Geçtiğimiz hafta içi, futbolda Avrupa Kupaları geceleriydi. “Geceleri” derken, uzun yıllardır hasret kaldığımız “kış saati” uygulamasından dolayı, bizim saatimizle hakikaten uzun gecelere dönüşen, ertesi güne sarkan maçlar izlemek durumunda olduğumuzu da tekrar hatırlamış/hatırlatmış olalım!

Dünyanın en prestijli futbol organizasyonu olan Şampiyonlar Ligi ile açıldı sahne; yine her biri kıran kırana geçen, bol aksiyonlu, yüksek nitelikli maçlar izledik. Bu ligde, her takımın güçlü olarak buralara kadar geldiği gerçeğini göz ardı etmeden, alınan ve alınabilecek her sonucun normal karşılanması gerektiğinin altını bir kez daha çizmek durumundayız. Her ne kadar haftanın maçları beklendiği gibi sona ermiş olsa da arada yine de sıra dışı neticelere rastlanmadı değil. Nitekim kendi liginde de zor günler geçiren Manchester City, bu defa da Juventus deplasmanında umduğunu bulamayarak gediklisi olduğu yarı final/final hayallerinin (şimdilik) uzağında kalmış gibi göründü. Oyuncumuz Kerem Aktürkoğlu’nun da yer aldığı Benfica’nın, galibiyetsiz ve iddiasız Bolonga karşısında, hem de kendi evinde 0-0’a razı olması, gecenin beklenmeyen sonuçlarından biri olarak kayıtlara geçmiş oldu. Kerem demişken; daha 3-4 sene önce 3.lig takımı Erzincanspor’da oynayan bir delikanlının, şu an geldiği noktanın hakikaten gurur verici olduğunu söylemek durumundayız. Ayağının tozu ile gittiği Portekiz liginde 9, Portekiz kupasında 1, şampiyonlar liginde 3 gole imza atmasının dışında, yaptığı 3 asistle de toplamda 16 gole direkt olarak katkıda bulunması az bir başarı olmasa gerek…

Takımlarımızın durumuna gelince; başlığımızdaki “kahır” kelimesi biraz hafif kalır aslında! Çarşamba gecesi, Fenerbahçe’nin kötü oyunu ve aldığı mağlubiyetle başladı “kara gecemiz”.  Öylesine etkisiz ve arzusuzdu ki sarı lacivertiler, 35 bini aşkın taraftarının coşkusu bile yeterli olmadı. Rakip Bilbao takımı, sıradan olmasa bile, yenilmeyecek bir takım değildi aslında. Kaleci Julen Agirrezabala’nın neredeyse yere yatmadan maç bitirdiğini söylersek hem abartmamış hem de maçı özetlemiş oluruz… Konfederasyonu’ndaki temsilcimiz Başakşehir, açık konuşmak gerekirse, en az beklentimiz olan takımımızdı. Ama (iyi ki) yanıldık; zira gecemizi aydınlatan tek ışığımız onlar tarafından yakılmış oldu. Kendi ümitlerini bir sonraki maça taşımaları bir yana, ülke puanına çok değerli katkı yapmış olmaları takdire şayan sevinç unsurlarımız oldu. Üstelik yendiği rakibinin de iyiden iyiye iddialılar arasında gösterilen, Alman temsilcisi Heidenheim takımı olması, başarının üst düzey olduğunun göstergesiydi adeta… Beşiktaş, ligde uğradığı kan kaybına derbi galibiyeti ile pansuman yaptı derken ve bu serinin UEFA Avrupa Ligi’nde de devam edeceğini umarken, üstelik öne geçtiği maçta oyuna tutunamadı ve mağlup ayrıldı Aspmyra Stadından! Kabul etmek gerekirse, Bodo/Glimt takımı gerek kendi liginde lider olması, gerekse Avrupa’da ki durumu itibarı ile fena olmayan bir takımdı, ama yine de en azından bir beraberlik de mi olamazdı demekten kendimizi alamadık!

Galatasaray’a gelince; maç oynanmadan “bu maçın sonucu 2-2” olacak diye bir kehanette bulunan olsaydı (şahsım olarak 1-1 demişliğim var) hiç kimse itiraz etmezdi. Zira Galatasaray takımının eksikleri vardı, üstelik önemli eksiklerdi bunlar. İklim ve saha koşulları rakibin lehine durumlardı, nitekim son derece tutuk başladığı maçta bir de geriye düşünce “alarm zilleri’ni” son ses duymaya başlamıştık adeta! İlk yarım saat sonrasında toparlanan temsilcimiz devre biterken beraberliği buldu, hem de hiç ummadığı bir oyuncusundan! Kuzey Avrupa’nın hiç de yabancısı sayılmayacak 21 yaşındaki Elias Jelert’in attığı gol, kariyerindeki ender gollerden birisi olması bir yana, takımına da “hayat iksiri” niteliği taşıyordu. İkinci yarının başları sayılabilecek bir dakikada gelen golün kahramanı bu defa Yunus Akgün’dü. O Yunus ki, Avrupa maçlarında attığı gollerle zaten beklentileri yükseltmiş bir isimdi ve gereğini yapmış oldu! İlave sürede yenilen gol elbette ki hoş olmadı; ama teselli olarak söylemek gerekirse, namağlup olarak ilk 16’yı garantilemiş olmak “ehven-i şer” olarak değerlendirilebilir. Sonuç itibarı ile; futbolda bir Avrupa gecemiz daha, çok da hoş olmayan anılarla geride kalmış oldu. Hep söylediğimiz cümleyle nokta koyacak olursak; mühim olan Edirne’nin ötesi, gerisi “laf-ı güzaf”…

RTÜK

Radyo Televizyon Üst Kurulu, kısaca ve en bilinen adıyla RTÜK. Gücünü Anayasa’dan alan, devasa bütçeli, teknolojinin sınırsız imkânları ile bezeli bir kamu kurumu. Başta TV ve internet kanalları olmak üzere, her türlü denetim ve ceza uygulama hakkını “inhisarında” (tekel) bulunduran, gerektiği anda lisans iptaline varacak yaptırım gücü ve yetkisi bulunan bir devlet kuruluşu. Esas amacı, “dezenformasyon” denilen kasıtlı olarak yapılan yanlış ve yalan haberleri kontrol altına almak, bilgi kirliliğine meydan vermemek. Elbette ki, yüzlerce madde sayabiliriz etki/yetki alanı ile ilgili! Sözü fazla uzatmadan şunu söylemek istiyoruz; böylesine muktedir bir yapısı olan, dediğimiz gibi gücünü anayasa ve yasalardan alan bu RTÜK, “Yerli Dizi” adı altında, onlarca kanalda, üstelik “Prime Time” yani insanların çoluk çocuk birlikte olduğu saat diliminde gösterilen, müstehcen ötesi görüntülere neden tahammül eder? Oysa biliyoruz ki, özellikle bazı haber kanallarına neredeyse günlük ceza veren, (haklı-haksız) onları zapt-ı rapt altına alabilen böylesine bir kurumun, adına “Ulusal Kanallar” denilen ve çoğunlukta olan bir kesime neden bu kadar müsamahalı davrandığını çok merak ediyoruz? O yüz kızartıcı sahneleri acaba göremiyorlar mı?

 

ŞİİR: Olduğun Gibi Görün Ya Da Göründüğün Gibi Ol- Mevlânâ Celâleddin-i Rûm-i (17 Aralık 751. vefat yıldönümü anısına saygıyla, özlemle…)

Güneş gibi ol şefkatte, merhamette.
Gece gibi ol ayıpları örtmekte.
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte.
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette.
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette.
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

M E V L A N A Ğ Ğ