“Olimpiyat Oyunları, sporun zirvesini temsil eden, dünyanın en prestijli ve geniş katılımlı spor etkinliklerinden biridir. Hem tarihi hem de kültürel önemi ile dünya genelinde büyük ilgi görmektedir. Antik Yunan'da başlamış olan bu oyunlar, modern dönemde de büyük bir heyecanla takip edilmektedir.

Antik Olimpiyatlar: Olimpiyat Oyunları'nın kökeni Antik Yunan'a, M.Ö. 776 yılına kadar uzanır. Oyunlar, Yunan tanrılarından Zeus onuruna düzenlenirdi ve dört yılda bir, Olimpiya şehrinde gerçekleştirilirdi. Bu dönemde sadece erkekler katılabilirken, çeşitli atletizm dallarında yarışmalar düzenlenirdi. Oyunlar sırasında savaşlar bile durdurulur ve Yunan şehir devletleri arasında barış sağlanırdı.

Modern Olimpiyatlar: Modern Olimpiyat Oyunları, 1896 yılında Fransız Baron Pierre de Coubertin'in girişimleriyle yeniden canlandırıldı. Atina'da düzenlenen ilk modern Olimpiyat Oyunları'na 13 ülkeden 241 atlet katıldı. O günden bu yana, oyunlar dört yılda bir düzenlenmekte ve katılımcı ülke ve sporcu sayısı sürekli artmaktadır. 2021 yılında Tokyo'da düzenlenen oyunlarda 206 ülkeden yaklaşık 11,000 sporcu yarışmıştır.

Olimpiyat Oyunları, sadece sportif rekabeti değil, aynı zamanda kültürel değişim ve barışı teşvik etmeyi amaçlar. Olimpiyat ruhu, "Citius, Altius, Fortius" (Daha Hızlı, Daha Yüksek, Daha Güçlü) sloganında ifadesini bulur. Ayrıca, oyunlar sırasında dostluk, fair-play (adil oyun) ve dayanışma gibi değerler ön plana çıkarılır.

Kadınların Olimpiyatlardaki Yeri: İlk modern oyunlarda kadınlar yer almazken, 1900 Paris Olimpiyatları'ndan itibaren kadınlar da yarışmalara katılmaya başlamıştır. O günden bu yana, kadın sporcuların sayısı ve etkinliklerdeki başarıları önemli ölçüde artmıştır. Günümüzde, kadınlar neredeyse tüm spor dallarında erkeklerle eşit şartlarda yarışmaktadır.

Olimpiyatların Ekonomik ve Sosyal Etkileri: Olimpiyat Oyunları, düzenlendiği şehir ve ülke için büyük bir ekonomik ve sosyal etkiye sahiptir. Hazırlık sürecinde yapılan altyapı yatırımları, oyunlar sonrasında da kullanılmak üzere kalıcı eserler bırakır. Turizm gelirleri, medya hakları ve sponsorluk anlaşmaları, oyunları düzenleyen ülke için önemli ekonomik kazançlar sağlar. Ancak, yüksek maliyetler ve bazı projelerin sürdürülebilirliği konusunda eleştiriler de bulunmaktadır. Bu eleştiriler, özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından haklılık payı içerirken, başlıca neden bu organizasyon için yapılan harcamaların, vergiler ve kamu borçlarıyla yapılmasıdır. Olimpiyatlar sona erdikten sonra, inşa edilen tesislerin ve altyapının kullanımı az olabilir. Bu durum  "beyaz filler" olarak adlandırılan, maliyetli fakat az kullanılan yapıların ortaya çıkmasına neden olabilir. Konuyla ilgili olumlu düşünenler ise, olimpiyatların turizm gelirleri, uluslararası tanıtım ve kısa dönemli istihdam artışı gibi ekonomik getiriler sağlayabileceğini, ev sahibi ülkenin kültürel ve sosyal imajını güçlendirebileceğini, uluslararası arenada prestij kazandırabileceğini ve toplumsal birliğin artmasına katkı sağlayabileceğini öne sürüyorlar. Olimpiyatların maliyetleri ve getirileri üzerine yapılan eleştiriler, ekonomik, sosyal ve kültürel faktörler dikkate alındığında karmaşık bir konudur. Her iki bakış açısının da geçerli argümanları bulunmaktadır. Bu nedenle, olimpiyatların maliyetleri nedeniyle eleştirilip eleştirilemeyeceği konusundaki nihai karar, genellikle kişisel veya toplumsal önceliklere ve perspektiflere bağlıdır.

Sonuç: Olimpiyat Oyunları, sporun evrensel dilini kullanarak, milletler arasında dostluk ve barışı pekiştiren, kültürel zenginliklerin paylaşılmasını sağlayan bir platformdur. Antik Yunan'dan günümüze kadar uzanan bu gelenek, her geçen gün daha da büyüyerek ve gelişerek, dünya genelinde milyonlarca insanı bir araya getirmeye devam etmektedir.

Yukardaki satırları “yapay zekâ” ChatGPT marifetiyle yazdık. Ülkemizin olimpiyat serüveni “ara oyunlar” da denilen 1906 Atina ile başlarken, zaman zaman kesintiye uğramış durumda. 1920/Ansvers’e 1. Dünya Savaşına neden olarak gösterilenlerden sayıldığımız için, 1932/Los Angeles’e ekonomik nedenlerden katılmadığımızı müşahede ediyoruz. 1980/Moskova’ya katılmama nedenimiz ise dönemin Sovyetler Birliği’nin  (SSCB) Afganistan’ı işgal etmesi ki, başta ABD olmak üzere batılı pek çok ülkenin bu boykotun içinde olduğunu görmekteyiz.

1976/Montreal’e kadar radyo ve gazetelerden takip etmeye çalıştığımız bu büyük organizasyonda TV’nin düğmesine bastığımızda ilk karşımıza çıkan kimdi diye sorulursa, cevabı Nadia Comaneci‘dir. Comaneci, (altın kız) bu olimpiyatlarda tam yedi adet 10 puan alarak “perfect score” yani mükemmel puanı yakalayan ilk jimnastikçi olmuştu ve bizim için “insanüstü” bir varlıktı adeta! 1936/Berlin’de Hitler’e stadı terk ettirecek kadar (doğruluğu teyit edilmemiş olsa da yıllardır söylenir) öfke nöbeti geçirten Jesse Owens’tan, 1960 Roma’da “çıplak ayakla” maraton altını alan Abebe Bikila’ya kadar ne şampiyonlar ne kahramanlar gördü olimpiyat tarihi… Ruhi Sarıalp’in Londra/1948’de üç adım atlamada aldığı bronz madalya güreş dışında tek aldığımız madalya olma vasfı taşıyordu, ta ki 1984/Los Angeles’e kadar. Boksörümüz Eyüp Can, burada aldığı bronzla bu istatistiğe son veren sporcumuz oldu. Maraton demişken, olimpiyatların vazgeçilmezi, en nadide dalı desek abartmış olur muyuz bilmem ama başta İsmail Akçay, Hüseyin Aktaş, Veli Ballı olmak üzere, bu alanda da çok büyük atletlerimizin olduğunu da bir kez daha hatırlamış olalım. 1988/Seul’de Naim Süleymanoğlu ile gururlandık, sevinç gözyaşları döktük. Rahmetli, kendi ağırlığının üç katından daha fazla kaldıran halterci olarak, kırılması imkânsız bir rekora imza atarken, adını spor tarihine hiç silinmeyecek şekilde altın harflerle yazdıran adam oldu.  Günümüzde, sporcularımız her dalda, rakiplerinin hiç de gerisinde kalmadan rahatlıkla büyük başarılara ulaşabiliyorlar, olması gereken de zaten bu değil midir? 85 milyonu bulan nüfusu, tarihi geçmişi, ekonomisi ve kültürü ile ülkemizin bu başarılarda olması gayet normal bir durum olarak değerlendirilmelidir. Kuralları bilinmeyen spor dalını sevmeniz, takip etmeniz çok mümkün değildir. İtiraf etmeliyiz ki bu olimpiyatlarda da adını dahi yeni öğrendiğimiz birçok spor dalı var ve biz bu branşlara henüz alışamadık! Bu arada, başta Avrupa ve Güney Amerika olmak üzere, dünyanın her yerinde yaz kış birçok uluslararası organizasyonu olan futbolun olimpiyatlarda neden var olduğunu da garipsediğimizin altını çizerek, olimpiyatlarla ilgili (haftaya kadar) son cümlemizi etmiş olalım.

DİPNOT: 2-0 geriden gelerek Hollanda’yı, peşine rahat bir oyun sonrası Dominik Cumhuriyeti’ni yenen “Filenin Sultanları” gruptaki son maçında çok formda, dünya sıralamasında 1. olan, son on maçını kazanmış İtaya takımına karşı iyi mücadele etmesine, özellikle son sette başa baş oynamasına rağmen 3-0 mağlup oldu. Yenilgiye rağmen, çeyrek finale çıkan millilerimizin madalya umudunun devam ediyor olması az bir başarı olmasa gerek…

Olimpiyat Oyunları Antik Yunan'dan Modern Dünyaya

Değerlerimiz Bir Bir Gidiyor…

Hafta içinde önce Kenan Işık’ın vefat haberini aldık, yaklaşık 10 yıldır koma halinde olan yaşamı sona ermiş oldu. Çok uzun sayılmayabilecek yaşamında iz bırakan işlere imza atması bir yana, toplumun ve halkın mutluluğu adına yaptıklarıyla unutulmazlar arasında yerini alan bir insandı. Çarşamba günü sabah saatlerinde ise, Genco Erkal’ı kaybettiğimizi öğrendik. Tek kişilik oyun denilince ilk akla gelen, “aydın insan” tanımının içini tam anlamıyla dolduran bir sanatçı, toplumun nirengi noktalarına dokunan sorumluluk duygusu son derece yüksek bir insandı. Altaylı’nın ifadesi ile değerlerimiz azaldıkça vasatlaşıyor muyuz ne? Her iki değerimize de Allah’tan rahmet diliyoruz, ruhları şâd olsun…

Ortadoğu’da Neler Oluyor

Ortadoğu; insanlık tarihi boyunca kaynayan bir kazan adeta, hiç bitmeyen ve dinmeyen acıların yaşandığı bir coğrafya. İsrail’in faşist ve zalim yönetiminin saldırıları ile yerlerinden, yurtlarından, evlerinden olan yüzbinlerce talihsiz Gazze’linin yaşadığı insanlık dışı dram, tüm dünyanın gözü önünde sürerken, bebekler ölürken sessiz kalan güçlüler! Hafta içinde HAMAS’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’nin, Tahran’da kaldığı evde (uzaktan atıldığı sanılan bir füze ile) öldürülmesi, bu coğrafyada geri dönüşü olmayan bir yola girildiğinin resmidir. Olayda İsrail yönetiminin parmağı olduğu kuvvetle muhtemel gibi görülürken, zaten kan ve gözyaşı ile sulanan bölgeyi ateşten bir sarmalın beklediğini söylemek mümkün. Umarız ve dileriz, başta ülkemiz bu olaydan hasarsız çıkar ve haydut İsrail yönetimi layık olduğu cezalara çarptırılır. Bebeklerin ölmediği, barışın kalıcı olduğu bir Ortadoğu, tüm dünya insanlarının da mutluluğu olacaktır…

NOT: Enver Paşa; Makedonya’dan Orta Asya’ya uzanan meşakkatli bir yaşam çizgisi. Başkumandan vekili ve Harbiye Nazırı olması hasebiyle bir dönemin kuşkusuz en kudretli adamı, aldığı kararlarla ülkenin gidişatını direkt etkileyen bir muktedir. Şevket Süreyya Aydemir’in “Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa” eserinin önsözün de belirttiği gibi, bu yaşam aslında bir insanın değil, bir devrin hikâyesidir. Genç Türkler hareketinin ateşlediği, İttihat ve Terakki ile en yükseğe çıkan ve o yükselişin aynı hızıyla hazin bir düşüş hikâyesi! 4 Ağustos vefatının 102. Yıldönümünde saygıyla anıyoruz. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun…

FİLM: Bin Dokuz Yüz Seksen Dört-( Nineteen Eighty-Four – 1984) Yönetmen: Michael Radford- Başrollerde: Yapım Yılı: 1984 John Hurt, Suzanna Hamilton, Richard Burton (5 Ağustos 40. Vefat yıldönümü anısına)  George Orwel’in ünlü romanı 1984’den uyarlanan filmde, bir dönemin baskıcı ve totaliter yönetiminin ütopik bir şekilde canlandırıldığını görmek isteyenlere…

ROMAN: Aşk Gidiyorum Demez – Duygu Asena (18. vefat yıldönümünde anısına, saygıyla…)

“Feminist Yazar” olarak literatüre geçen rahmetli yazarımızdan yine toplumdaki kadın figürleri, kadının yaşadığı/yaşayamadığı hayatlar…

ŞİİR: Akrep Gibisin Kardeşim- Nazım Hikmet Ran

Akrep gibisin kardeşim,
Korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.


Serçe gibisin kardeşim,

Serçenin telaşı içindesin.
 

Midye gibisin kardeşim,
Midye gibi kapalı, rahat
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.

 

Bir değil,
Beş değil,
Yüz milyonlarlasın maalesef.

 

Koyun gibisin kardeşim,
Gocuklu celep kaldırınca sopasını
Sürüye katıltıverirsin hemen
Ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani,
Hani şu derya içre olup
Deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf
Ve bu dünyada, bu zulüm
Senin sayende.


Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
Ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
Kabahat senin demeğe de dilim varmıyor ama
Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!

ATASÖZLERİMİZ: “Aç eline geleni yer, tok ağzına geleni der.

Geçim sıkıntısı içinde bulunan kişi geçinebilmek için  her yolu dener, her işi yapar. Varlıklı kişi ise sonunu düşünmeden ağzına geleni rahatça söyler.

YANLIŞ: Şöför

DOĞRU: Şoför

 

GÜNÜN SÖZÜ: “Halden anlama hassas bir duygudur ve sadece derin hassasiyete sahip insanlara özgüdür.” Immanuel Kant

OYUN: “İş olan iş vardır, oyun vardır, iş olan oyun ve oyun olan iş vardır. Ve mutluluk bunların sadece birindedir.” Gelett Burgess

ARZUHAL: “Neyi değiştirir arzuların yerli yerinde olması/Kalkmak iyidir, taşmak iyidir, akarsu iyidir.” Turgut Uyar

NORMAL-ANORMAL: “Her birimiz zaman zaman ahmak, budala, geri zekâlı ya da zırdeliyizdir. Normal bir insan bu bileşenlerin makul bir karışımıdır sadece .” Umberto Eco

İNSAN ÜZERİNE: “İnsanın ufku insandır.” Yahya Kemal

ÜTOPYA: Askerliğin topyekûn kaldırılmasının ellinci yıldönümünde barışa sahip çıkan Terradulcium halkı meydanları doldurarak “yanındakini kucaklama” eylemi yaptı!

RÜYA: “Bütün dünya bir rüyadır, ölüm ise yorumcu.”Aşkenazi atasözü

YALAN:Öyle yalanlar saklanıyor ki gözlerime/Canım acıyor.” Özdemir Asaf

DELİ: “Şirazesinden çıkmış zihinler görmek için tımarhaneye gitmemiz şart değil, gezegenimiz evrenin akıl hastanesi.” Johann Wolfgang von Goethe

HAYAT-MEMAT: “Yaşam bize pek aldırmaz gibidir/Yaşadığımız kadarı bile/Yaşamımızı yaşadığımız da sanki şüphe götürür gibi.” Oruç Aruoba

SADî-İ ŞİRAZİ’DEN: Akıllı insan, şaka ile söylenen sözden bile ders alır ve istifade eder, bir hisse kapar. Cahile yüz kez dâhiyane söz söylesen kulağına girmez, ona vız gelir, masal sanır.

TEBESSÜM: Nasrettin Hoca’yı analım; Hoca Timur’a meyve götürmeye karar vermiş, meyve olacakta Ayva’yı seçmiş. Karısı bu duruma müdahale ederek, incir götürmesini söylemiş. Hoca, elinde bir sepet incir, varmış Timur’un huzuruna, inciri gören Timur müthiş bir kızgınlıkla sepetteki incirleri, tek tek hocanın suratına doğru fırlatmaya başlamış. Yüzüne isabet eden her incirden sonra, “ya rabbi şükür” diyen hocaya sormuşlar dışarıda neden böyle dedin devamlı? Hoca cevap vermiş; kırk yılda bir karı lafı dinledik de paçayı ucuz yırttık, ya aklıma uyup ayva götürseydim, şimdi halimin ne olduğunu düşünsenize!