12 Eylül 1980; Türkiye’nin en önemli kırılma noktalarından, sonuçları itibarıyla da ülkenin yaşamış olduğu büyük bir travmalardan! Nasıl geldik bu noktaya,  ağır aksak da olsa iyi-kötü giden Demokrasimizi neden elimizden kaçırdık!  Özellikle 50 yaş ve üzeri “Baby Boomer” kuşağının gayet net hatırlayacağı gibi, aslında 12 Eylül darbesi (o zamanlar darbe yerine ihtilal denilirdi) adeta “Davul-Zurna” ile geldi dersek abartılı bir ifade olmaz. Kurgulanmış bir “Kontrollü gerilim stratejisi” devreye sokularak  “meşrulaştırılmaya çalışılan bir ihtilal” yapıldığını söylemek çok mümkün…

 “Kontrollü gerilim stratejisinin” aslında ne olduğuna bakacak olursak, “Psikolojik” savaş yöntemlerinden birisi olduğunu biliyoruz. Toplum, travmatik bir olayın etkisini daha atlatamadan (Maraş-Sivas-Çorum olayları) yenisine maruz kalır. (Siyasi parti liderlerinin birbirine selam dahi vermemeleri, Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki gayri ciddilik hatta lakaytlık, Konya’da yapılan “Kudüs’ü kurtarma mitingi vs.) Tekrarlanan yüksek kaygı, endişe ve gerilim hali kişilerin verdiği tepkileri “bazen duruma göre, bazen anlık” hale getirir. Bu durumun, yavaş yavaş toplumun da kabul ettiği, düzenin sağlanması için gerekli gördüğü “lüzumlu şiddete” dönüşmesi, “kaos” için şartların oluşmasına zemin hazırlar. Kişi öylesine bilinçsiz, öylesine öfke yönelimlidir ki, kalabalığın içinde (fiziksel ya da sanal) kontrolünü kaybeder, hatta bir adım önceki halini (tepkisini) hatırlamaz hale gelir. Toplumu oluşturan bireyler birbirlerinden şüphelenmeye, birbirlerini düşman, hain, sorumlu, sorunlu ilan etmeye başlar. Ve sonuç: Gayrimeşru “darbe” böylece meşru hale gelmiş olur! Dönemin CIA Türkiye masası şefi Paul Henze tarafından “Bizim çocuklar başardı”  söylemi önceleri yalanlansa da, rahmetli Mehmet Ali Birand kendine has  “araştırmacı gazetecilik refleksiyle”  bu ifadenin doğruluğunu teyit ettirmiştir…

Cadı avına dönüşen tutuklamalar, sıkıyönetim mahkemelerinin hukukla bağdaşmayan kararları, idamlar, işten çıkarmalar, sönen ocaklar, askıya alınan anayasa ve kapatılan partilerle birlikte elimizden kayıp giden “demokrasi” Odak noktası ABD olan “emperyalizmin acımasız dişlileri” yüzünden, “sağdan ve soldan” iyi yetişmiş, birikimli ve donanımlı, vatansever bir neslin heba olması, ülkenin on yıllarca geri gitmesi…

Bu arada her dönemin vazgeçilmez “güç severleri” o zaman da vardı hiç kimsenin şüphesi olmasın. Ressamlıkla alakası olmayan birisine “Van Gogh” muamelesi çekmeler mi dersiniz, caddelere, bulvarlara, stadyumlara, apartmanlara, “Kenan Evren” ve “12 Eylül” adını vermelere kadar ne vıcıklıklar ne yağlamalar…

17 Eylül 1967

Gerek ülkemizin, gerekse dünyanın tanık olduğu en büyük sportif facialardan birisi kuşkusuz. Her ne kadar hatırlamak istemesek, yaşanmamış olmasını temenni etsek bile, maalesef kapanmayan yarasıyla her an yüreğimizde hissettiğimiz bir büyük acı. Anlaşılacağı gibi, 17 Eylül 1967’de Kayseri’de oynanan ve tamamlanamayan Kayserispor - Sivasspor maçından bahsediyoruz. O yıl yeni kurulan Türkiye 2. Profesyonel Ligi’ne alınan her iki takımın, tarihinde oynadığı ilk maç. Gerek 1965 yılında oynanan ve hayli gerilimli gecen Kayseri Şekerspor - Sivas Sümerspor maçı ile 1966’da oynanan ve benzer gerilimlere sahne olan Kayseri Havagücü - Sivas Sümerspor maçının rövanşı niteliğinde olması, gerekse maçın günler öncesinde başlayan provokasyon kokan eylem ve söylemler ile “Perşembenin gelişinin Çarşambadan belli olduğunu” anlamak mümkün.

Nitekim daha sonraki belge ve bilgilerden öğreniyoruz ki dönemin Kayseri Valisi bu hususta Sivas Parlamenterleri tarafından ilave önlemler alması hususunda uyarılmasına rağmen, maç günü (nedense) ailece köy ziyareti yapmayı yeğliyor! (Daha sonrasında Vali ve Emniyet Müdürü’nün açığa alındığını biliyoruz.) Sonuç itibarı ile, 43 genç insanın hayatını kaybetmesine, her iki şehrin arasındaki ilişkilerin kopma noktasına gelmesine, şehirlerin sosyal ve demografik yapılarının (olumsuz şekilde) değişmesine sebep olan facianın yıldönümünü, bu acıların bir daha yaşanmaması dileğiyle bir kez daha, teessürle anmış olduk…

FİLM:                   

12 Kızgın Adam - Sidney Lumet (başrolde Henry Fonda)

ROMAN:            

Çankaya - Falih Rıfkı Atay (Prof. Celal Şengör kitapla ilgili şöyle der: “Çankaya’yı okumadıysanız eğer, Atatürk’le ilgili çok şeyi kaçırdınız demektir…)

ŞİİR:                      

Fahriye Abla - Ahmet Muhip Dıranas

YANLIŞ:                

İBAN Numarası (IBAN zaten bir numaradır)

DOĞRU :             

IBAN

GÜNÜN SÖZÜ:

“Şefkatli ol, karşılaştığın herkes zor bir mücadele veriyor.” - Platon

TEBESSÜM:        Ayyaşlığı ile ünlü Bekri Mustafa, Küçük Ayasofya’nın önünden geçerken, apar topar yolunu keser ve “Musallanın” üstünde bulunan mevtanın cenaze namazını kıldırmasını isterler. Bekri baba itiraz etse de kabul ettiremez sonuçta namazı kıldırır, namazın sonunda rahmetliye fısıltı halinde bir şeyler söyler. Cemaatten birisi merak eder sorar: Bekri baba rahmetliye ne söyledin öyle fısır fısır? Dedim ki: Şimdi sana orada soracaklar, Dünya’da ne olup bitiyor? Dersen ki Bekri Mustafa cenaze namazı kıldırıyor, daha bir şey sormazlar, anlarlar Dünya’nın ne halde olduğunu!..”