Ben Beyimi Buraya Kadar Severim!
Euro 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası (bizim için) bitti; hatta yazımızın yayımlanma tarihinde “fiilen” bitmiş, tabiri yerindeyse “Ali evlenmiş, Güllü gelin olmuş” olacak! Turnuvanın bizim adımıza en önemli noktası, futbola yakınlık duyan duymayan milyonlarca yurttaşın coşkusu oldu kuşkusuz. Şampiyonanın, Almanya gibi Türklerin son derecede yoğun olduğu bir ülkede düzenlenmiş olması, coşkunun üst düzeyde gerçekleşmesinin ana unsuru sayılabilir. “Acem beyi ile Kürt beyinin” hikâyesini (burada bir daha anlatmaya gerek yok) bilmeyenimiz yoktur; hikâyenin sonunda Acem beyinin adamı, uçurumun başında durur ve sorgulayıcı şekilde bakan beyine dönerek; “Ben beyimi buraya kadar severim” der. Saha içi ve dışında gelişen birtakım olaylar silsilesi olmasa rahatlıkla finale gidebileceğimiz, hatta kupayı alıp gelmemizin işten bile olmadığı turnuvadan, dramatik bir şekilde elendik. Bundan sonra oynanacak yarı final ve final maçları bizi çok da ilgilendirmiyor açıkçası; “Biz Euro 2024’ü” buraya kadar severiz! İşin şakası bir yana, kısa süreliğine de olsa A Millilerimizle gerçekten çok mutlu olduk, an oldu sevinç gözyaşları döktük, anlık da olsa günlük sıkıntılarımızı, gelecek kaygılarımızı unuttuk! Uzun zamandır hasretini çektiğimiz, neredeyse unutulmaya yüz tutmuş duygularımızı, hasletlerimizi hatırladık. Ülke insanı olarak, sevinçte, kederde, tasada bir olabileceğimizi büyük bir memnuniyetle hatırladık. Başta Teknik Direktörümüz Sinyor Montella olmak üzere, bize bu sevinç ve mutluluğu yaşatan A Millilerimize şükranlarımızı sunuyoruz. Masörümüzden, malzemecimize, sağlık ekibine ve elbette ki işin öznesi futbolcularımıza binlerce teşekkürü borç biliyoruz. On yıllarda bir araya getirebildiğimiz bu altın jenerasyonun ileriki turnuvalarda çok büyük başarılara imza atabilecek yetenek ve çapta olduğunun bir kez daha altını çiziyoruz. Bu arada konuya son bir cümle koyacak olursak; milli takımlar düzeyinde başarılı olmanın anahtarı, bu tür turnuvalara kesintisiz katılabilmek ve kendi ligimizin niteliğinin yüksek olmasıdır. Kulüp takımlarımızın, Avrupa kupalarında alacağı başarılı sonuçların milli takıma olumlu bir şekilde yansıması muhakkaktır… (TFF seçimleri, yeni sezonla ilgili görüş ve kaygılarımızı da kapsayan yazımızı önümüzdeki hafta ayrıntılı olarak yazmaya gayret edeceğiz…)
DİPNOT 1: Son yıllardaki en kötü futbolun oynandığı, en temposuz, en statik uluslararası turnuva diyebileceğimiz Euro 2024 şampiyonasında, belli oldu ki “kötülerin içinde” en iyi olan kupayı kazanacak. Şu oynanan yarı final maçlarını gördükten sonra, Hollanda gibi hakikaten iyi olmayan bir takıma elenmenin üzüntüsünü bir kez daha yaşadık. Futbolculuk kariyerinde yaşamadığı zafer, tatmadığı başarı nerdeyse kalmayan Ronald Koeman’ın, teknik adam olarak bunun çok uzağında bir görüntü çizdiği Hollanda takımına karşı, yine iyi olmayanlardan İngiltere, “araya sıkıştırdığı” iki golle final biletini kaptı, gel de yanma! Diğer tarafta kötülerin içinde en iyisi gibi görünen İspanya, eski günlerini “mumla arayan” Fransa’yı kolay geçerek finale adını yazdırdı. Şampiyonanın belki de en hatırlarda kalacak yanı, başta İspanya milli takımındaki (Fas kökenli) Lamina Yamal (onu 1958’in Pele’sine benzetiyorlar) olmak üzere genç oyuncuların bir hayli öne çıkmış olmasıydı ki bunların içinde bizim çocuklarımız Arda, Kenan hatta (onlardan bir tık yukarı yaşta olsa da) Barış’ın isimlerinin de bulunmasıydı…
DİPNOT 2: 15 Temmuz; yakın tarihimizin kırılma noktalarından birinin, amasız, fakatsız, lakinsiz lanetlenmesi gereken bir kalkışmanın yıldönümü. Nasıl bu kadar serpildiler, neden bu kadar müsamaha gördüler, devlet içinde paralel devlet yapılanmasına kalkışacak cüreti bulana kadar neden önemsenmediler? Soruları çoğaltmak mümkün, ama esas soru bu hain girişimden ders çıkarılıp çıkarılmadığıdır! Sosyoloji bilimine göre, dünyada hiçbir terör örgütü kar suyu gibi eriyip yok olmaz, bukalemun gibi renk değiştirir, fiziki yapısını küçültür vs. ama varlıklarını devam ettirir. Hal böyle olunca yapılması gereken, bu ve buna benzer yapılarla “hukukun temel ilkeleri” çerçevesinde mücadeleyi elden bırakmamaktır… Hain kalkışmanın karşısında canını veren insanlarımızı rahmetle anıyoruz. Ruhları şâd olsun…
DİPNOT 3: Futboldu, altın çocuklardı derken, Kayseri’de olanları bir miktar atladık sanki! Ülkemiz sosyoekonomik olarak sıkıntılı günlerden geçiyor, kabul. Atlatabilir miyiz, atlatabiliriz, bu büyük ülke her zorluğun altından kalkabilecek kadar güçlü ve deneyimlidir. Ancak sayıları “demografik yapımızı” değiştirecek kadar artan ve artmaya devam eden “sığınmacı/mülteci/misafir” (adına ne dersek diyelim) meselesini çok ciddiye almaz isek bunun bedelini çok ağır ödeyebiliriz… Kayseri’de olan biteni “münferit” kapsamında görmeden, “temel insan haklarını” sonuna kadar gözetmek koşuluyla, acil önlemler alınması arzumuz ve en büyük temennimizdir…
DİPNOT 4: Halil Rıfat Paşa Kavşağı, ya da en bilinen adıyla Emniyet Kavşağı, Sivas’ın trafikteki kara noktalarından birisi, belki de birincisi. İki yıla yakındır bitmeyen üst yol düzenlemeleri (kısmen) azaldı; ama özellikle mesai başlama ve bitiş saatlerinde tam kilit vaziyetinde bir yer! Üst yol açılmasına rağmen, sinyalizasyon sisteminde hiçbir iyileştirme göremediğimiz, ne kadar süre kırmızıda beklediğinizi bilemediğiniz bir tuhaf durum! Ancak yapılan iyileştirmelerin de hakkını teslim etmek gerekiyor, bahsi geçen kavşağın (resimden de anlaşılacağı üzere) Emniyet Müdürlüğü önü çevre düzenlemesi yapılırken, Ankara istikametine transit geçişi sağlayan yan yolun (rasyonele bir şekilde) düzenlenmesi, trafiğin akıcılığı açısından büyük kolaylık olmuştur. Düşünen ve uygulayanların ellerine sağlık…
NOT 1: Kenan Onuk; 2005 11 Temmuz’da kaybetmiştik onu. 19 yıl geçmiş aramızdan ayrılalı, daha dün gibi ne çabuk da geçmiş yıllar… Türk Spor gazeteciliğinin yüz akı isimlerden birisi, kısa zamanda yaptığı işlerin kalitesinin tadı hala damağımızda. Vefat yıldönümünde saygıyla anıyoruz, ruhu şad olsun…
NOT 2: Ali Kılıç ya da bilinen adıyla Kılıç Ali; dünyanın en haklı, en meşakkatli, en onurlu Kurtuluş Savaşı’nın kahramanlardan biri, Baba Gündüz ve Altemur Kılıç’ın babası. Çanakkale’den Kafkaslara cephelerde çarpışan, 1 Eylül 1919’da tanıştığı rahmetli Atatürk’ün vefatına kadar yanından ayrılmayan bir görev adamı, Gazi Meclis’in üyesi, bir büyük Kuvayı-i Milliyeci. Hakkında ciltler yazılabilecek kadar dolu bir yaşam. 14 Temmuz 1971’de kaybettiğimiz bu büyük kahramanı vefat yıldönümünde anıyoruz. Saygıyla, özlemle, minnetle. Ruhu şâd olsun…
FİLM: -Kaçak- Yönetmen: Andrew Davis. Başrollerde: Harrison Ford (82. Doğum günü kutlu olsun) Tommy Lee Jones . Yapım Yılı: 1993. Tek kanallı (nasıl geçti habersiz o güzelim ) 70 li yılların vazgeçilmez dizisiydi, dizinin başlama saatinde sokaklar boşalır, insanlar kumandasız televizyonlarının, siyah beyaz ekranlarına kilitlenirdi. “ Dr. Richard Kimble” bu hafta da kaçabilecek miydi? Başta Harrison Ford’un büyük oyunculuğuyla meydana getirilmiş, 93 yılında vizyona giren, en az dizisi kadar değerli bir beyazperde şaheseri…
ROMAN: Kadın Öyküleri – Anton Çehov. (15 Temmuz 120. vefat yıldönümü anısına)
Aslında bir Tıp Doktoru olan Çehov’dan seçme öyküler. Çocukluğunda babasının despot yapısı ve annesine uyguladığı şiddeti hafızasından hiç çıkaramayan, sonraları bu yaşadıklarını kitaplaştıran, kendi ifadesi ile “Tıp benim yasal eşim, edebiyatsa metresim” diyen Rus edebiyatının büyük yazarından bir dünya klasiği…
ŞİİR: Üç Gencin Kalbi- Ece Ayhan (12 Temmuz 22. vefat yıldönümünde) saygıyla, özlemle…
Bir gemici tanırım
Kalbini bir limanda bırakmış
Ya kaybolursa?
Ağlar çocukluğundaki gibi
Kalbini almaya gidecek hâlâ
Bir oğlan tanırım
Derin yeşil gözlü
Gönlü güney denizlerinin dibi
Kalbi ise yerinde
Birine vermeye gidecek
Bir gemi arar durur
Bulutlardan.
Bir şair tanırım
Onunki içler acısı
Kalbini asla vermemiş
Çalmışlar
Kalbi eski bir efsanede saklı.
ATASÖZLERİMİZ: “Aba vakti aba, yaba vakti yaba” Zamanın ve ortamın gereğine göre hareket edilmeli, her iş zamanında yapılmalıdır.
YANLIŞ: Alabulus!
DOĞRU: Alabros
GÜNÜN SÖZÜ: “Merhamet masum olduğu için her kalbe misafir olmaz.” İbn-i Haldun
OYUN: “Aşk iki kişinin oynayabileceği ve ikisinin de kazanabileceği bir oyundur.” Eva Gabor
ARZUHAL: “Bir başkasını kendi olduğumuzdan öte, öteki olmayı, ötekinin varlığıyla kaynaşmayı da arzuladığımız oranda severiz.” Jose Ortega y Gasset
NORMAL-ANORMAL: “Yapısal şiddetin bedelini herkes ödüyor, fakat en çok da en zayıf halka olan kadınlar ödüyor bu bedeli, üstelik hayatlarıyla… Her “atılabilir” erkeğin egemeni taklit ederek rahatça ve hesap verme zorunluluğu duymadan şiddet uygulayabileceği, şiddetini boşaltabileceği, üzerinde tahakküm kurabileceği en az bir kadın mutlaka bulunur. Üç kadını öldürmüş adam, televizyondaki evlilik programına çıkıp kendisine yeni eş arayabiliyor. Kadın öldürmenin normalleştiğine, bir azınlık üzerinde etkili olan entelektüel sosyal medya bir yana bırakılırsa, kabul edilebilir hale geldiğine delalet eder bu semptom.” Zeynep Direk/Cinsel Farkın İnşası*
İNSAN ÜZERİNE: “Bir zamanlar kediymişim ben Haluk. Sonra, herhalde kediler arasında işlenebilecek en büyük suçu işlemişim ki dünyaya bir daha gelişimde insan olmak cezasına çarptırılmışım…” Bilge Karasu/Altı Ay Bir Güz (13 Temmuz 29. Vefat yıldönümünde saygıyla anıyoruz, ruhu şâd olsun.)
ÜTOPYA: Uzun yıllardır kuşlardan mahrum olan Terravenenum semalarında bir karga görüntülendi. Amatör kamerayla kendisini görüntüleyen kişinin başına pisleyen karga sonra yine kayıplara karıştı…
RÜYA: “Düşlerimi ayaklarının altına serdim/Usulca yürü, düşlerimin üstünde yürüyorsun çünkü.” William Butler Yeats
YALAN: “Manşetlerde kilometre kilometre yalan/Sallanır durur.” Ahmed Arif
DELİ: “Delilik görelidir, kimin kimi hangi kafese kapattığına bağlıdır.” Ray Bradbury
HAYAT-MEMAT: “İnsan usul usul ölmek için gelir dünyaya/Başlar her gün biraz daha insan olmaya.” Metin Altıok* (9 Temmuz 31. Vefat yıldönümü anısına)
SADî-İ ŞİRAZİ’DEN: Bir köşeye çekilip oturmayı, elimi eteğimi çekerek görüşmek ve konuşmaktan kendimi alıkoymayı düşündüm. Defteri darmadağınık sözlerden yıkayıp temizleyeyim, yazdıklarımı sileyim de bundan sonra bu gibi perişan sözler söylemeyeyim ve böyle yazılar yazmayayım dedim, ama heyhat!
TEBESSÜM: “Adam sakal tıraşı olmak için berbere gider. Berber acemi hem gevezelik yapıp hem tıraş ederken adamın yüzünü dört yerinden keser. Özür dileyen berber havayı yumuşatıp, yüzü kesik müşterinin dikkatini başka yere çekmek için sorar: “Siz daha önce burada hiç tıraş olmuş muydunuz?” “Hayır” der adam“Ben bu kolumu Kıbrıs Savaşı’nda kaybetmiştim…” Rahmi Turan arşivinden, saygılarımızla…