NEFES ALMAK BÜYÜK NİMET

Bundan altı ay kadar önce, bir ara tatilde Konya da akrabaları ziyarete gitmiştim. Güzel geçen tatilim ateş, baş ağrısı ve nabız yükselmesinden kaynaklanan bir sorunla karşılaşmamla başladı. Apar topar hastaneye gidişim ve öğrendiğim sonuç: akciğerlerime pıhtı atmış, üç damar tıkanmış. Tatilimi hastaneye yatarak geçirmiştim. Ve sonrası altı aylık bir tedavi. Bugün çekindiğim tomografi sonucum, akciğerimin sağ ve sol bölgelerinde yedi ve sekiz milimetreden oluşan nodüllerin saptanması, anlaşılan bizim tedavi daha devam edecek. Ve son altı ayda nefes almanın kıymetini daha çok anladık.

İnsan böyledir, elindekileri kaybedince veya sahip olduklarının elinden çıkacağı korkusu onu telaşa sürükler, değer verdiği gözünde daha çok anlamlanır.

Nefes alıp vermek hayatın kaynağıdır. Nefes alırken temiz havayı oksijeni içimize çekeriz, vücudumuz gerekli olan enerjiyi elde etmek için oksijeni yakar ve ayrıştırır. Bu hayatımızın uzaması demektir. Yanan oksijen sonrası karbondioksit oluşur, nefes verirken de bu oluşan karbon dioksiti dışarı atarız. Bir dakikada toplam 900 kere nefes alıp verdiğimizi öğrendim. Bir günde 21600 nefes alıp veriyormuşuz. Sadi Şirazi Hazretleri buyurur ki; Bu nefes alıp vermemiz iki şükrü gerektirir; bir alırken, birde o nefesi verirken. Her hâlimiz şükürlük değil mi? Görmemiz, duymamız, hissetmemiz, yürüyebilmemiz. Ama yoğun telaşlar içinde unutuyoruz. Şükretmeyi, sağlığımızın değerini, lafa gelince hatırlıyoruz bir saniye sonrasının garantisinin olmadığını, hepimizin bir engelli adayı olduğunu. Konuşurken mangalda kül bırakmıyoruz fakat yaşayışımız öyle mi? Ne kendimizi düşünüyoruz ne başkasını. Unutuyoruz, neyi unuttuğumuzu bilmeden. Biz daha dünyaya gelmeden ruhlarımızın Rabbimize verdiği sözü unutmamış mıydık? Ama biz de unutulacağız. Bir makalede okumuştum; “Ey insan! Bir gün unutanların unuttuklarından bir unutulmuş olacağını unutma. Unutma ki pek yakında ölüm gelecek senin de kapını tıklayacak.”

Ama İmam-ı Gazali Hazretleri’nin dediği gibi mezarı kazan bile unutuyor ölümü.

Bir cenaze başında bile sohbete koyuluyoruz;

-Hacı Selamün aleyküm.

-Ooo Selami abi aleyküm selam, ya niye görüşemiyoruz. Valla şu cenazeler olmasa görüşemeyeceğiz.

-Aynen öyle. İşler nasıl.

-(Kısık sesle) Pek iyi değil. Malum siyasete atıldık. İşlerde kesat ne yapacağım bilmiyorum.

-Abi ne mutlu sana ki atılabileceğin bir siyasi platform bulmuşsun. Ne güzel. Hayırdır ne diye ölmüş bizim Ali?

-Ölüm bu, ne diyesi olmaz. -Allah rahmet eylesin. Eee sanayideki yeri ne yaptın.

-Duruyor satamadım. Onu satsam biraz rahatlayacağım ama…

Hemen ileride bir kaç kişi bir araya gelmişler, hem mezara toprak atanları seyrediyorlar hem de fısıldaşıyorlar)

-Sami abi iki kürek de biz atsa mıydık?

-Kardeş toprak ıslak, hem beyaz giydim. Şimdi girersem kirlenir inan yengenle papaz oluruz. - O zaman ben yanaşayım hiç olmazsa bir kürek atayım.

-(Fısıltıyla) Aman sona kalma, kalan toprağın hepsini sana attırırlar.... (Hemen yanlarında ihtiyar birisi oturmuş sırtını bir mezar taşına vermiş kendi kendine homurdanıyor)

-Oğlandan hayır yok, kızdan Hayri bey. Al işte dönüp dolaşıp geleceğin yer burası. Sana kaç kere söyledim malı mülkü ne yapacaksın. Sat sav dünya seyahatine çık... (biraz duruyor ve iç sesine kendi kendine cevap veriyor) Ülen kalkıp bakkala gidemiyorsun, dizlerinin ağrısından bir de dünya turu diyorsun. (Derin bir nefes alıyor ve ) “Allah’ım emanetini tez al. Beni bu oğlanla kızın eline bırakma...”

Bir diğeri saatine bakıyor, bir başkası geç kaldığı bir işi için bir an evvel cenaze merasiminin bitmesini bekleyerek hayatın hengâmesine yeniden ve tüm hızıyla katılmayı, atılmayı, balıklama dalmayı bekliyor...

Tüm bunları görüyorum ve ah ölümün ilk gecesi diyorum. Ah ölümün ilk gecesi... Allah hayırlı ömür, hayırlı ölüm versin, bir de ardımızdan bize dua etmeyi düşünen ve hiç olmazsa gömülünceye kadar ölümü tefekkür edebilecek kadar hassas dostlar versin inşallah...

Selman DEVECİOĞLU