Bir asansör düğmesini hissetmek için parmak uçlarını kullanırsın. Kitapların sesinden hikâyeler örersin. Renklerin adını hayallerinle çizersin. Ama bir iş görüşmesine gittiğinde, seninle konuşanlar genellikle tek bir şeyi göremez: Potansiyelini.

Görme engelli olmak, gözlerinle değil, ruhunla görmeyi öğrenmektir. Hayatın karanlık olduğunu sananlara ışık olmayı seçmektir. Ama bazen, bu ışığı insanlar fark etmez. Ellerinde diploman, yüreğinde cesaret, kafanda bin bir fikirle bir kapıyı çalarsın. O kapı ya hiç açılmaz ya da sen daha içeri girmeden kapanır.

Neden?
Çünkü seni gözlerinle değil, önyargılarıyla görürler.
Bir ekrana bakamıyor olman, yeteneklerin yokmuş gibi algılanır. Yoldaki bir işareti okuyamıyor olman, yollarını bulamayacakmışsın gibi değerlendirilir.

Oysa ki görmeyen gözlerin ardında, hayatı hissetmeyi bilen bir yürek vardır. İletişimde ustasındır; çünkü duymak, anlamaktır. İşinde disiplin sahibisindir; çünkü her adımı dikkatle atmayı öğrenmişsindir. Sen, eksik değil, farklısındır.

Ama iş dünyası… İş dünyası bazen sadece görmeyi bildiği kadar kördür. Seni tanımak yerine seni etiketler, becerilerini görmek yerine engelini büyütür.

Bu yazı bir serzeniş değil; bir çağrıdır.
İşverenlere: Bir engel değil, bir yetenek görmeyi öğrenin. Hayatın her zorluğunu aşmayı bilen bu insanlar, sizin ekibinize güç katabilir.
Topluma: Önyargılarınızı sorgulayın. Körlüğün en kötüsü, vicdanların gözlerini kapatmasıdır.

~ Başvuru Odasında Sessizlik ~

Ali, bir görme engelli olarak, yıllarca hayal ettiği işi bulmanın heyecanıyla iş görüşmesine gitmişti. Çocukluğundan beri çalışmayı, kendi ayakları üzerinde durmayı hayal etmişti. Üniversiteden yeni mezun olmuştu ve aldığı eğitimle kendini yeterince donanımlı hissediyordu. Yolda bastonuyla ilerlerken, içindeki heyecan ve tedirginlik birbirine karışıyordu. “Belki de bu sefer başarırım,” diye düşündü.

Görüşme odasına alındığında herkes sessizdi. Ali’nin bastonunu hisseden gözler, önce şaşkınlığa sonra sessiz bir önyargıya dönüştü. Karşısında oturan insan kaynakları sorumlusu, CV’sine bakarak ciddi bir yüzle konuşmaya başladı. Ancak sesindeki ton, Ali’nin alışkın olduğu bir “tereddüt” taşıyordu.

“Ali Bey, öncelikle teşekkür ederiz. Ancak… Görme engelli olmanız bu pozisyon için bir engel teşkil edebilir diye düşünüyoruz.”

Ali’nin yüreği sıkıştı. Bu cümleyi daha önce defalarca duymuştu. Ancak her seferinde bir umutla, belki bu kez farklı olur diyerek yeniden başvurmuştu. Kendini savunmaya çalıştı:

“Bu pozisyonun gereklerini yerine getirebileceğime inanıyorum. Daha önce benzer projelerde çalıştım. Görme engelimin, işimi yapmama bir engel olmadığını defalarca kanıtladım.”

Ama masanın diğer ucundaki kişi gözlerini Ali’ye dikerek konuştu:

“Ama bu iş, dikkat gerektiriyor. Görme engelinizle bunu nasıl başarabilirsiniz ki? Üstelik diğer adaylar… Yani, onlar biraz daha avantajlı diyebiliriz.”

Ali’nin içi burkuldu. “Diğer adaylar avantajlı.” Bu cümle, onun hayatında çok duyduğu bir bahaneydi. Bastonunu yere daha sıkı bastı ve sakin bir sesle konuştu:

“Siz benden dikkatsizlik bekliyorsunuz ama hayatımın her anı dikkat üzerine kurulu. Her adımımı düşünerek atıyorum. Görmeyen gözlerimle değil, düşünen aklımla çalışıyorum. Size bunu göstermek isterim.”

Odanın havası ağırlaştı. İnsan kaynakları yetkilisi toparlanmaya çalıştı ama yüzündeki çekince silinmemişti:

“Biz yine de sizi bilgilendireceğiz, Ali Bey. Şimdilik teşekkür ederiz.”

Ali odadan çıkarken ne hissettiğini anlayamadı. Bastonunu her vuruşunda duyduğu ses, kendi yüreğindeki kırıklığı yankılıyordu. O an fark etti ki, mücadelesi sadece bir iş bulmak değil, bir insanın önyargılarla mücadele edip kendini kanıtlamasıydı.

Kapıdan çıkarken içinden şunu düşündü:
“Belki bugün olmadı, ama bir gün beni sadece bir engelli olarak değil, bir insan olarak görecekler. Ve o gün, bu sessizlik kırılacak.”