17 Eylül / Tarihe Düşen Bir Kara Gün…
17 Eylül 1967; Türk ve Dünya futbol tarihinin en acı günlerinden birisi. Türk Futboluna çok şey katmış, efsane bir isim olan Orhan Şeref Apak’ın başkanlığındaki Türkiye Futbol Federasyonu’nun (TFF) henüz yeni kurduğu Türkiye 2. Ligi Beyaz Grup 5.hafta maçında, Kayseri Atatürk Stadında çıkan olaylar sonucu, 43 genç insanın yaşamını yitirmesi ile sonuçlanan kara gün. Arşivimizdeki “Kara Eylül başlıklı” yazımızda da değindiğimiz gibi, tamamen ihmal ve görevi suiistimal sonucu faciayla sonuçlanan bir acı hatıra. Yine, “Ruhi Başeğmez ve Kökten Baytaroğlu” röportajlarımızdan da anlaşılacağı üzere (Gazetemizin YouTube kanalında ve arşivimizden görülebilir) “Perşembenin gelişinin Çarşambadan belli olması” atasözüne son derece uyan bir durum söz konusu. O tarihe kadar aralarında birçok kez futbol maçı oynayan her iki şehrin takımları, ilk defa profesyonel bir müsabakaya çıkacaklardır. Ancak, bu maçtan tam 1 yıl önce, Kayseri Şekerspor ve Sivas Sümerspor takımları arasında çok gerilimli iki maç oynanmış olup, bu maçların yankıları hala devam etmektedir. Bu maçların oynandığı tarihte profesyonel olarak sadece 1. Milli Lig bulunmakta, bunun dışında profesyonel lig bulunmamaktadır. Hal böyle olunca adı amatör ama, muhtevası son derece kuvvetli, büyük bütçelerle oluşturulmuş, kamu destekli kulüpler arasında tabiri yerindeyse “kıran kırana” maçlar oynanmaktadır. İşte Kayseri Şeker ve Sivas Sümer takımları arasındaki her iki maç bu koşullarda oynanmış olup, bu maçlarda oluşan gerilim, iki yeni kurulmuş takımın; Kayserispor ve Sivasspor’un tarihlerindeki ilk maçına kadar sürecek ve maç bu koşullarda başlayacaktır. Dönemin Kayseri Valisi Ali Rıza Aydos, devletin istihbarat birimlerinin kapsamlı raporu ve uyarılarını dikkate almayarak, büyük bir sorumsuzluk ve ciddiyetsizlik örneği göstererek, maç günü ailesi ile birlikte şehir dışında bulunarak, kayıtlara öngörü eksikliği olan il yöneticisi olarak geçmiştir. Nitekim daha sonrasında gerek Vali, gerekse Emniyet Müdürü’nün açığa alındıklarını biliyoruz. Maçın 20. dakikasında Kayserisporlu Küçük Oktay’ın attığı gol sonrası, misafir takım tribününde bulunan yaklaşık 5 bin Sivas seyircisinin üzerine başlayan taş yağmuru, olayın ne kadar organize ve planlı olduğunun bir göstergesi olurken, güvenliğin bir o kadar zayıf, hatta vurdumduymazlığının tezahürü gibiydi. Zira atılan taşlar, içinde meyve varmış görüntüsü verilen kese kâğıtları içerisinde stada sokulmuş ve bunun böyle olabileceğine akıl erdirilememiş! O gün maçta olan kişilerin, hemen tamamının ifadesi bu yöndedir. Görevi suiistimal, ihmal, delalet, görev bilincinden yoksunluk, sonuç; Yaralanan yüzlerce insan ve en mühimi hayatının baharında yaşamdan kopan kırk üç canımız…
18 Eylül 1967 gününe geldiğimizde, artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Toplumsal olayların akabinde görülen sosyolojik sonuçlar, burada da kısa süre içinde kendini gösterir. Oluşan ağır matem havası, insanları derinden etkilemiş, şehrin demografik yapısı inanılmaz bir hızla değişmeye başlamıştır. Zira o tarihte, Sivas’ta binlerce Kayserili yaşamaktadır ve bu kişiler şehrin ticari hayatının önemli unsurladır. Durumdan vazife çıkaran marjinal kişi ve küçük topluluklar, yer yer yağma ve Talan’a varacak eylemlerin içine girmişler, sözde intikam adı altında kendilerine maddi çıkar sağlamanın peşine düşmüşlerdir. Bu ağır travma, kamu ve yerel yönetime de sirayet edecek, (şahsım ve ailemin de mensubu olduğu) tarihi “Kayseri kapı” mahallesinin adı “Halil Rıfat Paşa” olarak değiştirilecektir! (Kayseri kapı adının tarihçesini aşağıda yazmaya gayret edeceğiz!)
Kayseri Kapı Mahallesi…
Tarihçesi Yüzyıllar öncesine varan, Sivas’ın en eski Mahallerinden birisi. Malazgirt Zaferimizden önce çoğunlukla, Doğu Roma İmparatorluğu’nun egemenliğinde olan Sivas’ta, diğer Roma İmparatorluğu şehirlerinde olduğu gibi, burada da “Sur’lar” mevcut. Bu surların, (tahmini olarak) şimdiki Atölye camisi, Devlet Hastanesi (Sigorta) Muhsin Yazıcıoğlu Kültür Merkezi’nin bulunduğu kısımlarına denk gelen bir kapısı var! (şimdi yok) O kapının adı “Kayseri Kapı”, nedeni de Kayseri’den gelen yolun şehre tek giriş kısmı burası ve de mahallenin adı da buradan kaynaklanıyor. Hatta çok daha önceleri “İpdidaiye” olarak geçtiği de literatürde var olan bir bilgi. Bu hususta “eski tapu kayıtları” arşivlerde mevcuttur. Yukarıda (naçizane) belirttiğimiz üzere, 17 Eylül 1967’deki o kara günden sonra, şehir meclisi ve dönemin kanaat önderlerinin ortak kararıyla “Halil Rıfat Paşa” olarak değiştirilmiş ve halen o isimle devam etmektedir. Peki bu surlar şimdi nerededir? Bu soruya ’da değerli tarihçimiz Murat Bardakçı’nın anlatısıyla cevap verelim; “Roma İmparatorluğu döneminden kalan surların taşları, Jandarma Binası, Kale Camisi, Vilayet binası, Sivas lisesi (şimdiki Kongre Müzesi) gibi yapılarda kullanıldı.” Atölye Camisine dönecek olursak; doğup büyüdüğüm mahallemin camisi olarak bugüne kadar Halil Rıfat Paşa mahallesine ait bildiğimiz camimiz, bundan birkaç yıl önce, Kadı Burhanettin Mahallesi envanterine geçirilmiş! Eski Muhtar Vedat abi’den (Susuz) aldığım bilgiye göre, halktan bir kişinin ısrarları sonucunda bu karara varılmış. Tarihi geçmişi, hikâyesi olan bu gibi yerlerle oynamak, sınırlarını başka bir mahalleye taşımak, hatta isimlerini değiştirmek!.. Toplumsal hafıza ve kültürümüzün devamı açısından, bir kez daha gözden geçirilmesi gereken bir durum olarak söylemek isteriz…