YUNUS SURESİ

18-Onlar Allah’ın pe؛i sıra kendilerine zarar da yarar da sağlamayacak şeylere tapıyorlar ve “Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir.” diyorlar. De ki: “Siz Allah’a gِklerde ve yerde bilemeyeceği bir ؛eyi mi bildiriyorsunuz! O, onların ortak ko؛tuklarından yüce ve uzaktır.”

Mehmet Okuyan Meali
Yûnus Suresi 18. Ayet Açıklaması
Bu ayet Zümer 39:3 ile birlikte okunmalıdır. Kişinin kendisini Yüce Allah’a yakla؛tıracak aracılar edinmesi ؛irktir ve eğer tevbe edilmezse, ؛irk denen kabul Nisâ 4:48 ve 116’da da belirtildiği gibi Allah tarafından affedilmeyecek tek günah olarak tanıtılmaktadır. Mü؛riklerin Yüce Allah katında putlardan ؛efaat beklemesi onların bir kısmının da olsa ahirete inandığını gِsterebileceği gibi, bu ؛efaat beklentisinin dünyada durumlarının düzeltilmesi beklentisi olduğu da ifade edilmektedir. Bu durumda mü؛rikler içerisinde bu türden ؛efaata inananların ahirete inanmadıkları belirtilmiş olur.

Bu cümle Ra‘d 13:33 ve Hucurât 49:16. ayetlerle birlikte okunmalıdır. Amaç insanların hadlerini a؛arak Yüce Allah’a din ِğretmeye kalkı؛mamasına dikkat çekmek ve O’nun bilmediği hiçbir şeyin olmadığını vurgulamaktır.

19-VE [bil ki,] bütün insanlık sadece bir tek topluluk halindeydi, ama sonradan ayrı gِrü؛leri benimsemeye ba؛ladılar. Şayet (bu konuda) Rabbinin katında ِnceden belirlenmi؛ bir karar olmasaydı dü؛tükleri bütün bu ayrılıklar [daha ba؛langıçta] çِzümlenmi؛ olurdu. 

Muhammed Esed Meali
Yûnus Suresi 19. Ayet Açıklaması
Lafzen “ve sonra [aralarında] anla؛mazlığa dü؛tüler”. “Bir tek topluluk” (ümmeten vâhideten) teriminin açıklanması için bkz. 2. sure, 197. not. Yukarıdaki anlam akı؛ı içinde bu ayet, sadece insanlığın bir zamanlar içinde bulunduğu mütecanis topluluk halini değil, aynı zamanda, Kur’an’da sık sık temas edildiği üzere, bütün insanların zihinsel ve ruhsal yaratılı؛ itibariyle Allah’ın varlığını, birliğini ve sınırsız kudret ve egemenliğini kavrayabilecek bir yapıda olduklarına da zımnen i؛aret etmektedir. Ve insanı temel kavrayı؛tan uzakla؛tıran bütün eğriliklerin, aslında, onun doğu؛tan getirdiği yeti ve yatkınlıklara zamanla yabancıla؛masından doğan zihnî karı؛ıklıkların ürünü olduğunu îma etmektedir.

29 Lafzen, “ayrılığa düştükleri bütün konularda aralarında hüküm verilmiş olurdu. Yani Allah katından, ilahî vahyin temas ettiği meselelere yaklaşımlarında ayrılığa düşecekleri, farklı gِörüşleri benimseyecekleri yolunda ِönceden irade edilmiş bir karar olmasaydı -ki ayette geçen “kelime” sِözcüğünün bu akış içinde anlamı budur. Hakkın ne olduğu konusunda kendilerine apaçık deliller, burhanlar ulaştıktan sonra artık birbirleriyle ihtilafa düşmezler, tersine daha başından aynı gِörüşleri benimseyip sonuna kadar onlara bağlı kalırlardı. (karş. 2:253 ve ilgili 245. not). 

Oysa bِyle bir tek ِrneklilik insanların zihnî, ahlakî ve toplumsal gelişmelerini ِönleyeceği için, Allah, insan aklını vahyin rehberliğiyle destekliyerek hakkı seçmeyi ve ona gِötüren yolu bulmayı insanların kendi ihtiyarına bırakmıştır. (Keza bkz. 2. sure, 198. not.) Yukarıda parantez içindeki kısım 2:213’le bağlantılı olarak okunmalıdır.

20-BİR de diyorlar ki: “Ona Rabbinden bir ilâhî kudret delîli indirilmeli değil miydi?” Buna kar؛ılık de ki: “Gayba ait hakikatler yalnızca Allah’a ait bir alandır: ؛imdi artık bekleyin (akıbetinizi)! İyi bilin ki, ben de sizinle birlikte bekleyeceğim!”

Mustafa İslamoğlu Meali
Yûnus Suresi 20. Ayet Açıklaması
Konu “ilâhî kudret delîli” olduğu için, “a؛kın hakikat” olarak çevirdiğimiz ğayb bu bağlamda, sadece ilâhî bilgiye değil, aynı zamanda ilâhî eyleme de tekabül eder. اevirimizin gerekçesi budur.

Beklenen iki ؛eydir: Ya fiilî mucize gِnderip inanmayınca helâk etmek, ya da onun yerine gِnderilen Kur’an mucizesine inanmayanlara dünyada mühlet verip âhirette cezalandırmak.

25-Allah selâmet yurduna¹ davet eder² ve dilediğini³ hak yola ula؛tırır.

Mehmet Türk Meali
Yûnus Suresi 25. Ayet Açıklaması
Dâr’ül-İslâm: İslâmî hükümlerin tam olarak uygulandığı ve başında Müslümanların seçtiği ve kendilerinden olan halifenin bulunduğu devlet; “İslâm Yurdu” demektir. “Dâr”, lügatte ev, belde ve ülke anlamında kullanılır. Dini terim olarak ise; bir idarecinin hâkimiyeti altında bulunan ülke anlamındadır. “Dâr’ul-İslâm” tabiri daha sonraları İslâm hukukçuları tarafından, “Dar’ül-Harb”in karşıtı olarak kullanılmıştır. İslâm ümmetinin vatanı, Allah’ın mülkü olan yeryüzünün tamamıdır. 

(Nur: 55 ve Enbiyâ: 105.) âyetlere gِöre Cenâb-ı Hak, yeryüzünün tamamına sahip olma hakkını Müslümanlara tanımıştır ve bu hakkı elde etmeyi de, Müslümanlara bir gِrev olarak vermiştir. (Tevbe: 123, Bakara: 191) Bu ayetlere gِöre; yeryüzünün hâkimiyeti sadece Allah’a mahsustur. Hiçbir fert, hiçbir hânedan ve hiçbir meclis veya parti bu hâkimiyeti ele geçiremez. 

Yeryüzünde bu hâkimiyet Allah’ın dışında bir otoriteye verildiği takdirde mutlaka fitne başlar. Bu duruma gِöre dünya, “Dâru’l-İslâm ve Dâru’l-harp” diye ikiye ayrılmaktadır. Dâru’l-İslâm adını alan yerlerin gerçekten Dâru’l-İslam olabilmesi için orada İslâm hukukunun eksiksiz olarak uygulanması gerekmektedir. Dâru’l-İslâm’da “yasama yetkisi”, yalnız Allah ve Rasulü’nün elindedir. “(yürütme ve yargı” Allah ve Rasûlü’nün koyduğu kurallara gِre yapılır. 

İslam devletinin siyasî iktidarının sona erip yerine Allah’ın otoritesini tanımayan kimselerin hâkimiyeti ellerine geçirmesiyle o ülke, dâru’l-harb’e dِnüşür. Hanefilere gِöre, bir ülkede Müslümanlar güven, kâfirler de korku içinde iseler orası Dâru’l-İslâm’dır. Düşman istilasına uğramış bir bِölgeyi kurtarmak için yapılacak bir savaşta, İslâm hukuku uygulanır. Savaşılıp orası tekrar ele geçirildiğinde İslâm’a dِönenler ِözgürdürler. Dِönmeyenler ise cizye ِödemek şartıyla o beldede yaşamaya devam eder.

2 Güvenlik yurduna, Cennete, İslâm hükümlerinin uygulandığı yere (Dar’ül İslâm’a)…

3 آyetin bu bِlümü “...ve dileyeni doğru yola ula؛tırır” ؛eklinde de tercüme edilebilir.

4 Doğru yol olan İslâm’ı bulmadan Allah kimseye bu yolda ilerlemeyi nasip etmez