ARAF SURESİ- 

168- Daha sonra onları, parçalanmış topluluklar hâlinde yeryüzüne dağıttık; içlerinde iyileri de vardır, kötüleri de. Onları, belki doğru yola dönerler diye kimi zaman çeşitli nimet ve güzellikler bahşederek, bazen de belâ ve musibetler vererek sürekli imtihan ettik."

170- Kitap'a sımsıkı sarılıp namazı ikame edenlere gelince; şüphesiz biz, böyle dürüst ve erdemli olmayı benimseyen ve bunu öğütleyen kimselerin hakkını elbette ziyan etmeyeceğiz

Cemal Külünkoğlu Meali
A’râf Suresi 170. Ayet Açıklaması
Ayet İsrail oğullarından bahsettiği için, “ekamu’s-salât” cümlesine, “namazlarını ikame edenler” yerine “kulluklarını yerine getirenler” manası verenler olsa da doğru olan “namazlarını ikame edenlerdir”. Çünkü namaz, bütün peygamberlerin şeraitinde bulunan yani Müminlerin hayatında devamlı var olan temel bir ibadettir. Bu ayetten de anlaşılıyor ki Yahudilerin hayatında da namaz vardı.


172- VE RABBİN, Âdemoğlunun sulbünden onların nesillerini çıkardığı her zaman, onları kendileri hakkında tanık kıldı: “Ben değil miyim sizin Rabbiniz?” Onlar da “Kesinlikle” dediler, “buna biz şahidiz!” (Bunu hatırlattık) ki, Kıyamet Günü bizim bu gerçekten haberimiz yoktu demeyesiniz.

Mustafa İslamoğlu Meali
A’râf Suresi 172. Ayet Açıklaması
Kanaatimizce, “Âdemoğlunun sulbünden onların nesillerini çıkardığı zaman” ifadesi, üreme organlarının çalışmaya başladığı “büluğ zamanına” tekabül eder. Büluğ yaşı, ibadet mükellefiyetinin ve cezaî ehliyetin başlangıcıdır. Bizce Allah Rasûlü’nün “Üç kişiden kalem kalkar: Büluğ çağına gelinceye kadar çocuktan..” hadisi, bu âyetin nebevî bir okuması gibi görünmektedir. Esasen hadisteki türden bir tesbit, ancak ilâhî bilgiye istinat edebilirdi. İyi araştırıldığında, Allah Resul’ünden sadır olan bu gibi haberlerin kaynağının vahiy olduğu, bu hadislerin vahyin nebevî bir basiretle okunması sonucunda ortaya çıktığı görülecektir. Büluğ yaşı çıtası, bundan öncesinin sorumsuzluk olduğu anlamına gelmez. Terbiye açısından her yaşın bir sorumluluğu vardır.

Bu âyetin muhtevası, avam dilinde kâlû belâ adıyla bilinir. İnsan fıtratının tevhidi kabul etmeye doğuştan hazır olduğunu, Rab olan bir yaratıcıyı inkârın mazeret olamayacağını ifade eder. Zemehşeri bu diyalogu mecazî sayar ve tahyîl (canlandırma, dramatizasyon) olarak niteler. Bunu hakiki olarak yorumlayan müfessirlerden Taberi, bu yorumun dayandığı hadis hakkındaki ciddi kuşkularını dile getirmeden de edemez. Bu âyeti lafzî yorumlayan kaynakların dayandığı rivayetlerin tamamı, Allah’ın Hz. Âdem’in sulbünden söz aldığını ifade etmektedir. Âyetin Hz. Âdem’den değil “Âdemoğullarından” söz ettiği açıktır. Bu tartışmalı rivayetlere dayanarak âyeti mecazdan hakikate taşıyan klasik tefsire yöneltilen tüm eleştirileri nakleden Râzî, ayetteki diyalogun mecazî olduğu görüşünü, karşı çıkmaksızın dile getirir. İbn Kesir, âyetin insanın yaratılıştaki saf ve temiz fıtratına dikkat çektiğini söyleyerek bu konudaki âyet ve hadisleri sıralar. Buradaki anlatımın Fussilet 11 ve Ahzab 72’de olduğu gibi temsilî bir diyalog olduğu açıktır. Bu diyalogu lafzi anlamına hamletmek biraz da keskin bir “ruh-beden” ayrımının eseridir. İrfanî bilgi sisteminin agnostisizmden, Burhanı bilgi sisteminin Yunan felsefesinden ödünç aldığı insanın fizikî varlığından bağımsız bir “nefs” ve bedenden ayrı bir “ruh” tanımı, hicrî 3. yy’dan itibaren bugünkü anlamında kullanılmaya başlamıştır. Daha sonraları bu etki Beyanı bilgi sistemine de geçerek Kelama mal olmuştur. Eş ‘ari kelâmının “ilk misakı savunması da buna bağlanabilir. Fakat Maturidi bu yorumu reddeder. Bu âyet, insanoğlunun doğuştan “aşkın bir Yaratıcı Varlık’ı algılamaya yatkın yapısına, yani “fıtrat”a atıfta bulunmaktadır. Âyet, “kollektif bilinçaltı” adı verilen duruma bir atıf olarak da okunabilir.


180- En güzel (en iyi) sıfatlar Allah'a aittir. Öyleyse, o iyi sıfatlarla yalnız O'na dua edin ve O'nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın (onlardan uzak durun). Böyleleri yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır!

Cemal Külünkoğlu Meali
A’râf Suresi 180. Ayet Açıklaması
En güzel sıfatlar anlamına gelen “Esmâ-u’l-husna” terkibi Kur’an’da bu ayetle beraber dört ayrı yerde geçmektedir. (İsra 17/110, Taha 20/8, Haşr 59/24). “En iyi sıfatlar (nitelikler) Allah’a aittir” anlamındadır. Bunlara “Allah’ın İsimleri” yerine “Allah’ın Sıfatları” demek daha doğru olur. Zira isim canlı, cansız bütün varlıkları ve kavramları sadece ifade etmek için kullanılır ama sıfat, varlıkları daha detaylı anlatır ve tanıtır, görev ve ödev bakımından varlığın özelliklerini bütün ayrıntılarıyla ortaya koyar. Örneğin, bir insanın isminin Kâmil olması onun kemâle erdiğini göstermez, sadece o kişinin bilinmesi için adının Kâmil olduğunu gösterir ama bir insanın sıfatının kâmil olması onun kemale erdiğini, emin olması onun güvenilirliğini ortaya koyar. Allah’ın isimlerinden birinin “Rahman” olduğunu bilmekle, O’nun merhametinin sınırsızlığını, varlık âlemi üzerindeki sonsuzluğunu bilmek ve buna inanmak ve bu inançla O’nun rahmetine sığınmak aynı şey değildir.

“O iyi sıfatlarla yalnızca O’na dua edin” Yani O’na dua edeceğiniz zaman o sıfatların mahiyetini muhakeme ederek dilekte bulunun. Rızık isterken Yegâne rızık verenin O olduğunu düşünerek rızık isteyin, bağışlanmanız için bağışlayanın sadece Allah olduğunu dile getirerek yürekten dua edin. Bu sıfatları illa da Arapça söylemek gerekmez. Mesela herkes kendi konuştuğu ve anladığı dille, örneğin; “Ey Bağışlayan ve bağışlamayı seven!”, “Ey Merhamet eden ve merhameti sınırsız olan!”, Ey affeden ve affetmeyi ilke edinen!” şeklinde samimi ve içten dua ederse daha güzel olur.

181- Yarattıklarımız arasında [başkalarına] doğru yolu gösteren ve onun ışığında adaletle davranan insanlar da vardır.
 
Muhammed Esed Meali
A’râf Suresi 181. Ayet Açıklaması
Zımnen, “ve buna uygun olarak ödüllendirilecekler”. Bkz. 159. ayet: bu ayette Hz. Musa’nın kavmi içinden iyi olanlar da böyle nitelendirilmektedir. Bu ayette ise yapılan atfın, bütün çağları ve bütün toplumları -yani, Allah’ın mesajlarını yürekten kabul edip, Allah’ın mutlak hakikat olduğu inancı içinde, bu mesajların ışığı altında yaşamaya çalışan herkesi kucaklayacak kadar geniş tutulmuş olduğu görülmektedir.


182- Ama ayetlerimizi yalanlamaya kalkışan (ve onları ciddiye almayan, zulüm ve isyanlarıyla yeryüzünü fesada uğratan) kimselere gelince; onları, hiç bilmeyecekleri yerden adım adım felakete götüreceğiz.

Cemal Külünkoğlu Meali
A’râf Suresi 182. Ayet Açıklaması
Burada sadece inanmamak yok aynı zamanda küfrün ayakta kalması için zulüm var, baskı var, fitne var, nefsi önceleyip dünyada hüküm sürdürmek isteyen seküler anlayış var. İnsan haklarına ve temek özgürlüklere hayat hakkı yok. En’am suresi 6/44-45 ayetleri bu Âyetin ikinci cümlesini ve bir sonraki âyeti açıklar niteliktedir. “Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca (önce) bütün nimetlerin kapılarını yüzlerine açtık, nihayet sahip oldukları (bol) nimetler yüzünden şımarıklığa/günaha kapıldıklarında kendilerini ansızın, kıskıvrak yakalayıverdik de bütün ümitleri suya düştü! Ve böylece, zulmeden (inkârda ve isyanda ısrar eden) o toplumların kökü kesildi…”

(Müşrikler nasıl oluyor da Rablerine ortak koşabiliyorlar) Onlar göklerin ve yerin hükümranlığına ve Allah'ın yarattığı herhangi bir şeye (ibretle bir kere olsun) bakmazlar mı? (İşledikleri bu kadar günaha rağmen, başlarına Rableri tarafından azabın inmemiş olmasına mı güveniyorlar?) Ecellerinin yaklaşmış olabileceğini hiç düşünmüyorlar mı? Artık bundan (Kur'an'dan) sonra, hangi bir söze (hangi bir kitaba veya bir delile) inanacaklar? (Cenabi-ı Hak, göndermiş olduğu son Peygamberine divane diyenleri, indirmiş olduğu son semavi Kitap’ta yer alan ayetlerini yalan sayanları elbette hidayete erdirmez)