Geçen hafta yazımıza son noktayı koymadan önce, A Milli Kadın Voleybolcularımızın, halkımızın onlara yakıştırdığı isimle “Filenin Sultanları’nın” dünya klasmanındaki İtalya’ya yenilmiş olmasına rağmen, madalya umudunu devam ettirmiş olmalarını çok değerli bulduğumuzun altını “kalınca” çizmiştik. Sultanlarımız, İtalya mağlubiyeti sonrası oynadığı Çin Halk Cumhuriyeti takımını muhteşem bir mücadele sonucu 3-2 yenip yarı finallere kalarak ülkemizi bir kez daha inanılmaz coşku ve sevince boğdu! Toplumların yaşamında bazen, bir spor dalı spor olmaktan çıkar, ulusal bir birlikteliğin sembolü olur. Bu durum, özellikle biz Türklerin heyecanlı yaşam biçiminde ve milli hasletlerimizde fazlasıyla mevcuttur. Sultanlarımız, bunu son yıllarda inanılmaz bir şekilde başararak ülkeyi bir anda “voleybol aşkı” ile yoğrulan bir hale getirdiler. Nasıl ki 70’lerin sonu, 80’lerin ilk yarısında ülkemiz dâhil olmak üzere tüm dünyayı kasıp kavuran “Beyaz Gölge” dizisi vardı, “Koç Reeves” nezdinde tüm dünya çocukları buldukları her yere birer pota takarak basketbol oynadılar; sultanlarımız da şimdi tüm Türkiye’yi voleybol ülkesi haline getirdiler! Paris 2024’ü madalyasız bitirmelerine rağmen, onlar bizim gururumuz olmayı fazlasıyla hak ettiler. Olsun, canları sağ olsun, biz onları seviyoruz, iyi ki varlar…

Whatsapp Görsel 2024 08 11 Saat 10.34.37 4C8A57B9

Türkiye olarak, 101 sporcuyla katıldığımız olimpiyatta umduğumuzu bulamadığımızı söylemek durumundayız ki, okçularımızın takım halinde aldığı bronz, atıcılıkta Yusuf Dikeç’in gümüşü, kadın boksörümüz Hatice Akbaş’ın kazandığı diğer gümüş ve başarıyla çeyrek finale yükselen yine bir kadın sporcumuz, 53 kg güreşçimiz Zeynep Yetgil oldu. Rio 2016 olimpiyat şampiyonu güreşçimiz Taha Akgül’ün, boksörümüz Esra Yıldız Kahraman, kadın güreşçimiz Buse Tosun Çavuşoğlu, taekvando dalında Nafia Kuş Aydın’ın aldığı bronz, boksörümüz Buse Naz Çakıroğlu’nun gümüş madalyası ile biraz olsun teselli bulduk. Ancak, şunu da belirtmeden geçemeyeceğiz; Böylesine devasa bütçelerle hazırlanarak katıldığımız bir organizasyonda ”Altın” alamadığımız bir yana,  birçok branşta “çektiğimiz sıfır” en hafif söylemle “nahoş” bir durumdur. Bu ağır başarısızlıkta, hatta kelimenin tama anlamı ile  “hezimette”  sorumluluğu olan herkes hesap vermeli,  behemehâl bedel ödemelidir…

Hiroşima; İnsanlığın Bittiği An…

6 Ağustos 1945'te, II. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru, Amerika Birleşik Devletleri tarafından Japonya'nın Hiroşima kentine "Little Boy" kod adı verilen bir atom bombası atıldı. Bu bomba, tarihte savaşta kullanılan ilk atom bombasıydı. Patlama, 15 kiloton TNT'ye eşdeğer bir enerji açığa çıkardı. Şehir merkezinin büyük bir kısmı anında yok oldu. Patlama anında tahmini olarak 70,000 ile 80,000 kişi hayatını kaybetti. Radyasyon etkisi nedeniyle sonraki günler, haftalar ve yıllarda ölenlerin sayısı çok daha fazlaydı. Toplam ölüm sayısının 140,000 ile 200,000 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Patlama sonrası şehirde büyük bir yangın çıktı ve geniş alanlar kül oldu. Binaların büyük bir kısmı yıkıldı ya da ağır hasar gördü. 9 Ağustos 1945'te Nagazaki'ye ikinci bir bomba atıldı ve bu, Japonya’nın teslim olmasına yol açtı. 15 Ağustos 1945'te Japonya resmen teslim oldu ve II. Dünya Savaşı sona erdi. Bu bombalamalar, nükleer silahların yıkıcı gücünü tüm dünyaya gösterdi ve nükleer silahlanma yarışını başlattı. Aynı zamanda nükleer silahların kullanımı hakkında uluslararası tartışmalara ve düzenlemelere zemin hazırladı. Hiroşima ve Nagazaki’nin bombalanması, insanlık tarihinin en trajik ve yıkıcı olaylarından olarak lanetle anılan bir tarih yaprağıdır. Bu olay, savaşların ve silahlanmanın sonuçlarını anlamada önemli bir dönüm noktasıdır. Milyonlarca insanın yaşamını mahveden, on yıllar boyu dinmeyen acı sonuçları bir yana, nükleer silahlanma yarışında geri dönülmez bir yola girilmenin fitilini ateşleyen bir başlangıç olma niteliğini taşımaktadır. Hiroşima ve Nagazaki kurbanlarını saygıyla anarken, insanlığın bir daha böyle dram yaşamaması dileğimizdir, ancak başta Ortadoğu’da vuku bulan gelişmelere baktığımızda, çok da iyimser olamadığımızın altını çizmek durumunda olduğumuzu belirtmeden geçemiyoruz…

DİPNOT: Aşağıdaki resim, Sivas Hali Rıfat Paşa (çok bilinen adı ile Emniyet)  kavşağına ait. Kronometre tuttum özellikle, çıkan sonuç;   kırmızı (145 saniye) ve buna mukabil (45 saniye) süren bir yeşil lamba sistemi! Bırakın akıllı sensör kullanmayı, mevcut  dünya standartlarının bile çok gerisinde bir uygulama.  Sonuç; resimden de anlaşılacağı üzere günün büyük bölümünde yürümeyen ve kilit olmuş bir trafik… Teknolojinin akıl almaz hızla ilerlediği, yapay zekânın günlük yaşamımızın bir parçası olduğu günümüzde, bu duruma ilgisiz kalmayı ifade edecek kelime bulmakta zorluk çektiğimiz aşikârdır.

 

Whatsapp Görsel 2024 08 11 Saat 10.34.37 789F36B3

NOT: Ağustos ayı Zafer haftalarımız demek, ilki 10 Ağustos günüydü. Dünya tarihinde görülmemiş bir kahramanlık destanı olan Çanakkale Savaşlarındaki, Anafartalar Zaferi ve Conkbayırı muharebelerinin 109. Zafer yıldönümünü, tarifsiz  gururla bir kez daha andık. Albay rütbesindeki Mustafa Kemal komutasında tarih yazan ecdadımızı, minnetle, şükranla, rahmetle yad ediyoruz…

Whatsapp Görsel 2024 08 11 Saat 10.34.37 1F1B4F9E

FİLM: Ölü Ozanlar Derneği (Dead Poets Society). Yönetmen: Peter Weir. Başrollerde: Robin Williams, Ethan Hawke, Robert Sean Leonard. Yapım Yılı: 1989

Liselerde, hatta üniversitelerde öğrencilere bir kez olsun izletilmesi, hatırlatılması gereken bir beyazperde şaheseri! Bizim kuşağımız onun canlısını sevgili Tahsin Özener (Tahsin Baba) hocamızda doya doya gördük, yaşadık. Kendisinin ellerinden öpüyor, sağlık ve esenlikler diliyoruz. Kuşkusuz yeni kuşakta da çok değerli hocalarımız var ki, (kadın-erkek) birer John Keating adeta. Yakinen tanıdığımız Gökhan Altan Hocamızı bu sınıflandırmaya koymamazlık etmemiz mümkün mü? Biz biliyoruz onun öğrencilerine olan şefkatini, ilgisini… Filmimizi, 11 Ağustos 10. vefat yıldönümünde andığımız başrol oyuncusu Robin Williams’a ithaf ettik, ruhu şâd olsun. Değerli öğretmenlerimiz iyi ki varsınız…

ROMAN: Hürrem Sultan – Feridun Fazıl Tülbentçi (6 Ağustos 42. vefat yıldönümünde anısına, saygıyla…)

Rokselan idi, Hürrem oldu. Yabancıların verdiği ad ile “Muhteşem Süleyman’ın” gözdesi, çocuklarının annesi oldu. Bir devre imza atmış bir muktedir kadının biyografi niteliğindeki hikâyesi. Usta yazarımızın enfes üslubu ve kalemiyle okunası bir eser…

ŞİİR: Dörtlük- Can Yücel (12 Ağustos 25. Vefat yıldönümü anısına saygıyla özlemle…)

 

Kaybederken kazanmayı şiirden öğrendim

Öyle bir harp meydanına döndü ki ömrüm

Mağlup bir şah iken gâlip bir nefer-i merkûm

Yürüyorum sılaya, uyağımda ölüm.

 

ATASÖZLERİMİZ: “Ad Ali’nin şan Veli’nin.

Yükümlülüğü üzerine alıp işi başarıyla yürütüp bitiren başkası, bu işi başarıyla bitirilmesinden yararlanan ise başkası.

YANLIŞ: Ultimatom

DOĞRU: Ültimatom

 

GÜNÜN SÖZÜ: ” Küçüklüğünüzden değil sahte büyüklüğünüzden korkunuz.” Abbas Sayar 

Yılkı Atı gibi bir edebiyat şaheserine imza atmış bir büyük yazar. Köy ve kırsalı ondan daha güzel anlatabilen, kaç kalem erbabı vardır ki? 12 Ağustos 25. Vefat yıldönümünde anıyoruz, saygıyla, özlemle. Ruhu şâd olsun…

 OYUN: “Yaşlandığımız için oyun oynamayı bırakmayız, oyun oynamayı bıraktığımız için yaşlanırız.” George Bernard Shaw

ARZUHAL: “Herkes bir şey yapıyor/Tutkunuz mesela şehre/İçimde arzu olsun/Bayılırım su içmeğe.” Edip Cansever

NORMAL-ANORMAL: “Norm bir canavara canavarca görünüyor olmalı, herkes kendine göre normaldir zira .” John Steinbeck

İNSAN ÜZERİNE: “İnsanlara bak; biri diğerinin zehri. Ana oğulun, oğul da ananın, vb. vb. Ama ana kör, oğul da öyle. Belki vicdanları rahatsızdır, ama bunun onlara ne yararı olur? Çocuk kötüdür, ama kimse ona farklı olmayı öğretmez; ana-babasının gösterdiği budalaca yakınlık da onu şımartmaktan başka bir işe yaramaz. Nasıl anlasınlar? Çocuk nasıl anlasın? Sanki hepsi kötü ve hepsi masum.” Ludwig Wittgenstein/Kültür ve Değer

ÜTOPYA: Sağlık Bakanlığı, ülkeyi vuran kuraklık ve salgın hastalıklar sonucunda Terravenenum nüfusunun beşte bir oranında azaldığı, bunun ise kalanlar için daha çok kaynak anlamına geldiği müjdesini halka verdi!

RÜYA: “Rüya ölüm gibi siyahtır.” Theodor W Adorno (6 Ağustos, 55. vefat yıldönümü anısına)

YALAN:Siyasetçi rahat bir adamdır, yalanlarını ezberden okur. Gazeteciyse yalanlarını icat eder ve size zorla yutturur.” William Butler Years

DELİ: “Psikanaliz çıktığından beri hemen herkes az çok hastadır.” Ahmet Hamdi Tanpınar/Saatleri Ayarlama Enstitüsü

S S D S F

HAYAT-MEMAT: “Yalnızca ölümden korktuğumuz için mi yaşamakta bu ısrarı gösteriyoruz.” Ayhan Geçgin

SADî-İ ŞİRAZİ’DEN: Kıskançlar ve kötülük düşünenler benim gibi bir zavallıda kusur arıyorlar. Bazen beni öldürmek istiyorlar, bazen de oturup kalkıp hakkımda kötülük düşünüyorlar. Sen iyi ol da bırak halk kötü desin. Böylesi kötü olup da halkın gözünde iyi görünmekten daha iyidir. Ben kendimi komşularımdan gizleyebilirim, fakat Tanrıdan gizleyemem. Çünkü o benim her türlü esrarıma vakıftır. Bazı insanlar vardır ki halk onların kusurlarını görüp öteye beriye yaymasınlar diye, odalarına kapanıp gizlenirler ve kapılarını kaparlar. Böyle bir yere kapanmakla iş bitmiyor ki. Bunun ne faydası var sanki? Çünkü ulu Tanrı gizliyi de, açık olanı da bilir…

TEBESSÜM: Bektaşi, pazardan öteberi almak için eşeğine binip yola çıkar. Şehrin dar ve kalabalık bir yerinde eşeğin inadı tutup, pek ağır yürümeye başlayınca canı sıkılır, eşeği dövmeye başlar. Bu hal, iri yarı birisinin dikkatini çeker. “Be hey zalim, haksız olarak bu hayvanı dövmekten, zulmetmekten eline ne geçer?” diye Bektaşi’yi azarlar adam. Bektaşi, adamın iriliğine şöyle bir bakıp hemen eşeğinden iner. “Ağam, ben bu hayvanın şehirde akrabasından kimsesi olduğunu bilmiyordum, kusura bakma” der…  Orhan Güzel/En Güzel Bektaşi Fıkraları