“Rahmetli Atatürk, sevdiklerinin cenazesine katılamazdı, dayanamazdı.
Annesi Zübeyde Hanım vefat etti gidemedi, kardeşi gibi sevdiği arkadaşı Nuri Conker vefat etti gitmedi. Manevi kızının vefatında içi elvermedi, cenazeye gitmedi. Rahmetli, hayatı boyunca sadece bir kişinin ölümünden sonra, “ah Necati ah Necati” diye diye, dizlerine vura vura ağlamıştı. Falih Rıfkı Atay, “Atatürk’ün ilk defa hıçkırıklarla ağladığını görmüştüm, öz evladı gibiydi.” diyordu. Mustafa Necati’ydi, doğma büyüme İzmirliydi. İzmir Mekteb-i Sultanisi’nde, bugünkü İzmir Atatürk Lisesi’nde öğretmendi. Yunan işgali başlamadan bir gün önce, şehirdeki yurtseverleri okulda toplantıya çağırmış, direnişi örgütlemiş, işgal gemileri Körfez’de son hazırlıklarını yaparken, Maşatlık ’ta binlerce kişinin katıldığı protesto mitingini düzenlemişti. Kürsüye çıkıp şöyle haykırmıştı; “İzmir Yunan’a ilhak ediliyor, işgal başlıyor. Bu akşam güzel İzmir’imizde son ve tarihi akşamımızdır. Ayaktayız, vakar ve sükûnetinizi muhafaza ediniz. Vatan ordusuna iltihaka hazırlanınız. Teslim olmayacağız.” Ertesi sabah, Yunan postalı vatan toprağımıza ayak basmış, Hasan Tahsin tetiğe basmış, Mustafa Kemal Bandırma Vapuruna binmiş Mustafa Necati vuruşmak üzere Ege dağlarına çıkmıştı.
Mustafa Kemal’in yol arkadaşıydı. Bakanlığı döneminde Harf Devrimini gerçekleştiren, ondan öncesinde 3 Mart 1924 tarihi/430 numaralı kanunla kabul edilmiş olan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu” (Eğitim Birliği Yasası) hazırlayan oydu. Asıl amacı itibarıyla ülkedeki tüm eğitim kurumlarının tek elden “Maarif Vekâletine” yani bugünkü adıyla Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmasını öngören çok önemli yasaydı ki, günümüzde bile önemini muhafaza etmektedir. Köy Enstitüleri’nin temelini atan Milli Eğitim Bakanımızdı. Tek bir hedefi ve arzusu vardı; “Memlekette mektep bulamayan bir çocuk bile bırakmayacağım” diyordu. 1 Ocak 1929’da, 35 yaşında vefat ettiğinde, potansiyel Başbakan adayıydı.”
Yukardaki satırları, değerli gazeteci/yazar Yılmaz Özdil’in “Mustafa Kemal” kitabından alıntıladık; belgesel niteliğinde hazırladığı bu eser için kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır. Bazı konularda, kendisi gibi düşünmeyen insanları bile çok önemli görevlere getirebilen, vefatı sonrasında dizlerine vura vura, ‘Ah Necati, ah Necati’ diye hıçkırarak ağlayan Büyük Önderimiz ’in (ve yakın mesai arkadaşlarının) sadece liyakate önem verdiğinin, her şeyi memleketin iyiliği adına düşündüğünün ve bu ilkeler doğrultusunda asla kin gütmeden, bağırdığı, hatta kızdığı insanların bile mutlak surette gönlünü aldığının tipik bir örneğini, bu vesileyle bir kez daha hatırlamış ve hatırlatmış olalım istedik.
“Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ile yabancıların hegemonyasına son verilmiş, çok başlılık ortadan kaldırılmış, bu sayede altın bir neslin önü sonuna kadar açılmıştır. “Garip gureba” ama nitelikli insanlar, ülkenin yönetim kadrolarında yer alarak, başta “Büyük Buhran” diye anılan 1929 Dünya Ekonomik krizi olmak üzere pek çok krizden ülkeyi selamete çıkarabilmişlerdir. Bahsi geçen büyük buhran döneminde, Dünya’nın hatırı sayılır ülkeleri bile inim inim inlerken, genç Cumhuriyet büyüme rekorları kırarak yoluna devam etmiştir.
Geçtiğimiz 1 Ocak 96. vefat yıldönümüydü Mustafa Necati’nin. Sadece 35 yıla sığdırılmış bir yaşam; Milli Mücadelenin her safhasından tutun, Altay kulübünün ve Balıkesir Barosu’nun kuruculuğuna, milletvekilliğinden, gazeteciliğe, Adalet ve Milli Eğitim Bakanlığına, Sivas İstiklal Mahkemesi üyeliğinden, Kastamonu İstiklal Mahkemesi başkanlığına kadar... Yaşamının her anında Gazi Mustafa Kemal’le birlikte, onun verdiği en önemli ve güç işlerin altından onurla, gururla, başarıyla çıkmış bir büyük Devlet Adamı. Aşağıda,(naçizane) tavsiyemiz olan kitapta çok daha ayrıntılarını görmek mümkün. Kimi zaman hıçkırıklara boğularak, bazı anlarda yüzünüze bir tebessüm gelerek… Vefat yıldönümünde bir kez daha anıyoruz; saygıyla, minnetle, hasretle. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun…
DİP NOT: Geçtiğimiz hafta içi birçok sanatçımız ve siyaset erbabımız aramızdan ayrıldı. Yer darlığı nedeniyle değinemediğimiz bu değerlerimizi, yarın ki yazımızda anmaya çalışacağız…
ROMAN 1: Cumhuriyet Döneminde Bir Devlet Adamı Mustafa Necati - Dr. Mustafa Eski. İlk Yayımlanma tarihi: 1999. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde yaptığı hizmetlerle adından en çok söz edilen bir kahramanın olağanüstü yaşamı ve hikâyesi. Cumhuriyet döneminin belki de en zor görevi olan eğitim alanında yaptığı devrim niteliğindeki hizmetler ve 35 yıla sığdırılan meşakkatli ve bir o kadar onurlu bir yaşamın hikâyesinin enfes bir üslupla anlatıldığı, belgesel niteliğinde bir eser…
ROMAN 2: Yabancı– Albert Camus (1957 Nobel ödüllü yazarımızın, 4 Ocak 65. vefat yıldönümü anısına saygıyla). İlk yayımlanma tarihi: 1942. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, yalnız Fransa’da değil, tüm dünyada kuşağının sözcüsü ve yol göstericisi kabul edilen bir büyük yazar. İlk ve en çok ses getiren bu eserinde, romanın kahramanı Meursault üzerinden, annesinin ölümü dâhil, her şeye nesnel bir biçimde yaklaşımını, enfes bir üslupla anlatıyor ve roman bir solukta okunuyor. Romanı Fransızca aslından dilimize çeviren, Semih Tiryakioğlu’nun büyük katkısına da bir alkış göndermiş olalım…
ATASÖZLERİMİZ: “Âlimden zalim doğar.” Topluma yaptıklarıyla daima yararlı olmuş bir bilgenin, çocuğu da öyle olacak diye bir kural yoktur. Türk Atasözleri Sözlüğü
YANLIŞ: Zıttı
DOĞRU: Zıddı
GÜNÜN SÖZÜ: “Bu dünyada incinip incinmeyeceğine dair tercih yapma şansın yok ancak seni inciteni seçebilirsin.” John Green
OYUN: Güzel dostluklar çoğu zaman, oyuncuların birbirleriyle oynadıkları oyunlardan minimum çabayla maksimum verim almalarına dayanır.” Eric Berne
ARZUHAL: “Kendinizi hazdan mahrum bıraktığınızda, çoğu zaman varlığınızın girintilerinde arzu biriktirirsiniz ancak.” Halil Cibran
NORMAL-ANORMAL: “Dick’in yüzü değişti. Ama hâlâ son derece ilgiliydi. Yumuşak kalpli, hatta fazla hassa bir adamdı, ama karısıyla adları Blanche ve Dick Parkes olmayan tüm o tuhaf karakterler hakkında dedikodu yapmayı seviyordu. Çok şükür biz normal insanlarız! Yeni zenginlerin o dayanılmaz ölçülülüğüne uygun bir şekilde giyinmiş, makyaj yapmış ve takılar takmış güzel karısına gülümsedi.” Elizabeth Harrower/Gözetleme Kulesi
İNSAN ÜZERİNE: “Yalnız tek bir merkez olsa da, insanların çoğu kendi merkezlerinde yaşar.” Herakletios
ÜTOPYA: Ütopya ufuk çizgisinde duruyor. Ona iki adım yaklaştığımda, iki adım geri çekiliyor. Eğer on adım ilerlersem, hemen on adım öne geçiyor. Ne kadar uzağa gidersem gideyim ona erişemiyorum. Peki, o zaman ütopyanın amacı ne? Amacı şu: Bizi harekete geçiriyor. Eduardo Galeano/Occupy This Book
RÜYA: “Bir adam bir düş gördü ve uyandığında yorumcuya giderek düşünü kendisi için yorumlamasını istedi. Yorumcu adama şöyle dedi: ‘Bana uyanıkken gördüğün düşlerle gel ki anlamlarını sana söyleyebileyim. Ama uykunun düşleri ne benim bilgeliğime aittir ne de senin imgelerine’.” Halil Cibran/Düşler
YALAN: “Senin için yalan söyleyen, senin hakkında da yalan söyler.” Arap Atasözü
DELİ: “Daha az yaratıcı olan insanlar otorite konumundaki kimselerin söylediklerine dayanarak belli durumlara çabucak adapte olabilirler, ama yaratıcı insanlar daha akışkan ve muğlak bir dünyada yaşar. Bir şeyleri fazlaca sorguladıkları ya da alışılmışın dışında oldukları için eleştirilere maruz kalabilir veya reddedilebilirler. Bu da onları depresyona veya toplumsal yabancılaşmaya sürükleyebilir. Nevi şahsına münhasır biri başkalarına tuhaf ya da acayip görünebilir. Yeni deneyimlere fazlasıyla açık olmak uçurumun kıyısında yaşamak demektir. İnsan bazen uçurumdan düşüp, depresyona, mani ve hatta şizofreninin derinliklerine yuvarlanabilir .” Nancy C. Anreasen/The Creating Brain
HAYAT-MEMAT: “Sonsuz eksi bir/Hayatın adıdır bu.” Turgut Uyar
AİLE: “Evin içi tuzaklarla doludur.” Sami Baydar
SADî-İ ŞİRAZİ’DEN: Bir ermiş vardı. Nefsine sözünü geçiremezdi. Geceleyin tövbe eder, sabah tekrar tövbesini bozardı. Halini anlatmak için şöyle dedi: - Eğer tövbeyi Cenab-ı Hak ihsan ederse gerçekleşir, yoksa bizim kendiliğimizden tövbemiz sebatsız ve gevşektir. Tanrım! Gözümü batıldan çevir, nurun şerefine yarın beni nârda yakma. Miskinlikten yüzüm topraklara sürünmede, günahımın tozu göklere çıkmaktadır. İlahi, sen rahmet yağmurunu yağdır. Yağmurun önünde toz kalmaz. Senin yolundan başka memlekete hangi ayakla gireyim. Tanrım, sen sükût edenlerin kalplerinde ne varsa bilirsin. Yaralı gönüllere sen merhem koyarsın.
TEBESSÜM: Doktor hastası olan Bektaşi’ye sordu: “Dün size verdiğim öksürük şurubunu aldınız mı?” Bektaşi: “Hayır.” dedi. Doktor hayretle “Neden” diye sorunca, Bektaşi şöyle cevap verdi: “Önce bir tadına baktım ve sonra öksürüğü verdiğiniz ilaca tercih ettim!” Orhan Güzel/ En Güzel Bektaşi Fıkraları