Bu Yol Berlin’e Çıktı…

Bir hayalimiz var demiştik; Berlin’e gitmek, Avrupa’nın en büyüğü biziz demek. İşte Berlin’deyiz, final için sanki “erken rezervasyon” yaptırdık! “Portakallarla”  çeyrek final oynayacağız, bir zafer gecesine daha tanık olacağız burada.  A Millilerimizin, Altın Çocukların tarihe altın bir sayfa eklediği eskinin bu “Doğu Almanya” şehri Leipzig’den geldik buraya! Soğuk Savaş yıllarına gittik birden, Magdeburg’u Dresden’i hatırladık. Berlin’i doğu ve batı olarak ikiye bölen “utanç” duvarını hatırladık. Mustafa Denizli’nin takım kaptanı olduğu Altay’ın, Carl Zeiss Jena takımına trajik bir şekilde elenmesini, Doğu Almanya A Milli takımının son resmi maçlarından birisini bizimle oynamasını hatırladık… Rakibimiz Avusturya’ydı, çok zorlu, çok formda, turnuvanın favorilerinden birisi olarak gösterilen, üstelik oynadığımız son maçta 6-1 gibi ağır bir skorla yenildiğimiz bir takımdı. Kaptanımız Hakan Çalhanoğlu’nun (kart cezası nedeniyle) yokluğu bizim için büyük kayıptı. Ancak, Avusturya eşleşmesi belli olduğunda şöyle bağlamıştık; “Bu maçın stratejisi ile 6-1’lik maçın dinamikleri asla aynı değil, bu takıma güveniyor ve inanıyoruz. Her şeye rağmen, Avusturya’yı yenebiliriz ve de yeneceğiz.” Elbette ki bu inancın ve güvenin bazı özel nedenleri vardı; bunların en başında kuşkusuz Montella geliyordu. Göreve başladığından bu yana, yaptığı oyuncu seçimleri ve takım dizilişleriyle düzgün ve karakterli bir teknik direktör olduğunu kısa zamanda kanıtlaması ve bu sayede on yıllar sonra gelen bir altın kuşağın oluştuğunu görmemiz… A Milli futbol tarihimizde çok öne çıkan kalecilerimiz oldu, hem de saymakla bitiremeyeceğimiz kadar. Bunların içinde ikisi var ki unutmadığımız, her ikisi de gerçek birer efsane; “Berlin panteri” Turgay (Şeren) ve “Napoli kahramanıSabri (Dino). Boğazın çocuğuydu Sabri Dino, maalesef son plonjonu ’nu yaptığı boğaz onu geri vermedi… Avusturya maçı itibarı ile yeni bir efsanemiz oldu dersek abartmış olur muyuz bilmem, ama Mert Günok’un adının bundan böyle “Leipzig fatihi diye anılacağına adım gibi eminim! Bırakın Türk futbol tarihini, dünya futbol tarihinde bile böyle destansı bir maç oynayan kaleciye zor rastlanır. Henüz 1. dakika dolmadan Merih Demiral’ın (turnuva tarihinin en erken) golü ile öne geçtiğimiz maçta rakip Avusturya takımı öylesine bir baskı kurdu ki, dalga dalga, akın akın… Elbette ki takım halinde cansiperane oynadı futbolcularımız; ama kalecimiz adeta devleşti. Maç içerisinde yaptığı olağanüstü kurtarışlar bir yana, resimde de görüldüğü üzere, 90+4’te öyle bir refleks gösterdi ki akıllara zarar! Yani bu kurtarış olmasa (işte o zaman Barış’ın atamadığına çok yanardık) ve maç 30 dakika ilave süreye gitse, olabilecekleri düşünmek dahi bir kâbus senaryosu! “Şüyuu vukuundan beter” derler ya, tam da öyle. Bazı maçlar vardır, teknik-taktik hak getire, 1-0 olsun bizim olsun dersiniz, işte öyle bir maç geride kaldı. Sonuç olarak “bekle bizi Berlin’in” ilk hedefine erişmiş durumdayız, sırada Hollanda var. Eski şaşaalı günlerinden bir hayli uzak gibi görünseler de, genlerinde finallerin olduğu bir futbol ülkesi, asla yabana atılmayacak kadar! Avusturya galibiyeti bir araçtı, Hollanda galibiyeti artık bir amaç. Zira hedefimiz ve ütopyamız belli; “Olimpiyat Stadında final”, Almanya ile olması tercih sebebimiz; “yarım kalan hesabı” kapatmak adına.

Whatsapp Görsel 2024 07 07 Saat 11.19.55 B0473F7EMert Günok

DİPNOT 1: İşbu satırlarımızı Avusturya maçının hemen bitiminde kaleme aldık. Hollanda maçı sonucu ne olursa olsun söylediklerimiz bakidir. Bazen o anın duygu ve ruh haliyle, o an içinizdeki fırtınaları hayata geçirirsiniz, Avusturya maçı sonrası Türkiye olarak sevinçte ve kederde bir olabileceğimizi bize bir kez daha hissettiren bu takımı seviyor ve onlara inanıyoruz.

DİPNOT 2: “Pisipisine” denir ya, tam da öyle kaybettik Hollanda maçını. İyi başladığımız, öne geçtiğimiz, farkı artırma pozisyonları bulduğumuz maçtan maalesef mağlup ayrıldık, hayallerimizi Berlin Olimpiyat stadının çimlerine bıraktık. Gelecek yazımızda (ertelenmiş yaşama dair konularla birlikte)  maçın geniş analizini yapacağız dedikten sonra  son cümle şunu söylemek istiyoruz; Bu takımda hayat var, bu altın jenerasyon çok büyük zaferleri başarabilecek çapta. Her şey için teşekkürler çocuklar, biz sizinle mutlu olduk, gurur duyduk…

 Gazi Koşusu

İlki 1927 yılında olmak üzere, 97 yıldır kesintisiz olarak, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk adına düzenlenen 98. Gazi Koşusu 30 Haziran günü gerçekleştirildi. 3 yaşlı safkan İngiliz taylarının yaşamlarında yalnızca bir kere katılabildikleri, yarışçılığımızın derbisi bu büyük koşuyu, Sn. Emrah Agun’un sahibi olduğu Dragon Flame isimli safkan, jokeyi Akın Sözen idaresinde kazanarak bir büyük zafere imza attı. Bu başarıda, safkanın yetiştiricisi Engin Ateşler ve Antrenörü İbrahim Bekiroğulları’nın büyük payı olduğunun altını çizelim. Bu birincilikle sahibine 13 milyon 500 bin TL gibi rekor bir ikramiye ve büyük itibar kazandıran şampiyon tay, aynı zamanda Jokeyi Akın Sözen’e de ilk “Gazi şampiyonluğu” onurunu yaşatmış oldu.  Seyisinden, idman jokeyine kadar onlarca insanın üç yıllık emeği ve göz nuru, böylece ülkemizin en anlamlı koşu galibiyeti ile taçlanmış oldu. Dünya var oldukça devam edecek olan bu büyük organizasyonda emeği geçenleri kutlamayı bir “hakkı teslim” olarak gördüğümüzün altını kalınca çizmek durumundayız. Yarışma günü ve TJK‘ nın organizasyonu ile ilgili birkaç cümle edecek olursak; bu büyük yarışın ve gün içindeki tüm etkinliklerin yasal sahibi pozisyonundaki Türkiye Jokey Kulübü (TJK) , maalesef (önceki yıllarda olduğu gibi), özellikle yayıncılık konusunda tam bir fiyasko ve hayal kırıklığı idi!  Naklen  yayın  ile canlı yayın arasındaki o ince çizgiyi bilmeyen sunuculardan tutun, röportaj yaptığı kişinin (Yavuz Bingöl) hali hazırda at sahibi olduğundan “bihaber” spikerlere kadar! Kısaca, “yaptım oldu” mantığıyla rezil edilen bir yayın. Oysaki böyle bir organizasyon, ehil ellerde insanları o ekrana kilitler ve reyting rekorları kırabilirdi…

Whatsapp Görsel 2024 07 07 Saat 11.19.55 527C750D

NOT 1: Dr. Refik Saydam; Milli Mücadelenin sembolü Bandırma vapurunun Sağlık Bakan yardımcısı sıfatı ve Binbaşı rütbesiyle kahraman yolcularından birisi, Atatürk’ün vefatı sonrasındaki Başbakanımız, müteaddit defalar Sağlık Bakanlığımızı yapmış bir devlet adamı. 8 Temmuz 82. vefat yıldönümümde saygıyla anıyoruz. Ruhu şâd olsun…

NOT 2: Başbağlar; 5 Temmuz 1993, hain örgütün acımasızca ve kalleşçe katlettiği 33 insanımızın vefat tarihi. Ülkemize uzanan ellerin kırıldığı ve bir daha olmaması dileğimizle saygıyla anıyoruz. Ruhları şâd olsun…

NOT 3: Doğan Kutlu; 5 Temmuz Cuma günü akşamüzeri acı haberini aldık, geçirdiği kalp krizi sonrası sevgili abimizi kaybetmiştik. 70 ve 80 li yılların Sivasspor ve Sivas Demirspor’da geçen futbolculuğu yanında, beyefendi kişiliği ile tanınan bir insandı.  Üzüntümüzü ifade edecek kelime bulamıyoruz. Tüm sevenlerine başsağlığı diliyoruz, ruhu şâd olsun…

FİLM: Propaganda- Yönetmen: Sinan Çetin. Başrollerde: Kemal Sunal, Metin Akpınar, Meltem Cumbul, Rafet El Roman, Ali Sunal. Yapım Yılı: 1999

Kemal Sunal; Kendisini hiç tanımamış kuşakları beyazperdede buluşturan, güldürürken düşündüren, sinemamızın yüz akı, büyük oyuncumuz. 3 Temmuz 24. vefat yıldönümüydü, vefatından önceki son, oğlu Ali Sunal’la birlikte oynadığı tek film Propaganda. Anısına ithaf edelim.  Ruhu şâd olsun…

 

ROMAN:1 Silahlara Veda – Ernest Hemingway. (2 Temmuz vefatının 63. yıldönümü anısına). İlk yayınlanma tarihi 1929

1. Dünya Savaşı esnasında, savaş ve savaşın içinde geçen müthiş bir aşk hikâyesi. Savaşın insanlar üzerindeki yıkıcı etkileri ile, savaşın anlamsızlığı ve acımasızlığı Hemingway’in kurgusuyla bir edebiyat şaheserine dönüşmüş durumda. Atlayanlar ve yeniden okumak isteyenlere tavsiyemizdir…

ROMAN:2 Kalede 1 Başına- Sunay Akın.

Bugüne kadar kaleciler için yazılmış (belki de) en anlamlı, en dokunaklı roman diyebileceğimiz, başyapıt niteliğinde bir eser. Kendisi de bir kaleci olan Sunay Hocamız “yeni baskı” yapıp Mert Günok’u bir yerlere sıkıştırabilir mi acaba?

 

ŞİİR: Çok Üşümek- Turgut Uyar

 

Bir kalır uzun resimlerde anısı sakallarımızın

Urban içinde üşüyüp üşüyüp kaldığımızın

Bir Kalır yanık yağlar kokusu şehirlerde

Uzun nehirlere binip uzaklaşmadıkça

Bir Kalır yabancı yataklarda o oteller

Meydanlar heykeller sizin olmadığınız o her yer

O çok yalınç gerçekli gelip gitmeler

Bir kalır uzun duvarlar ve onların dipleri

Bir kalır yılgın adamların hep "Evet" dedikleri

Çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız

Üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız

Tükenir dağınık diriliği kaşıntımızın bir gün

Bir kalır uzun kitaplarda anısı çok üşüdüğümüzün

YANLIŞ: Güzele bakmak sevaptır!

DOĞRU: Güzel bakmak sevaptır.

GÜNÜN SÖZÜ: “At yarışları, modern toplumlar için sosyal bir ihtiyaçtır.” Gazi Mustafa Kemal Atatürk

OYUN: Oyun düzen yaratır, oyun düzenin ta kendisidir. Yakalar, bir başka ifadeyle cezbeder. İnsanın nesnelerde gözlemleyebildiği, hatta ifade edebildiği şu en yücesinden iki nitelikle dopdoludur: Ritm ve armoni. Oyuna uygulanabilen nitelemeler arasında gerilimi de sayabiliriz. Gerilim belirsizliği, şansı işaret etmektedir. Gevşemeye yönelik bir eğilimi vardır. Belli bir çaba pahasına bir şey “başarılmak” zorundadır. Her oyunun kendi kuralları olur. Bunlar oyun tarafından çizilen geçici dünyanın çerçevesi içinde neyin yasa gücüne sahip olacağını belirler. Bir oyunun kuralları mutlak olarak emredici ve tartışılmaz niteliktedir.” Johan Huizinga/ Homo Ludens

ARZUHAL: “Arzulayan ama harekete geçmeyen kişi ancak hastalık doğurur.” William Blake

NORMAL-ANORMAL: Normallik, uygarlığın büyük nevrozudur.” Tom Robbins

İNSAN ÜZERİNE:

Bir taşın üstüne oturup ufka uzun uzun bakışımız bundan

Evlerimiz sokağımızda bizim üst üste yığılmış, öyle yakınız!

Biliriz yan yana sokulmak bu dünyadaki yoksulluğumuzdan.

Kimine dünya gerek, dünyaya kazık gerek, çakmak gerek!

Biz dünyada cevize sığdık nasılsa gideceğiz diye buradan.                   Birhan Keskin/ Darıdünyalılar

 

ÜTOPYA: Ütopyaya niyet, distopyaya kısmet!

RÜYA: “Bilindiği gibi rüyalar son derece tuhaftır. Bir şeyi korkunç bir netlikle, bir kuyumcunun titizliğiyle bütün detaylarına kadar hayal ederken, başka şeyleri sanki onlara hiç dikkat etmemişçesine görmezden gelirsiniz (mesela zamanı ve mekânı). Görünüşe göre rüyalar akıldan değil arzudan gelir, kafadan değil yürekten; ama aklım bazen uykuda nasıl da zekice oyunlar oynuyor!” Fyodor Dostoyevski/ Gülünç Bir Adamın Düşü

YALAN:Hakikatin tehlikeli olduğu düşünülmese yalanın bir anlamı olmazdı.” Alfred Adler

DELİ: “Yalnız sağlıklı insan aklı ile yaşansaydı, değmezdi yaşamaya can sıkıcı olurdu. Tam aksine güzel olan dünyanın gökyüzü altında bir deliler topluluğunu andırması.” Cesare Pavese, aktaran Tezer Özlü/Yaşamın Ucuna Yolculuk

HAYAT-MEMAT:

Çocukluk; İnsan hayatında bebekliğin bönlüğüyle gençliğin budalalığı arasında kalan dönem- yetişkinliğin günahlarından iki birim, yaşlılığın pişmanlıklarındansa üç birim uzaklıktadır.

Yaşlılık; Gücümüzün hala yettiği kötü alışkanlıkların tadını çıkarırken artık göze alamadıklarımızı kötülediğimiz dönem.

Uzun ömür; Ölüm korkusunun alışılmadık ölçüde uzun bir süreye yayılması /Ambrose Bierce- Şeytanın Sözlüğü

SADî-İ ŞİRAZİ’DEN: Mutluluk zamanlarında kalbi kırılanların gönlünü al. Öylelerin gönlünü almakla başa gelecek belâ ortadan kalkar. Dilenci senden yalvararak bir şey isteyecek olursa ver. Vermediğin takdirde bir zalim çıkar senden zorla alır.

TEBESSÜM: “Kesin bilgi; bok böceğinin soğuk taşa oturmuşuna “cırcır böceği” denir.” Hıncal abi arşivinden, saygı ve özlemle…