“Birçok hayvan vardır şempanze gibi maymun gibi insana benzeyen, kafa eklemleri müsaittir, ama onların arasında bir tek gözlerini kaldırıp yıldızlara bakıp hülyalara dalan insandır!...” Aliya İzzetbegoviç

Aliya'nın bu sözünden yola çıkarak Üsküdar Ünv. Ö. Üyesi Prof. Dr. Sinan CANAN ise şunları söyler;

“Bir maymunu başını kaldırıp yıldızlara bakarken gördünüz mü? Göremezsiniz. Ama biz bilmeye meftunuz, aşığız. Bilmemiz gerekiyor. Böyle bir canlıyı nasıl tatmin edeceksiniz? Başka bir bilgi kaynağına yani vahye ihtiyacınız var. İnananlar için vahiy bir bilgi kaynağı Vahiy bana bilimsel olarak kopya vermez ama bana hayatımı nasıl yaşayacağımı söyler. Baktığım ve gördüğüm şeylerin esas anlamına dair ipucu verir. Benim inandığım İslâm vahyi, bunu iyi anlayabilmemin yolunun akletmek ve bilmekten geçtiğini söyler!”

Akletmek başlı başına bir iştir. Gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz, yiyip içtiğimiz ve kokladığımız şeyler hakkında düşünerek, muhakeme ve mukayese yaparak, teakkul (akletmek), teemmül (ummak/beklemek) , tefekkür (düşünmek), teşe’ur (hissetmek/anlamak) ve tezekkür ederek bir sonuca varmaktır.

Aklı yaratan Allah(cc)'tır. Aklın kabiliyet ve kapasitesini de ancak O (cc) bilmektedir. Bu nedenle Kur’an’da türevleriyle 766 kez tekrarlanan "akıl" bir fiil olarak zikredilmektedir.

"Hala akletmeyecek misiniz?"(Yasin, 36 / 62)

“İyi bilin ki Allah, ölümünden sonra toprağa can verir. İşte aklınızı kullanabilesiniz diye ayetlerimizi size böyle açıklamış bulunuyoruz.” (Hadid, 57 / 17)

Prof. Dr. Sinan CANAN Genç Yorum Dergisinde gerçekleştirdiği bir söyleşide İslam inancına sahip insanların aklını kullanamadıklarından dolayı içine düştükleri vehametten bahsederek şunları söylüyor;

“Ve maalesef, bunu çok acı çekerek söylüyorum, İslâm inancına sahip insanlar için bu tamamen tersine dönmüş vaziyette. Bilmek gerekmiyor artık Müslüman olmak için. Ezberleyip uygulamak, belli ritüelleri yapıp Cennet’e gitmeyi beklemek gibi garip bir inanca dönüşmüş İslâm, yaygın olarak baktığımızda. Ve bunun dışında, sorgulama çabasının ayıplanmaya başlandığı mahfiller izliyoruz İslâm’da. ki İslâm inancında olmaması gereken bir şey, temel kaynağa baktığımızda. İslâm, Kitab’ı; şüphe etmeyi, sormayı, sorgulamayı, akletmeyi, ibretler almayı sıklıkla tekrar eden bir kitap. Bunlara rağmen biz, kitapla ilişkimizle ilgili olsa gerek, bu bilgi kaynağından mahrum kalmışız. Ve bu bilgi kaynağını vahiy tabanlı yaşadığımızı iddia ederek, onun bize verdiği bilgiye aslında tamamen sırtımızı dönmüş durumdayız. Belki de bin senelik fetretimizin altında bu bilgi kaynağını doğru kullanamamak yatıyor!”

Vahyin amacı bellidir. Vahiy, insan merkezli bir hayat, iman merkezli bir insan, bilgi merkezli bir iman, hakikat merkezli bir bilgi inşa eder. Peki hakikatin merkezi El-hak olan Allah(cc) değil midir?

Vahiy gerçek bir “fatih”dir. İlk neslin hayatını inşa eden odur. Ebu Zer gibi eşkıya olanlar vahiy sayesinde evliya oldular. Ebu Cehil’in oğlu İkrime’yi vahiy öyle etkilemişti ki, sevdiceğini okşayan bir âşık gibi “Rabbimin kitabı! Rabbimin kitabı!” diye Kur’an’ı okşar, bağrına basar, öpüp koklardı.

Vahyin eliyle inşa olan insanlar, yeryüzünü inşa ettiler. Ne zaman ki Müslümanlar vahyi nesneleştirdi işte o zaman vehamet baş gösterdi.
“Ey Rabbim! Muhakkak ki; benim kavmim Kur'ân'ı mehcur bıraktı, terk etti!” Furkan, 25 / 30

Peygamberimizin hesap gününde şikayetci olduğu bir ümmetten olmamak adına aklımıza, yüreğimize, ruhumuza ve benliğimize vahiyle abdest aldırmalıyız. Akledenlerden, fikredenlerden, fıkhedenlerden ve fehmedenlerden olmalıyız. Kur’an’ın bizden talebine “Lebbeyk!” demeli ve hayatı anlamıyla yeniden buluşturmalıyız.

Niye mi?

Bu yazımızda da son sözü yine kadiri mutlak olan Allah (cc) söylesin isterseniz;

"Doğrusu Biz size, içinde size şeref ve itibar kazandıran bir mesaj indirmiş bulunuyoruz: şu halde, aklınızı başınıza almayacak mısınız?"(Enbiya, 21/10)