Bugün sizi, alışılmışın dışına çıkmaya, gerçekleri yalnızca gözlerinizle değil, kalbinizle de görmeye davet ediyorum.

 Ama önce bir ricam var: Şu an bulunduğunuz yerde bir dakika boyunca gözlerinizi kapatın. Kapatın ve bekleyin. Derin bir nefes alın. Gözleriniz olmadan varlığınızı hissedin. Elinizi kaldırın, bulunduğunuz odanın içinde dokunabileceğiniz bir şeyleri arayın. Sesleri dinleyin. Şimdi kendinize şu soruyu sorun:

Ben kimim?

Sahi, gözleriniz olmadan ne kadar var olabilirsiniz? İnsanları nasıl tanıyabilirsiniz? Onların iyi ya da kötü olduğunu nasıl anlayabilirsiniz? Yaşamı, güzelliği, sevgiyi, hüznü nasıl fark edersiniz?

Eğer kendinizi kaybolmuş gibi hissediyorsanız, sizi temin ederim ki bu sadece bir yanılsamadır. Çünkü görmek, yalnızca gözlerle olmaz. Bunu anladığınızda, gerçekten görmeye başlayacaksınız.

GÖZLERİNİZ VAR AMA GÖRÜYOR MUSUNUZ?

Siz, karşıdan karşıya geçen bir insanın kim olduğunu anlayabilir misiniz? Onun kaç gecedir uykusuz olduğunu, kaç acıyı içinde sakladığını görebilir misiniz? Onun gözlerinin içindeki fırtınayı fark edebilir misiniz? Yoksa sadece dış görünüşüne mi bakarsınız?

İnsan, bazen gördüğünü sandığında en büyük körlüğünü yaşar. Çünkü görmek, bakmaktan fazlasıdır. Görmek, anlamaktır. Görmek, hissetmektir. Görmek, yalnızca gözlere ait bir yeti değildir; bazen bir kalbin içinde, bazen bir sesin derinliğinde, bazen de bir suskunluğun içinde gizlidir.

Peki ya biz? Biz ne yapıyoruz? Biz insanları seslerinden tanıyoruz. Kelimelerinin titremesinden, dokunuşlarının sıcaklığından, soluklarının arasındaki suskunluktan… Bir insanın yüzünü görmemize gerek yoktur, çünkü yüzler değişebilir, ama kalpler değişmez.

Peki ya siz? Siz kimin kalbini gerçekten görebildiniz?

HAYATIMIZ GERÇEKTEN KARANLIK MI?

“Karanlık bir dünyada yaşıyorsundur.” Bu cümleyi belki yüzlerce kez duydum. Ama hayatımın hiçbir anında karanlıkta yaşamadım.

Asıl karanlık, ışığın olmaması değil, insanın içindeki sevgisizliktir. Asıl karanlık, başkasının varlığını görememektir. Asıl karanlık, etrafında olup bitenlere karşı körleşmektir.

Bizim dünyamızda karanlık yok. Çünkü biz hayatı renklerin ötesinde yaşıyoruz. Biz seslerin, dokunuşların, hislerin, sevgilerin, dostlukların dünyasında yaşıyoruz. O yüzden bizim dünyamızda siyah ya da beyaz yoktur. Bizim dünyamızda sadece “hissetmek” vardır.

Oysa etrafımıza baktığımızda, gözleri gören ama ruhları körleşmiş insanlarla dolu bir dünya görüyoruz. Gözleri açık ama yüreği kapalı insanlar… Peki, asıl kör kim?

BASTONUMUZ BİZİM YOL ARKADAŞIMIZDIR

Siz, daha hızlı gidebilmek için araba kullanıyorsunuz, değil mi? Ya da uçakla bir yerden bir yere uçuyorsunuz. Bizim de bastonlarımız var. Ama o bir sihirli asa değil. O bizim yol arkadaşımız. Sizin otomobiliniz önünüzdeki yolu gösterdiği gibi, bizim bastonlarımız da bize yol gösteriyor.

Ama biliyor musunuz? En büyük engel kaldırımlarda, yollarda ya da düzensiz yapılmış şehirlerde değil. En büyük engel, insanların zihnindedir.

Bizi göremeyenler sizsiniz. Bizi yalnızca “yardıma muhtaç” olarak görenler sizsiniz. Oysa biz kimseye muhtaç değiliz. Biz, kendi yolumuzu çizebilecek kadar güçlüyüz. Ama sizin, gözleriniz açıkken bile gerçekleri göremeyecek kadar körleşmiş olmanız, işte bu en büyük engel.

BİZİ YALNIZCA “ENGELLİ” OLARAK GÖRMEYİN

Biz sadece engelli insanlar değiliz. Bizim de hayallerimiz, tutkularımız, ilgi alanlarımız var. Ama insanlar bize sadece “Nasıl yemek yiyorsun?”, “Nasıl giyiniyorsun?” gibi sorular soruyor.

Bize hiç “Hangi müziği seversin?” diyen olmadı.
Kimse bize “Hangi kitapları okursun?” diye sormadı.
Bize sadece “Görmeden nasıl yaşıyorsun?” dediler.

Sahi, siz gerçekten mi yaşıyorsunuz?
Yoksa sadece var olmaya mı çalışıyorsunuz?

RÜYALARIMIZDA NE GÖRÜYORUZ?

Görme engelli bir insan nasıl rüya görür, merak ediyorsunuz değil mi?

Biz rüya gördüğümüzde, gözlerimizle değil, ruhumuzla görüyoruz. Sesleri duyuyoruz, dokunuşları hissediyoruz, kalpleri tanıyoruz. Eğer doğuştan görme engelliysek, rüyalarımızda şekiller ve yüzler yoktur. Ama insanlar vardır. Sevdiklerimizin varlığını hissederiz, onların kokularını, seslerini, gülüşlerini duyarız.

Peki ya sizin rüyalarınız? Siz rüyalarınızda neyi görüyorsunuz? Hayalleriniz hâlâ gözlerinizin esiri mi?

ŞİMDİ GÖZLERİNİZİ KAPATIN VE GERÇEKTEN GÖRMEYİ DENEYİN

Bu yazıyı okudunuz. Şimdi bir dakikalığına gözlerinizi kapatın. Ama sadece kapatmayın, hissetmeye çalışın.

Sizi çevreleyen dünyayı dinleyin.
Ellinizi uzatın, dokunun.
Bir insanın sesini düşünün.

Ve şimdi kendinize sorun: Ben gerçekten görebiliyor muyum?

Gözleriniz açıkken bile fark etmediğiniz kaç şey var? Hayatınızdaki kaç insanın sessiz çığlıklarını duymadınız? Kaç kişinin gözlerine bakıp da içindeki yalnızlığı göremediniz?

Unutmayın…
Görmek, yalnızca gözlerin işi değildir. Gerçek görmek, kalbin ve ruhun işidir.

Şimdi tekrar soruyorum: Siz gerçekten görebiliyor musunuz?