Ülkemizde bir ilki daha yaşadık maalesef! Bugüne kadar futbol hakemleri, çoğunluğu sözlü olmak üzere birçok saldırı ve tacize uğramıştı; ancak bunun bir “Kulüp Başkanı” tarafından, üstelik de “fiziki” olarak yapılanına ilk defa şahit olduk. Anlaşılacağı gibi, geçtiğimiz pazartesi günü akşamı, Ankaragücü - Çaykur Rizespor maçı sonrası Ankaragücü Kulüp Başkanı Faruk Koca tarafından, maçın FİFA kokartlı hakemi Halil Umut Meler’e yapılan yumruklu saldırıdan bahsediyoruz!.. Sokakta, çarşı pazarda, trafikte, günün 24 saatinde artık “Vaka-i adiye” duruma gelmiş “Şiddet sarmalının” futbola sıçraması çok da beklenmeyen bir şey olmasa gerek. “Zevahiri kurtarmak” adına liglerin süresiz ertelenmesi vs. sorumluların işgüzarlığından başka bir şey olmamakla beraber, “Top benden gitsin”den başka bir şey değildir. Olayın faili kulüp başkanının önce tutuklanması, sonrasında istifa ettiğini açıklaması, bağlı bulunduğu siyasi partiden ihracı “Köpük alma” adına olumlu ve başarılı sayılabilir!..

Bütün bu olan bitenlerin, hakemi darp ederken belki de ölümüne neden olabilecek olayların belki de bu boyuta gelmesinin baş sorumlusu sayılabilecek kişilerin başında gelenlerden birisi de kuşkusuz Ankaragücü Teknik Direktörü Emre Belezoğlu! Kaldı ki kendisinin yakın geçmişine baktığımız zaman gerek ırkçı söylemlerinin gerekse fair play dışı davranışlarının hiç de azımsanmayacak boyutlarda olduğunu görmek çok mümkün! Ayrıca bu olay “Perşembenin gelişinin, çarşambadan belli olması” halinin tipik örneği olsa gerek! Naklen yayın havuz gelirlerinden tutun, yasal-gayrı meşru lere kadar çok ama çok paranın döndüğü bir alanda, otoritenin gereken derecede üstüne düşeni yapmaması, işin bu boyutlara gelmesinin başlıca nedenidir. Neden- sonuç ilişkisini çoğaltacak olursak, ağzından çıkanı kulağı duymayan yorumculardan tutun, hamasi sözlerle fitili ateşleyen nice nice bir güruhtan bahsedebiliriz!

Ülkemizde istifa mekanizmasının çoktan unutulmuş olması, dolayısıyla herkesin yaptığının yanına kar kalması meselenin bir başka boyutu. Takvimler 29 Mayıs 1985 tarihini gösterirken, Belçika’nın başkenti Brüksel’in Heysel stadında, Juventus ve Liverpool arasında oynanacak olan o zamanki adı ile “Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası” final maçı öncesi, tarihe “Heysel Faciası” olarak geçen olaylar sonucunda toplam 39 kişi yaşamını yitirmişti. Dönemin İngiltere Başbakanı “Demir Leydi” Margaret Thatcher, kendi vatandaşları için kullandığı su kelime ile tarihe adını yazdırmıştı: “Hayvanlar”! O Margaret Thatcher ki, FİFA ve UEFA’nın kararını beklemeden, A Milli Takımı dahil tüm İngiliz takımlarını Uluslarası turnuvalardan menetmişti. İvedilikle yapılması gereken budur aslında; FİFA ve UEFA’nın tavsiyelerini, yaptırımlarını beklemeden, ağır cezalar verilmelidir ki, kangren orada bitirilsin, emsal teşkil etsin… Kamuoyunda “Sporda Şiddet” yasası olarak bilinen 6222 sayılı yasanın aslında Dünyanın ve Avrupa’nın gelişmiş ülkelerindeki yasalarından çok da eksiğinin olmadığı tüm uzmanların ortak görüşü. Bu uzman hukukçuların gene bir ortak görüşü var ki; yasanın uygulanmasındaki kararlılık ve standardın olmadığı… Zira ülkeleri uygar ve gelişmiş yapan insanlar değil, kanun ve kuralların yaptırım gücüdür.

Tüm bu yaşananlar, Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez’e 1982 “Nobel Edebiyat ödülünü” getiren “Kırmızı Pazartesi” romanını akıllara getiriyor haliyle! Söz konusu romanda, yazarımız, çocukluğunu geçirdiği kasabada yıllar önce yaşanmış bir cinayeti anlatır kendine has muhteşem üslubuyla. Romanın kahramanı Santiago Nasar’ın öldürüleceği daha ilk satırlardan bellidir; ancak sonun baştan belli olması romanın sürükleyiciliğinden hiçbir şey kaybettirmez. Santiago Nasar’ın öldürüleceğini sıradan halktan, kasabanın en yüksek kamu görevlilerine kadar herkes bilmekte olup, hiç kimse hiçbir önlem almaya gerek duymamaktadır! “Kırmızı Pazartesi” yalnız bir cinayetin arka planını değil, bir halkın ortak davranış biçimlerinin portresini de çiziyor. Aynı şekilde, bir toplumsal ruh çözümlemesi niteliğini de bünyesinde barındırıyor. Şu an olup bitene bakıldığında, “Kırmızı Pazartesi” günlerini yaşamakta olduğumuzu görmemiz mümkün!..

NOT: Necip Fazıl Kısakürek’in “Sakarya” şiirinde aşina olduğumuz şu dizeleri vardır ya: “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya…”. Somali Cumhurbaşkanının oğlu Muhammet Hasan Şeyh Mahmut’un otomobili ile ezdiği motosikletli kurye Yunus Emre Göçer için söylenmiş sanki! Bu şahıs kimdir, neden oradadır, ne iş yapar, ne zamandan beri Türkiye’dedir, nerenin vatandaşıdır, ağır bir kazaya karışmasına rağmen neden gitmesine izin verilmiştir?! Bu konuyu aydınlatmak ve Yunus Emre’nin ailesinin haklarını, şahsın hak ettiği cezayı aldığını görmek yüreğimizi bir nebze olsun soğutacaktır…

FİLM: Leon/Sevginin Gücü. Yönetmen: Luc Besson. Başrollerde: Jean Reno, Gary Oldman, Natalie Portman. 1994/ABD

Kendine ait katı kuralları olan tetikçi Leon’un, ailesi bir mafya infazına kurban giden küçük Mathilda ile tanıştıktan sonra tüm hayatı değişecektir. Tüm değer yargılarını bir tarafa bırakan Leon, küçük Mathilda’nın etkisi ile hiç ummadığı bir yaşama yelken açar…

ROMAN: Ulusların Çöküşü - Daron Acemoğlu, James A. Robinson.

Tarih kaderden ibaret değildir, sömürgeler, koloniler, devrimler ve kurtuluş hareketlerinin gölgesi, günümüze nasıl düşüyor… Sanayi devrimi neden Moldovya’da değil İngiltere’de başladı… Kara ölüm veba tarihi nasıl etkiledi… Bütün bu soruların cevabını burada bulabiliyoruz…

ŞİİR: Nilüfer- Behçet Necatigil (Vefatının 44. Yıldönümü anısına)

Kışken ilkyaz, sularımda açardı;
Buzlu dağlar gerisine kaçıracak ne vardı?
Eski defterlerde sararırmış yaprak.
Beni bana gösterecek anlamdı, almışlar.

Bir ışıktı yanardı gecelerde;
Akşam, çiçekler uykuya yattı,
Sardı karşı kıyıları karanlık
Beni bana gösterecek lambamdı, almışlar.

YANLIŞ: Liğ-Liğler

DOĞRU: Lig- Ligler

GÜNÜN SÖZÜ: “İyi bir kafa ve iyi bir kalp her zaman zorlu bir kombinasyondur.” Nelson Mandela

ÜTOPYA: “Başka zamanlarda yaşamış Ütopyacılar olmasaydı, insanlar hala mağaralarda yaşıyor olurdu, çıplak ve sersefil. İlk şehrin hatlarını çizenler ütopyacılardı… Cömert hayallerden faydalı gerçekler doğar. Ütopya bütün ilerlemelerin temel ilkesi ve daha iyi bir geleceğe götüren bir teşebbüstür.” Anatole France; The Concept of Utopia

ŞADİ-İ ŞİRAZİDEN: “Aslan, mağarada açlıktan ölse bile köpeğin artığını yemez. Zorluğa, açlığa dayan, göğüs ger, fakat bir alçağa avuç açma! Değersiz bir adam Feridun gibi mal, mülk sahibi de olsa onu insan sayma ve ona kıymet verme.”

TEBESSÜM: Karadeniz’in küçük bir kasabasına yeni bir dişçi gelmişti. Ünü “Acısız dişçi” diye kısa zamanda kasabayı sardı. Bir akşamüstü Temel kahveye geldi…

“Palavra” dedi… “Bu dişçi acısız falan değil…” Bütün kafalar ona çevrildi. Anlattı Temel…

“Bugün gittim. Koltuğa oturdum. Ağzımın içine soktuğu parmağını hart diye ısırdım… O da canı acıyan herkes gibi çığlık attı.”