Sahabelerden Ebu Zer ile Bilali Habeşi arasında ufak bir tartışma yaşanır. Tartışmada hiddetlenen Ebu Zerr(ra) Bilali Habeşi(ra)’ye “Ey kara kadının oğlu!” diye seslenir. Bilal(ra) bu duruma çok üzülür. Konuyu öğrenen Peygamber(sav) Ebu Zer(ra)’e :”Ya Ebu Zer! Sende hala cahiliye kalıntıları görüyorum. Kişi hiç anasından dolayı kınanır mı?”der.
Bu dersi veren kim?
“Beni Rabbim terbiye etti. Ve ne güzel terbiye etti!” diyen Hz. Muhammed(sav)
O Resul (sav)’ün sözlerine kulak vermeyeceğiz de kime kulak vereceğiz?
O Resül(sav)’ün sözü üstüne söz söylemek kimin haddine?
O Resül(sav) ile ilgili Rabbimiz(cc) ne diyor?
“Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız Muhammed sapmadı, azmadı. O, arzusuna görede konuşmuyor. Bildirdikleri, kendisine vahyolunan bir vahiyden ibarettir!”Necm Sur, 53/1-4
Yol haritası vahiy olan bir peygamberin gittiği yoldan şüphe duymak mümkün müdür?
Şu insanı tir tir titreten ayete bir bakar mısınız?
“Doğrusu insanı yaratan Biziz ve iç beninin ona neler fısıldadığını iyi biliriz: zira Biz insana şahdamarından daha yakınız!”Kaf Sur, 50/16
Kuluna şah damarından dahi yakın olan Allah(cc), Resülü Hz. Muhammed (sav)’e şöyle sesleniyor:
“Ve eğer (Peygamber) kısmen dahi, söylemediğimiz sözler uydurarak Bize isnat etseydi, onu sağ kolundan şiddetle yakalar ve şah damarını kesip (başını) koparırdıkda, sizden hiç kimse buna engel olamazdı!” Hakka Sur, 69/44-47
Peki bize ne oluyor?
“Allah ne der?” mi diyeceğiz yoksa “El alem ne der?” demeye devam mı edeceğiz?...
Ayetlerin diriltici soluğuna teslim mi olacağız yoksa adetlere mahkum mu olacağız?
Hala işin niceliğiyle, kabuğuyla, curufuyla mı uğraşacağız yoksa öze, ruha ve cevhere mi yöneleceğiz?
Tek kutuplu bir dünya öngörüp dünyevileşmeye, duyarsızlaşmaya ve değersizleşmeye odaklı bir yaşammı öngöreceğiz yoksa çift kutuplu bir dünyayı içselleştirip Allah’lı, anlamlı, ahlaklı ve amaçlı bir yaşam için mi kolları sıvayacağız?
Bizi yaratan Allah(cc)’ın sözüne kulak vermez ve O(cc)’na tam teslimiyet göstermezsek halimiz nice olur dersiniz?
Allah(cc) bilincinden yoksun toplumlarda çeşitli marazi hastalıkların zuhuru kaçınılmazdır.
Bugün tüm dünyayı kasıp kavuran ırkcılık, mezhepcilik, terör ve mültecilik gibi birçok marazlar var.
Peki bu sorunlarla kim mücadele edecek?
Batıl şer güçlerin bu sorunların üstesinden gelmesi imkansız. Müslüman dünya bu konuda elini taşın altına koymalı ve tüm manevi ve ilahi referanslarını harekete geçirmelidir.
Ragıp El Isfahani’nin şu tesbitini yeri gelmişken paylaşmak isterim.
“Allah insanlara iki elçi göndermiştir. Birinci elçi akıl, ikincisi de peygamberlerdir!”
Peki bu iki elçi hayatımızda ne kadar etkin?
Unutmayalım ki Allah(cc) kitabında Akletmeyenlerin başına pisliği boca edeceğini söylüyor.
Bugün koskoca İslam alemi neden perişan halde dersiniz?
Akıl devrede mi? Yok!
Peygamberlerin getirdikleri devrede mi? Yok!
Bu iki elçi devrede olsa ümmet arasına duvarlar örülür mü, her gün yüzlerce insan birbirini öldürülür mü?
Bu vahim durum Müslüman mazlum milletlerin kaderi olamaz.
Hepimiz aklımızı ve ruhumuzu vahiyle, peygamberi bir bakış açısı ile formatlamalıyız. İnsanlara, olaylara bakarken adetler değil ayetler bizim ilham kaynağımız ve referanslarımız olmalıdır.
Sözün özü sözlerin en güzelini söyleyene ait olsun:
“Allah’a, Rasulü’ne ve inananlara müttefik olanlar var ya: işte onlardır Allah taraftarı olanlar: Galip gelecek olan da onlardır!”Maide Sur, 5/56
GALİP GELECEK OLANLAR ALLAH’LI VE ANLAMLI HAYAT YAŞAYANLARDIR!
Hüseyin AKTAŞ
Yorumlar