“19 Mayıs 1919’da Samsun kıyısından başlayan yolculuk, 9 Eylül 1922’de İzmir’de sona erdi. Ama bu son, bir başlangıçtı aynı zamanda… İstiklal Savaşı, İzmir rıhtımlarında başladı ve orada bitti. Adına Milli Kurtuluş Hareketi denilen büyük ve çağdaş hareketin kuruluş ve inşa devri ise bu bitişten sonra başlayacaktı. Çünkü zafer, Gazi Mustafa Kemal için gaye değil, vasıtaydı.
Sakarya muharebesi kazanılmıştı. Fakat Ankara’da çok sert rüzgârlar esiyordu: “Düşmanı niçin takip etmedik? Düşmanın niçin peşini bıraktık? Şimdi düşmana niçin taarruz etmiyoruz?” Günler ilerledikçe bu rüzgârlar daha da sertleşiyordu: “Ordumuzun taarruz kabiliyeti yok! Yapılacak taarruzda yüzde 25 bile kazanma ihtimali olsa can feda! Başka çıkar yol aramalıyız! Bak, Avrupalılar bize sulh teklif ediyorlarmış, niçin faydalanmıyoruz?”
Sakarya muharebesini izleyen ve Gazi’nin hazırlık devresi olarak vasıflandırdığı devreyi dolduran bu sert, kırıcı çıkışlara, bizzat Gazi Mustafa Kemal olmak üzere, o devirde işlerini yüklenen insanlar, metanetle göğüs germişlerdi. Mesela Fevzi Paşa (Çakmak) şunları nakleder: “Kimisi taarruzun bir delilik olduğunu söylüyordu. Kimisi ne diye boşu boşuna kan dökelim diyordu. Kimisi ise, efendim yüzde 25 zafer ihtimali olsa ben de taraftar olurdum. Fakat maalesef yok!” diye söyleniyordu.”
Gazi Mustafa Kemal hazırlık günlerini anlatırken, şunları da açıklar: “Mecliste ordu aleyhine bir cereyan vücuda getirilmişti. Diyorlardı ki, Sakarya muharebesinden sonra aylar geçtiği halde, ordu ne için taarruz etmiyor? Hiç olmazsa sınırlı bir cephede taarruz etmelidir ki, ordumuzun taarruz kabiliyeti olup olmadığını anlayalım! Hatta Başvekil Rauf Bey bile zaman zaman, mahrem bir şekilde bana soruyordu: “Hakiki vaziyeti hiç değilse bana söyle. Ordu ne haldedir? Hakikaten taarruz edemeyecek mi?”
Özetleyerek alıntıladığımız satırlar, Şevket Süreyya Aydemir’in, yakın tarihimize ışık tutan büyük eseri “Tek Adam” kitabından. Büyük Taarruza giden yolda, her çeşit ve her görüşten insandan oluşan “Gazi Meclis’in” ahvali bu durumdadır. En yakınında bulunan insanların bile mütereddit, karamsar, hatta ümitsiz olduğu bir dönemde, zaferden emin olan bir kişi varsa o da kuşkusuz Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır. İnanılmaz kurmay zekâsının yanında, insanlık ve savaş tarihini, okuduğu 5 bin civarında kitap ile adeta hafızasına kazımış, entelektüel bir dâhiden bahsediyoruz… Suriye, Filistin cephesinden, Trablusgarp’a, Balkan Savaşı’na... Anafartalar’dan, Muş ve Bitlis’e, Sakarya’dan Kocatepe’ye kadar görmediği savaş meydanı kalmamış bu dahi insan, 25 Ağustos günü Çalıkuşu’nu okuyor ve not düşüyor: “Reşat Bey çok güzel yazmış, çok beğendim, çok takdir ettim.”
30 Ağustos 1922’de Türk Ordusunun zaferi ile sona eren büyük taarruz sonrası artık “ilk hedef Akdeniz’dir.” Zafer Bayramımızın 102. şeref yıldönümü kutlu olsun! Başta büyük önder Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu uğurda kanını, canını veren ecdadımıza şükran borçluyuz. Onları, saygıyla, minnetle, özlemle anıyoruz. Ruhları şâd, mekânları cennet olsun.
DİPNOT 1: “Atatürk Olmasaydı”: Aşağıda bahsi geçen kitabımızda, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bakınız kendi el yazısı ile ne diyor: “Bu memleket dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârlarıyla sallandı, beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı, onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu, tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”
DİPNOT 2: “Tıbbiyeli Hikmet”; Sivas Kongresi’nin sembol ismi, Cumhuriyet ateşini yakan kıvılcımlardan belki de en önemlisi. Aşağıdaki resimden de anlaşılacağı üzere, isminin Sivas’ın bir caddesinde yaşatılması son derece anlamlı ve değerli. Daha önce müteaddit defalar bahsettiğimiz üzere, “Heyet-i Temsiliye’de” bulunan tarihi şahsiyetlerin birçoğunun adı herhangi bir sokak veya caddede bulunmuyor. Yaklaşan 4 Eylül’ün 105. yıldönümünde, yılların ihmalinin telafi edilmesi en büyük arzumuz ve beklentimizdir…
DİPNOT 3: Avrupa kuplarında, takımlarımızı “altın tepsi” ile sunulan bir ikramın beklediğini söylemiştik. Bu ikramı tam anlamıyla değerlendirdiğimiz söylenemez, UEFA ve FIFA sıralamasında rakibimiz olan ülkeleri yakalayıp, hatta geçme fırsatını (şimdilik) kaçırdık. Umarız, devam eden müsabakalarda bunu telafi edebiliriz… Bu arada, Paris 2024/Paralimpik oyunlarında (1 Eylül itibarı ile) sporcularımızın kazandığı, 3 altın, 5 gümüş, 2 bronz olmak üzere, toplamda 10 madalya ile gururlandık. Oyunlar sona erene kadar, madalya sayımızın artacağı umuduyla, millilerimizi bir kez daha kutluyoruz…
NOT 1: Albay Reşat Bey (Çiğiltepe); dünyanın en haklı, en onurlu, en meşakkatli kurtuluş savaşının efsane ismi. Söz verdiği sürede alamadığı “Çiğiltepe” için yaşamına son veren bir kahraman. Yakın tarihimizin bu büyük kahramanını, vefatının 102. yıldönümü olan 27 Ağustos’ta anıyoruz. Saygıyla, şükranla, rahmetle. Ruhu şâd olsun…*
NOT 2: Son Dakika; Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gecenin ilk saatlerinde Adanaspor Teknik Direktörü Sol Samba’nın vefat haberi ile sarsıldık. Trabzonspor dâhil, parlak futbolculuk geçmişini noktaladıktan sonra, futbola çalıştırıcı olarak devam eden değerli spor adamı henüz 39 yaşındaydı. Yine hafta içinde, Bursa Nilüfer Belediyesi Spor Kulübü Voleybolcusu, 28 yaşındaki Marie Victoria Lopez’in kalp krizi sonucu hayatını kaybetmesi ile son derece müteessir olduk. Ülkelerinin, evlerinin çok uzağında yaşamını kaybeden merhum spor insanlarının tüm sevenlerine başsağlığı diliyoruz. Ruhları şâd olsun…
FİLM: Kazablanka (Casablanca). Yönetmen: Michael Curtiz. Başrollerde: Ingrid Bergman, Humphrey Bogart. Yapım yılı: 1942. 2. Dünya savaşının Kuzey Afrika ayağında, Fas coğrafyasında geçen, savaşın tam ortasında yaşanmış müthiş bir aşk hikâyesi. Daha önce, muhtemelen tavsiye ettiğimiz bu sinema klasiği, Ingrid Bergman’ın 29 Ağustos 42. vefat yıldönümü anısına bir kez daha tavsiyemizdir. *
ROMAN: Atatürk Olmasaydı – Cemal Kutay.
Büyük tarihçimizden, kısa ama dolu dolu bir başyapıt. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün müthiş öngörüleri, yanlış bilinen gerçekler, karanlıkta kalmış konular. Büyük Zafer’in yıldönümüne atfen…
ŞİİR: Kuvay-i Milliye Destanından- Nazım Hikmet Ran
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
Şayak kalpaklı adam
Nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
Güzel, rahat günlere inanıyordu
Ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
Birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar : ‘Üç,’ dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.
Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.
ATASÖZLERİMİZ: “Adamak kolay, ödemek zordur.” Sözle söylenen bir işin yerine getirilmesi kolay değildir. Bu nedenle söz vermeden önce sözünün gereğini yerine getirip getiremeyeceğini kişinin düşünmesi gerekir. /Türk Atasözleri Sözlüğü
YANLIŞ: Duraklama! (Futbol sezonu ile birlikte başlayan Türkçe katliamına atfen)
DOĞRU: Oynanmayan süre
GÜNÜN SÖZÜ: “Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça terk olunamaz.” Gazi Mustafa Kemal Atatürk/ Büyük Taarruz öncesinde, Sakarya Meydan Muharebesi sonrası
OYUN: “Ve unutmayın, toprak çıplak ayaklarınızı hissetmekten hoşlanır ve rüzgârlar saçlarınızla oynamak için can atar.” Halil Cibran
ARZUHAL: “Arzu, talep eksi ihtiyaçtır.” Mladen Dolar
NORMAL-ANORMAL: “İnsanlar bana vahşi diyor. Doğru değil, vahşi değilim. Sadece, sanırım hiçbir zaman normal olmadım, kurulu düzen dediğin şey değilim, toprağım ben, memleketim.” Johnny Cash
İNSAN ÜZERİNE: “Biz insanlar yerinde duramayan bir türüz, hiçbir zaman tam olarak tatmin olamayız.” Addy Pross
ÜTOPYA: Bakarsan ütopya, bakmazsan distopya olur!
RÜYA: “Zamanın uçucu niteliği yüzünden, yaşamın bir rüya olduğu, dış dünyanın var olmadığı duygusuna kapılırız.” Simone Weil
YALAN: “İnsanların doğruyu söyleyip söylemediklerini ancak nasıl yalan söylediklerini gördüğünüzde anlarsınız. Yalan söylediğine tanık olduğumuz birisine ilk kez görüyormuşuz gibi bakmamız bundandır. Öte yandan, bakmayın yalanların kolaylığını hayatın gerçeği sanan insanların gerçek, gerçek deyip durduğuna! Gerçekler kimseyi tatmin etmeye yetmez, her zaman hayaller ve yalanlar yardıma yetişir. Hem yalanların çoğu ona inanmak isteyenlere söylenir. Hepsi için değilse bile, en azından pek çok yalan çeşidi için geçerlidir bu. Bu bakımdan yazarlar dünyanın en şanslı insanları sayılabilirler, onca yalanın ortasında, gerçekleri kurcalamak gibi erişilmez bir lüksleri vardır.” Murathan Mungan/189 sayfa
DELİ: “Para bizim deliliğimiz, bizim devasa kolektif deliliğimiz.” David Herbert Richards Lawrence
HAYAT-MEMAT: “Yaşamak değil / Beni bu telaş öldürecek.” Özdemir Asaf
SADî-İ ŞİRAZİ’DEN: Tanrıdan başka kimse ile meşgul olmayayım diyor ve insanlardan uzaklaşıp dağlara ve çöllere kaçıyordum. Sen şu işe bak ki, şimdi burada bir takım hayvan sürüleriyle geçinmeye mecburum. Halimi ne ben söyleyeyim ne de sen anla! Dostların yanında zincirle bağlanıp kalmak, yabancılarla birlikte, bağ, bahçede safa sürmekten daha iyidir.
TEBESSÜM: - Neden film montajcısı olmaya karar verdiniz?..
- Yani!.. Uzun hikâyeyi kısa anlatmam gerekirse…