Dede Korkut’tan…
Basat’ın Tepegözü Öldürmesi
“Bir zamanlar Oğuz boyu bolluk içinde ve mutlu bir hayat sürüyormuş. Ancak bir gün, bir ceylan peşinde koşan çobanlar, bilmeden peri kızlarının bulunduğu bir yere gitmişler. Peri kızları onlara kızıp bu uygunsuz davranışın intikamını almak istemiş. İçlerinden biri, çobanlardan birinin giysisini alıp, ona bir çocuk bırakmış. Bu çocuğun adı Tepegöz olmuş; çünkü alnının ortasında kocaman bir gözü varmış. Tepegöz zamanla büyümüş, olağanüstü güçlü ve iri bir yaratık olmuş. Ancak ne yazık ki, iyi biri değilmiş. Zamanla Oğuz boylarına düşman olmuş ve köylerine saldırmaya başlamış. Tepegöz, insanları korkutarak haraç alıyor, istediğini yapıyormuş. Kimseden korkmaz ve yenilmez gibi görünüyormuş, çünkü teni çok kalınmış, ok ya da kılıç ona zarar veremiyormuş. Oğuz beyleri, bu sorunu çözmek için ne yapacaklarını düşünürken, cesur bir genç olan Basat ortaya çıkmış. Basat, Tepegöz’ün zayıf noktasını öğrenmiş ve onu alt etmek için kurnaz bir plan hazırlamış. Tepegöz’ün tek gözü, en zayıf noktasıymış. Basat, Tepegöz’ü bir mağarada sıkıştırmış ve gözünü hedef alarak mızrağını fırlatmış. Tek gözü kör olan Tepegöz, artık eskisi gibi güçlü değilmiş ve sonunda Basat, onu yenmeyi başarmış. Tepegöz öldürülmüş, Oğuz boyları bu büyük beladan kurtulmuş ve Basat da halkı tarafından bir kahraman olarak kabul edilmiş.”
Bu hikâye, Dede Korkut'un dilinden kahramanlık, dostluk ve zorluklara karşı mücadeleyi anlatan etkileyici bir destandır. Dede Korkut, Türk mitolojisinin en bilge karakterlerinden biridir ve onun hikâyeleri, Oğuz Türklerinin kültürünü, inançlarını ve değerlerini taşır.
Siyasetin ve siyasetçilerin gündemi ile, halkın gündeminin birbirine kutuplar kadar zıt olduğu günlerden geçiyoruz. Halkın gündeminde; aş, iş, geçim derdi var; siyasetçiler bambaşka telden çalıyorlar! Hal böyle olunca, ChatGPT’ye rica ettik, bize bir Dede Korkut hikâyesi anlattı. Ziya Gökalp’in “Türkçülüğün Esasları” eserinde de ifade ettiği gibi; “Dede Korkut kitabı, Oğuzların İlyada’sı niteliğindedir ve dili de Oğuzca’dır. Dolayısıyla Oğuzca da Türk dilinin anasıdır…”
NOT: Sinan Şamil Sam; lakabı “Boğazın Boğası”, kısacık yaşamında eşsiz başarılara, Avrupa Şampiyonluğuna imza atmış bir büyük boksörümüz. 30 Ekim 9. vefat yıldönümüydü. Özlemle anıyoruz, ruhu şâd, mekânı cennet olsun…
FİLM: Kilimanjaronun Karları (The Snows Of Kılımanjaro). Eser: Ernest Hemingway. Yönetmen: Henry Krall Başrollerde: Gregory Peck, Ava Gardner, Susan Hayward. Yapım yılı: 1952 3 milyon Dolara yakın bütçesi, 12 milyon dolar civarında gişe hasılatıyla dönemin rekorlarına imza atmış enfes bir sinema klasiği…
ROMAN: Kara Kız – Bernard Shaw (2 Kasım 74. vefat yıldönümü anısına saygıyla).
1925 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazardan muhteşem bir dünya klasiği. Dinç Bilgin’in “Sabah” Gazetesinin “kupon” karşılığı okuyucularına armağan ettiği enfes “Nobel Serisinin” 1. Kitabı. Atlayanlar ve yeniden okumak için bu fırsat kaçmaz!..
ŞİİR: Rindlerin Akşamı- Yahya Kemal Beyatlı (1 Kasım 66. vefat yıldönümü anısına saygıyla…)
Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç;
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükunlu gece.
Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,
Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.
ATASÖZLERİMİZ: “Ahlatın iyisini ayılar yer.” Değerli, iyi ve güzel şeylerin bunlara layık olmayanların eline geçtiği ve kullanıldığı görülebilir. Dünyada bu bakımdan bir denklik söz konusu değildir. Türk Atasözleri Sözlüğü
YANLIŞ: Kareografi
DOĞRU: Koreografi
GÜNÜN SÖZÜ: “Olma keser gibi, hep bana, hep bana, hep bana. Olma rende gibi, hep sana hep sana hep sana. Ol testere gibi, hem sana hem bana, hem sana hem bana… Mevlana Celaleddin-i Rumi
OYUN: “Her devrin oyuncakları kendi algı oyunlarını çoğaltıyor.” Murathan Mungan
ARZUHAL: “Beden arzunun içinden geçerek, geçerken çiziyor kendini ve sınırlarını yitirdiği yer de orada. Sürekli akışının rotasızlığını başka ne belirler? Arzusunu yitirmiş bir bedenden söz edilebilir mi? ” Defne Sandalcı/Ah
NORMAL-ANORMAL: “Kan dediğin al olur, yaygın yalan normal olur.” Metis
İNSAN ÜZERİNE: “Taş yerinde ağır. Az sonra çarpacak şiddetli dalgada un ufak olacak belki, derdi değil. Güneş ve tuzla tam ebediyetin içinde. Fil de ağır, aheste adımlarla yürüyor bildiği ölüm mekânına. Kedi bütün asaletiyle geçiyor ebedi zamandan. Bir tek insan algılamıyor ebediyetle ölümsüzlüğün farkını. Bedeli aptallık. Ölümsüzlük uğruna kendi dahil, herkesi, her şeyi öldürebilir.” Meltem Ahıska/Ebediyetle Ölümsüzlüğün Farkı
ÜTOPYA: “Adorno: Çarkları işler halde tutmak için elzem olan aklın ‘başka olanı’ da içermesi zorunludur. İnsan düşünmeye başladığında röprokdüksiyonda takılıp kalamaz. Gerçekte illaki böyle olduğu anlamına gelmez bu, ama insanın ‘başka olanı’ hesaba katmadan düşünmesi mümkün değildir. Bugünkü aptallaşma doğrudan ütopyadan kopmanın bir sonucudur. Ütopyanın istenmediği yerde düşünce kuruyup gider. Düşünce salt ikileme içinde ölür.” Adorno ve Horkheimer/Teorinin Rolü
RÜYA: “Rüyalar insan denen hapishaneden kısmi bir kaçıştır!” Henri Frederic Amiel
YALAN: “Yalana hayır diyoruz. Büyük iletişim araçlarının evrensel ölçekte yaydığı egemen kültür, bizleri dünyayı yakınımızdakilerin olsa olsa bir mal ya da rakip olabileceği ama asla kardeş olamayacağı bir süpermarket ya da otoyol saymaya davet ediyor. İnsan aşkını sonradan fazlasıyla geri almak için spekülasyona tabi kılan bu yalancı sistem gerçekte bir bağsızlık kültürüdür. Tanrısı muzafferler, paranın ve iktidar sahiplerinin başarılı sahipleridir; kahramanları da bu kişileri ulusal güvenlik doktrinini uygulayarak koruyan üniformalı rambolardır.” Eduardo Galeano/Biz Hayır Diyoruz
DELİ: “Sağduyu deneyimle gelişiyorsa, sağduyulu unvanını en çok kim hak ediyor acaba, kâh utangaçlığından kâh korkaklığından hiçbir şeye girişemeyen bilge mi, yoksa utangaçlık nedir bilmeyen ve tehlike denen şey üzerine hiç kafa yormadığından hiçbir şeyden korkup çekinmeyen deli mi? Çünkü olayları yaşayarak öğrenmenin önünde iki büyük engel vardır, ilki zihne bir ses perdesi çeken utanç, ikincisi tehlikeli olduğu açıkça görülen olayların üstüne gitmekten alıkoyan korku. Delilik bizi bu engellerden muhteşem şekilde kurtarır.” Desiderius Erasmus/Deliliğe Övgü
HAYAT-MEMAT: “Yaşamak ne kadar çekilmez gelse de arasıra/ Bu görmek, bu sevmek, bu aziz sıcaklık tende./ Bu bir nimet, bu bir nimet. Elâgözlüm/ Bu yaşamak bir şiir, harikulâde.” Turgut Uyar
SADî-İ ŞİRAZİ’DEN: Rızkı olmayan balıkçı Dicle’de balık tutamaz. Eceli gelmeyen balık da karada ölmez…
TEBESSÜM: Erdal İnönü; Türk siyasi hayatına renk getiren, yüzündeki tebessümü topluma aksettirebilen bir insan. 31 Ekim 17. vefat yıldönümüydü, kendine has mizahi dili ile analım istedik… Erdal Bey bir gün İstanbul’da taksiye binmiş. Şoför: “Sen ne kadar Erdal İnönü’ye benziyorsun” demiş. “O benim” diye cevap vermiş Erdal Bey… Şaşırmış taksi şoförü “Yahu demiş, birisi daha var. Harbiye’nin oralarda dolaşıyor, o da aynı Erdal İnönü.” Bunun üzerine Erdal Bey espriyi patlatmış: “O da benim…” Özlemle, saygıyla anıyoruz. Ruhu şâd olsun…