Hafta içi yine Avrupa Arenası, yine kıran kırana maçlar olunca, üstelik bu maçların bizi yakından ilgilendirenleri de bulununca, bize de bir kez daha futbol yazmak düştü! Aslında bir bakıma bu durum biraz da “kaçış rampası” olmuyor değil! Hani Adana-Pozantı yolunda ya da Marmaris-Antalya istikametinde rastladıklarımız gibi! Ülke gündeminin ağır koşulları ve siyasetin 7/24 dur durak bilmeyen hamasetiyle, “yoğurdu üfleyerek” yemek durumunda olduğumuz gerçeğini uzun uzun anlatmaya gerek olmadığı aşikâr diye düşünüyor, tekrara düşmeyi gereksiz sayıyoruz!

Geçtiğimiz Salı gecesi başlayan ve (sabitlenen saat uygulaması nedeniyle) Perşembe sabah saatlerine kadar sarkan maçları seyredebilmek için uykudan yapılan fedakârlıklar bir yana, birçok futbol tutkununun mesaileri gereği izleyemediği müthiş maçlara tanık olduk yine. UEFA Şampiyonlar Ligi ile başladı randevular, dünyanın en prestijli futbol organizasyonu yine ilginç, bir o kadar dramatik sahneleri içinde barındırmaya devam etti. Kupanın gedikli ülkesi İtalya’nın turnuvada yer alan dört temsilcisinden üçünün elenmesi çok rastlanan bir durum olmazken, kupanın son şampiyonu Real Madrid, zor günler geçiren Manchester City’e acımadı dersek doğru olur mu bilemeyiz; ama bu maçta yaptığı “hattrick’le” kariyerinde unutulmaz bir sahife açan Kylian Mbappe gecenin büyük yıldızıydı kuşkusuz! Salı gecesine dönecek olursak, Bayern Münih olası bir kâbus senaryosuna, son saniyede de olsa izin vermezken, rakibine göre son derece sınırlı bütçesi ve kadrosuyla Celtic takımı alkışı fazlasıyla hak edecek bir direncin sembolü olmayı başardı. Benfica, “bizim çocukların” attığı gollerle yoluna devam ederken, kulüp olarak temsilcimizin bulunmadığı turnuvada, Orkun ve Kerem’le bir kez daha gururlandık, onların varlığı ile kıvanç duyduk. PSG’nin aldığı 7-0’lık fantastik sonuç ve Borussia Dortmund’un ilk maçın avantajını 0-0’la idare etmesi normal sonuçlar olarak değerlendirilirken, Feyenoord’dan sonra PSV’nin de bir üst tura yükselmesi, Hollanda’daki “gençlik aşısının” dikkatle takip edilmesi gerekliliğini bir kez daha gözler önüne sermiş oldu. Club Brugge takımı, alışık olmadığı bir turnuvada, rakibi Atalanta’yı her iki maçta da yenerken, gelecekte hiç umulmadık işler yapabileceğinin de sinyallerini vermiş oldu adeta…

Perşembe gecesi, bizim randevularımızın başlama zamanı gelmişti. Yazımızı yazı işlerine teslim ettiğimizde henüz oynanmamış olacak olan “yılın derbisi” öncesinde, derbinin ev sahibi Galatasaray, bir hafta önce farklı yenildiği rakibini sahasında ağırlıyordu. Elbette ki 1-4’lük bir sonucun altından kalkmanın kolay yolu olmadığını, “Neuchatel’i geri getirmenin” 40 yılda bir gerçekleşebilecek “ütopya” olduğunu, futbolcular dahil herkes biliyordu. Ama Einstein da dediği gibi, 10 milyonda bir bile olsa ihtimal ihtimaldi! Gençlik aşısını tutturmuş görünen rakip AZ Alkmaar, sahasında aldığı görkemli sonucun da verdiği özgüvenle, yapılacak hataları boş çevirmeyeceğini daha maçın başında belli etmişti bile! Nitekim öne geçmeleri çok zor olmadı ve maçın bitimine kadar kalemizde hep “Demokles’in Kılıcı” gibi sallandı durdular. Maçın sonucundaki 2-2’lik beraberliğin, ülke puanı açısından önemli olmasının dışında fazla bir anlam taşımadığını söylemek abartılı bir ifade olmasa gerek. Sonuçta gelecek sezon buluşmak dileği ile, elveda Avrupa diyen Sarı-Kırmızılılar, Pazartesi’nin havasına girmeye çoktan başlamışlardı bile. Gecenin ikinci randevusunda, Pazartesi derbisinin konuk tarafı olan Fenerbahçe, aynı Galatasaray gibi 2-2’lik sonuçla, Avrupa’da ilk on altıya kalmak gibi bir büyük başarıya imza atmış oldu. Fenerbahçe’nin aldığı netice aslında malumun ilanı gibi olsa da, ne de olsa “top yuvarlak, saha düzdü”, olmadık olmazdı, işi ciddiye almak gerekirdi. Biraz olaylı, kısmen gergin geçen, verilen ara nedeniyle bir sonraki geceye sarkan maçta hata yapmayan temsilcimiz, “Lotto Park” stadından başı dik çıkmayı başardı ve yoluna devam etti. Gerek ülke puanı, gerek Mart ayını görmek açısından son derece mühim iş başaran Sarı-Lacivertlileri kutluyor, Nisan hatta Mayıs aylarını da görmelerini umut ediyoruz.

Yabancı hakemle oynanacak olan derbiyle ilgili birkaç cümle etmemiz hasıl olunca, öncelikle bunun bir savaş değil, aksine bir spor etkinliği olduğunu, iki takım arasında oynanan/oynanacak olan ne ilk ne de son maç olacağının altını kalın bir çizgiyle çizmek durumundayız. Her ne kadar, yabancı hakem kararı Türk Futboluna yapılan büyük bir darbe olsa da, bunun da altından kalkabileceğimizden şüphemiz olmasın. Ne derler; “Kurt kışı geçirir de, yediği ayazı unutmaz” Bu kararı alanlar/aldıranlar, hiç düşünmezler mi bu ülkeden ne hakemler geldi geçti; Doğan Babacanlar, Ertuğrul Dilekler, Hilmi Oklar. A milli takımımız Dünya Kupalarında olmazken, bu isimler ülkemizin onuru/gururu olarak oralarda düdük çaldılar. Muzaffer Sarvan, Sadık Deda gibi efsane hakemlerimiz oldu, o Sadık Deda ki, penaltı çalacaksa Edirne’de de aynıydı, Kars’ta da! Kartın rengi stada ve oyuncuya göre değişmezdi, adına şarkılar bestelenen devasa bir hakemimizdi. Bu karar umarız son olur, Türk hakemliğini incitmek hiç ama hiç kimsenin hakkı da değil, haddi de…

Gundem Futbol 3Gundem Futbol 1Gundem Futbol 4

NOT: Esas adı Ülker Güleryüz, çevresinde bilinen adı ile 81 yaşındaki “Necla Teyze”. Sokak hayvanlarının dostu ve hamisi. Ankara/Altındağ Gültepe mahallesinde, kulübesinde çıkan esrarengiz bir yangında hayatını kaybetti. Önümüzdeki yazılarımızda geniş bir şekilde değineceğiz. Güle güle “Necla Teyze”,  Mekânın cennet, melekler yoldaşın olsun…

ROMAN: Eski Bahçe-Eski Sevgi – Tezer Özlü. İlk yayımlanma tarihi: 1978. İlk kitabında, yaşamın ve ölümün arasındaki ince çizgiyi kısa öykülerle anlatıyor yazarımız. 18 Şubat vefatının 39. yıldönümünde anısına saygıyla…

 ATASÖZLERİMİZ: “Aşığa Bağdat sorulmaz. (Çok istediği bir şeyi elde etmek isteyen kişi karşısına çıkan engelleri düşünmez.) Türk Atasözleri Sözlüğü

 YANLIŞ: Vaadetmek, vaat etmek

DOĞRU: Vadetmek

GÜNÜN SÖZÜ: “Önce insan olmanız gerektiğini, sonrasında başka sıfatlar edinmeniz gerektiğini öğretiniz.David Thoreau

OYUN: “Çocuklar oyun oynayarak dünyayı anlamayı öğrenirler. Belli bir yaşa geldiklerinde çocukları okula gönderip, ‘İşte şimdi gerçekten bir şeyler öğreniyorsun,’ deriz; sanki daha önce öğrenmiyorlarmış gibi. Benim teorime göre, sanat oyun oynamayı sürdürmenin bir yoludur. Rol yapmaya, materyalleri kavramaya, aralarındaki uyumu anlamaya, sizi nelerin niye heyecanlandırdığını merak etmeye devam etmektir. İnsanlar doğrudan, yani –yemek pişirmek, dikiş dikmek, inşa etmek gibi faaliyetlerle- kendi sanatlarını kendileri yaparak oynayabilecekleri gibi, dolaylı olarak, başkalarının sanatını deneyimleyerek de oynayabilirler. Sahip olduğumuz en temel şey, hayal etme yeteneğimizdir .” Brian Eno/Her Şey Değişmeli

ARZUHAL: “Akıl yürütmek, olasılıkları arzunun terazisinde tartmaktır.” Ambrose Bierce

NORMAL-ANORMAL: İnsan hayatı böyledir. Parmaklarını bir kere şıklattın mı kendini normalin dışında buluverirsin.” Juli Zeh

İNSAN ÜZERİNE: “İnsan davranışlarına gülmemeye, ağlamamaya, ya da onlardan nefret etmemeye, sadece anlatmaya çalıştım.” Benedictus de Spinoza/Tractatus Politicus

ÜTOPYA: “Koyunun ütopyasında her yer çayır, kurdun ütopyasında her yer koyun.” Metis

RÜYA: “Gümüş yatakta yatan, altın düşler görür. ” Alman atasözü

YALAN: Yarı yarıya doğru olan bir yalan, yalanların en karanlığıdır.” Alfred Tennyson

DELİ: “Dünya tarihinde, akli dengesi yerinde olmadığı gerekçesiyle görevden alınan devlet başkanlarının en bilineni Abdalâ Jaime Bucaram Ortiz’dir. 1996-97 yıllarında Ekvador cumhurbaşkanı olan ‘deli’ (El Loco) lakaplı Ortiz’in ‘akli dengesizliği’ tıbbi bir kurul tarafından değil, parlamento tarafından belirlenmişti. Yani aslında ‘akli dengesi’ yerinde olan Ortiz’i bu bahaneyle görevden almışlardı .” Ulaş Başar Gezgin/Direnişin Psikolojisi

Gundem Futbol 2

HAYAT-MEMAT: “Günahsız asfalt, günahsız Hester gibi varoldukça taşıyacak bu lekeyi. Kedi, şahsi kataloğundaki isimsiz kırmızıda yeniden ölüp duracak, ama ürkmüyor bundan. Ölülerin birden çok ölme yetenekleri olduğunu biliyor. Geride kalanlar yakalarını bırakana kadar tekrar tekrar ölüp dururlar.” Ayşegül Devecioğlu/Ara Tonlar

AİLE: “Annemle ablamın her zaman tuhaf bir ilişkileri vardı. Sözde ablaydı ama çocuk gibi davranır, kaprisler yapar, kendisine ilgi gösterilmesinin isterdi ve bu konuda hassastı. Benimse hassasiyet göstermek gibi bir lüksüm olmadı, babama olanlardan sonra okulu bırakmam, kendi başımın çaresine bakmam gerekti, erken evlendim, çocuklarımı büyüttüm. Ama o ideal bir aile düşlüyordu, hiçbir zaman sahip olmadığı ailenin hayalini kuruyordu. Eğreti bir aileydi bizimki, evet, aile değil yamalı bohça, hiçbir şeyin konuşulmadığı ama herkesin gözü önünde sessiz dramların yaşandığı bir aile, araya kimse girmeden.” Alexandre Seurat/Sakar

TEBESSÜM: Halinden, tavrından fevkalade zevzek olduğu anlaşılan biri, arife günü Nasreddin Hoca’yı yolda çevirip ‘Ah Hocam! Böylesi bereket dolu ramazan ayının bitmesinden dolayı ne kadar üzülüyoruz, bilsen’ deyince Hoca patlamış; ‘Sen onu benim külahıma anlat’ demiş. ‘Madem bu kadar üzülüyorsunuz da, niye bitti diye üç gün üç gece bayram yapıyorsunuz?”