşullarında bırakın Sivas’tan İzmir’e maça gitmeyi, sokağa çıkmak için izin almanın bile büyük olay olduğu yıllardan bahsediyoruz! Şenol, Turgay, Cem, Erol, Fatih- Mehmet Ekşi, İsa, Erhan Önal- Arif Güney, Sedat 3, Büyük Mustafa ilk on biri ile çıktığımız maçta, ilk yarı sonrasında sakatlanan Büyük Mustafa’nın yerine Küçük Mustafa, İsa’nın yerine de Sadullah girer. Erhan Önal ve Mehmet Ekşi haricinde, oyuncuların sadece ilk isimleriyle anılması dikkat çeken husus; zira henüz spor basınımızda soyadı kullanma mevhumu olmadığı gibi, aynı isimdeki futbolculara 1,2,3,4 gibi rakamların eklendiği günler. İşte Sedat 3(Özden) bunun net bir örneği. (Sonrasında rahmetli Yavuz Gökmen ve halefi sayılabilecek rahmetli Kazım Kanat’ın gayretleri ile soy isimler söylenir oldu.) 80. dakikada rahmetli Erhan Önal’ın (Bayern Münih oyuncusu) golüyle 1-0 kazandığımız maçın üzerinden kırk beş yıl geçmiş, daha dün gibi! İlginç bir ayrıntıyı da dile getirerek nostalji kısmını kapatıp günümüze gelecek olursak; sahaya çıkan ilk on birin kalecisi Şenol (Güneş), liberosu Fatih (Terim) ve sol açığı Büyük Mustafa’nın (Denizli), Türk futbolunun yaklaşık yarım asrına damga vuracağını kim bilebilir, kim tahmin edebilirdi ki?
Maça gelecek olursak; hep söylediğimiz bir hadise var ki, işimiz/gücümüz Edirne’nin ötesi ve bunun ilk aşaması A Milli Takımımız. Biz, bu Sinyor Montella ve ekibini sevdik, her geçen gün üstüne koyarak devam eden bir milli takım izliyoruz. Cumartesi gecesi, işi bitirmek elimizde idi; son dakika sayılabilecek şans ise ayağımıza kadar gelmişti. Penaltının kaçması tamamen futbolun içinde olan bir şey; elbette ki gol olması en büyük isteğimizdi, olmadı! Halen Benfica forması giyen ve sezona müthiş bir başlangıç yapan Kerem Aktürkoğlu, penaltı kaçıran ne ilk, ne de son futbolcu olacak. Hatta, Karadağ maçında yine en büyük gol umudumuz kesinlikle kendisidir. O bakımdan, özür dilemesinin, kendini hırpalamasının hiç gereği yoktur. Ancak, Salı akşamı bu iş bitmiş olacak, zerre şüphemiz yok! Futbol bazen sadece futbol değildir klişesine inananlardanız. Toplumun, çöldeki vaha misali, bir tür nefes alma vesilesi olduğunun altını bir kez daha çizerek; “Haydi bizim çocuklar” diyoruz, bize bu mutluluğu yaşatın…
Yıldırım Gürses; 18 Kasım 24. vefat yıldönümü, nasıl da geçmiş hiç anlayamadık. Gönül telimizi titreten adam o, hala her gün onlarca defa dinliyoruz muhteşem eserlerini. Gerek kendi sesinden, gerek başka sanatçılardan, hiç bıkmadan, hep yeni dinliyormuşuz gibi. Bize bıraktıkları için müteşekkiriz. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun…
Muazzez İlmıye Çığ; Geçtiğimiz Pazar akşamüstü idi, ekranda her kırmızı yazı aktığında şöyle bir irkiliriz ya, bu defa da gerçek bir efsaneyi, asırlık çınarımızı kaybetmiştik. Dünyanın yaşayan en büyük Sümerolog’u idi, bizatihi büyük Atatürk’ün teşviki ile başlamıştı. 110 yıllık yaşamının ardından, sadece biz Türklere değil, tüm Dünya’ya eşsiz bilgi hazinesi bırakarak bu Dünya’dan gider oldu. Onu çok özleyeceğiz, çok arayacağız. Güle güle Sümer Kraliçesi, ruhun şâd, mekânın cennet olsun…
ŞİİR: Ağıt – Enver Gökçe (19 Kasım 43. vefat yıldönümü anısına saygıyla…)
Teller iletmez haber, direkler devrileli
Kara habercidir göklerde kuşlar görüleli.
Anam, bacım yok içinde, neremdir yareli?
Adapazar! Erzincan oldun, türkülerdesin;
Bir bahar akşamında ölün, yüreklerde yasın,
Şahan mı vurdu kolun, yaralı turna mısın?
Doyulmaz dünyada; insanın çilesi ölüm.
Ne çare, geldi türküler yakılası ölüm
Ah! böyle mi kahredilir? Yıkılası ölüm.
Bu muydu çarşın, mahşer mi kurmuşlar yerine?
Yine mi "çağrışak kurtlar ve kuşlar" yerine!
Karalar giymişiz kutlu kumaşlar yerine.
Gurbette yar vardı, mendili işlenilmemiş,
Tarlalar hazandır, tütüne başlanılmamış.
Bir mendil ver n'olur, çevresi yaşlanılmamış.
Ağlarım; bu yürek sevdaya uyası değil,
Türküm var: Harput, Diyarbakır mayası değil.
Garibim: İçimde Eğin'in havası değil.
Bir yaprak sarmadım yarana yaran çözerim.
Bir mısra gülmedim, dosta ağıt düzerim,
Uğruna destan yazılası, Adapazarım.