Merhaba değerli dostlar, kısa bir aradan sonra birlikte olmak (kendi adıma) büyük mutluluk! Hani derler ya, “yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat”; biz de öyle yapmaya gayret edeceğiz! Sözün hemen başında şunu söylemek gerekirse; nereye giderseniz gidin, ülke gündeminden ayrılmanız, olan biteni görmezden gelmeniz mümkün değil.
Yani daha açık anlatmak gerekirse, “üç beş günlüğüne seyahate çıkmışım, bana ne olan bitenden” demeniz söz konusu bile değil. Dolayısıyla, içimizi yakan “Kartalkaya yangını” başta olmak üzere, insanlara hayatı zehir eden ağır ekonomik koşullar, adalet terazisinin yanlış göstermesi, hukukun rafa kalkmış olması hep ve daima sizinle birlikte olmaya devam ediyor. Siyasetteki gerilimi, futboldaki kaosu, kurcalaya kurcalaya çorbaya dönen eğitimdeki keşmekeşi uzaklarda da olsa çok net görmek, kahrınızın bir kat daha artmasına neden oluyor maalesef! Bu kara tablonun içinde, yüzünüze bir tebessüm konduran güzel olayları ve uygulamaları görmek ise “mutluluğun resmi” olsa gerek! Bu vesile ile Türk Hava Yolları’mıza (THY) bir büyük alkış göndermiş olalım. Okyanus aşırı 20 saatlik yolculuğu adeta keyif haline getiren, kaptan pilotundan hostesine kadar cansiperane görevlerini yapan uçuş ekibi, olağanüstü nazik tutumları ve kusursuz hizmetleri ile bu alkışı fazlasıyla hak ediyor. Yüz akımız THY ne kadar övgüyü hak ediyorsa, İstanbul Havaalanı’na bir o kadar eleştirimizi yapmadan geçemeyeceğiz. Bir karton bardak kahvenin 220 TL, bir poğaçanın 180 TL, bir dilim baklavanın 200 TL olması bir yana, gideceğiniz uçuş kapısına 1,5 km yürümek durumunda kalmanın ne demek olduğunu yaşayan bilir! Hangi mimarın tasarımı ise “bundan daha kötüsünü” nasıl yaparsın diye sormak gerek(!)
Dedik ya, “yediğimiz içtiğimiz bizim olsun” gördüklerimizi “mesnedi” doğrultusunda (kısa kısa) anlatmaya gayret edeceğiz, ha bunu hep bir anda yapıp da söyleyeceklerimizin hepsini bir anda bitirecek değiliz! Eski İstanbulluların bir sözü varmış ya; “Ankara’ya gitmenin en güzel yanı, İstanbul’a dönmek” diye, kendi adımıza altına imzamızı atıyoruz. Aramızda ne kadar farklar olsa da, oralardaki yaşam standartlarına baktığınız zaman hayıflanacak, iç geçirecek, hatta “neden biz böyle değiliz” dedirtecek kadar pozitif ayrımlar olsa da, “yurt dışına gitmenin en güzel yanı, vatana dönmek” olsa gerek, zira tek kelime ile “biz buraya aitiz”.
İki haftalık Avustralya seyahatimizden (hoş görünüze sığınarak) kısa notlar paylaşmak istedik. Bazı gözlemlerimizi ve aramızdaki farkları/benzerlikleri yeri geldiğinde yazmaya gayret edeceğiz; ancak iki haftalık süre zarfında sadece şu iki unsur bile birçok şeyi özetliyor aslında; toplamda iki kereden fazla korna sesi duymamamız ve musluk sularının içilebilir olması! Bu arada gezimizi en anlamlı yapan anekdotlardan biri, “Sidney Hyde Park’ta “Atatürk” anıtına denk gelmek oldu. Bunun yaşattığı mutluluğu ve bir o kadar gururu tarif etmek zor! On binlerce km ötede, okyanus aşırı bir ülkede hatta kıtada, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüze rastlamak, ona bizim dışımızda da değer verildiğini (bir kez daha) gözümüzle görmek gerçekten çok etkileyici idi…
ROMAN: Öteki – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski. İlk yayımlanma tarihi: 1846 (9 Şubat 144. vefat yıldönümü anısına saygıyla.)
Edebi kariyeri boyunca Dostoyevski’nin zihnini meşgul eden “Öteki” yazarın çok genç yaşta kaleme aldığı ikinci romanıdır. St.Petersburg’da devlet memuru olarak çalışan Jakov Petroviç Goldyadkin’in bir sabah işyerinde kendisinin görünüşte tıpatıp aynısı olan “öteki” ile karşılaşmasıyla gelişen olayların bir psikolojik gerilim öyküsü, bir çok ünlü yazarı etkilemiş olan bir baş yapıt. Ergin Altay’ın şahane çevirisinin de hakkını teslim etmiş olalım…
ATASÖZLERİMİZ: “Altı aylık seyislikle kırk yıllık fışkı karıştırılmaz.” (Bir işi tam öğrenmeden, inceliklerini kavramadan, ustalaşmadan o işte bilgiçlik taşlanmaz.” Türk Atasözleri Sözlüğü
YANLIŞ: Yakınen
DOĞRU: Yakından
GÜNÜN SÖZÜ: “Yüksek fikirler, yüksek dağlara benzer, alışık olmayanları ürkütür.” Cenap Şahabettin (12 Şubat 91. Vefat yıldönümü anısına saygıyla)
OYUN: “Oyun yetişkinliğe hazırlanmaktan ibaret değildir. Oyun oynayan herkes, başka bir âleme geçtiğini, bir sınırı aştığını bilir.” Gracile Montes
ARZUHAL: “Elde etmeye en az gücümüzün yettiği şeyi arzularız ekseriyetle.” Samuel Johnson
NORMAL-ANORMAL: “Anormal olan yeterince uzun süre devam ederse normal olur.” Terry Pratchett
İNSAN ÜZERİNE: “Ben, insanın her şeyin veya fazla bir şeyin ölçüsü olduğunu düşünmüyorum. İnsanın hiçbir şeyin sonu veya son noktası olmadığını, ortası hiç olmadığını düşünüyorum. Ne olduğumuzu, kim olduğumuzu ve nereye gittiğimizi bilmiyorum, zaten bildiğini söyleyenlere de inanmıyorum – belki son senfonisinin son bölümünde Beethoven hariç. Bildiğim tek şey, burada olduğumuz ve bu gerçeğin farkında olduğumuz, bu gerçeğin bizi farkında olmaya, kulak vermeye zorladığıdır. Ursula G.Le Guin/Kadınlar Rüyalar Ejderhalar
ÜTOPYA: “Kötümserin hası ütopyada yas tutar.” Metis
RÜYA: “Kentlerle ilişkimiz rüyalarla olduğu gibidir: Hayal edilebilen her şey aynı zamanda düşlenebilir, oysa en beklenmedik rüyalar bile bir arzuyu, ya da arzunun tersi, bir korkuyu gizleyen resimli bir bilmecedir. Kentleri de rüyalar gibi arzular veya korkular kurar; söylediklerinin ana hattı gizli, kuralları saçma, verdiği umutlar aldatıcı, her şey başka bir şeyi gizliyor olsa da. ”Italo Calvıno/Görünmez Kentler.
YALAN: “İnsanlar en çok avdan sonra, savaş sırasında veya seçimlerden önce yalan söyler.” Otto von Bismarck
DELİ: “Deli deliyi görünce sopasını saklar.” Metis
HAYAT-MEMAT: “Hayat, okumaya vurulan sürekli bir köstektir.” Daniel Pennac
AİLE: “Aile hayatındaki rolümüz, diğerlerinin rolüne göre kesin olarak belirlenmiş bir kere. Oğuluzdur, erkek kardeşizdir, kocayızdır, ne bileyim? İsmimiz, varsayılan sağlık durumumuz, bize gösterilmesi veya gösterilmemesi gereken ilgi, saygı gibi bu rol de bize özeldir. Gerisinin önemi yoktur; gerisi hayatımızdır. Sofrada ya da sakin bir odada otururken, bazı anlar müthiş azap çekerdim, öleceğimi sanırdım; bu halimi görmemelerine şaşardım. Öyle zamanlarda bizim ailemiz arasındaki boşluk sanki aşılamaz olur; bir kristalin merkezindeymişiz gibi yalnızlık içinde çırpınırız. ” Marguerite Yourcenar/Alexis ya da Beyhude Mücadelenin Kitabı
TEBESSÜM: Zengin iş adamı, sokakta rastladığı eski dostu Bektaşi’ye yoksul olduğu için 5 lira verir. Bektaşi, “Bakıyorum bu sefer yalnız 5 lira veriyorsun. İki sene evvel 20 lira, geçen sene 10 lira vermiştin. Bu sene 5 liraya düştü” der. Bak can dostum diye zengin adam durumu anlatmaya başlar: “İki sene evvel evlendim, geçen sene de çocuğum oldu ve harcamalarım arttı…” Bektaşi birden dostunun sözünü keser: “Görüyorum ki artık benim paramla aile geçindiriyorsun.”* Orhan Güzel/En Güzel Bektaşi Fıkraları