Geçtiğimiz Cuma akşamı, A Millilerimizin Karadağ randevusu vardı, “1-0” olsun bizim olsun klişesine tam da oturan bir maçtı kuşkusuz. Neydi bu tür rakiplerin temel özelliği? Teknik kapasitelerinin eksikliğini fizik kaliteleri ile tahkim ederek direnebildiği kadar direnmek, karşılarındaki rakibi uzun pasa, aceleciliğe, uzaklardan vurmaya zorlamak… Bu arada, bir ölü top organizasyonu, korner, ya da bir kontratakla araya bir gol sıkıştırabilirlerse “alâ ve ranâ!” Uzun bir süre bu taktiği uygulamakta son derece başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Son derece sabırlı olmayı, sürekli denemeyi gerektiren, en mühimi, sakin kalmayı başarabilmek maçıydı. Kenarda Sinyor Montella’nın, sahada Kaptan Hakan Çalhanoğlu’nun vücut dili ve metanetleri, bu sükûneti sağlayan başlıca faktörler olarak göze çarptı. Montella’dan açılmışken, ekibinden bahsetmemek haksızlık olur kanaatindeyiz! Kamuoyunda isimleri çok bilinmese de Daniele Russo ve Selçuk Şahin’in yardımcı antrenör olarak katkılarını göz ardı etmek mümkün değil. Atletik performans antrenörü sıfatıyla Pierpaolo Polino ve Vural Durmuş, analiz sorumlusu olarak Massimo Crivalla ile Okan Aydıner, bu değerli ekibin belki de görünmeyen kahramanları. Hangi kalecimiz oynarsa oynasın, kalemizin güven içinde olmasında, kaleci antrenörleri Emrah Karakovan ve Ozan Özerkan’ın katkılarının  ayan-beyan belli olduğunun altını çizerek, teknik ekibimize bir selam sarkıtmış olalım. 2002’den bu yana yakaladığımız, Avrupa’nın en genç 2. takımı olan bu değerli jenerasyonun, çok daha iyi yerlere geleceğinden hiç kuşku duymadığımızı rahatlıkla söylemek durumundayız. “Orijinal santrfor mu oynatsaydı, yok olmadı santrforsuz mu devam etseydi?” Bu tür somut olmayan söylemler tamamen içi boş şeyler! Tarif ettikleri, o doğaüstü santrfor sanki kıyamet gibi var da oynatmıyor! “Sırtı dönük top alacak, çıkacak, dağıtacak, duvar olacak, parçalayacak!” Sanki 6 milyon dolarlık adam “Albay Steve Austin’i”  tarif ediyorlar, başrolünü Lee Majors’un oynadığı 70‘li yıllarda insanları evlerine hapseden meşhur TV Dizisi’nin kahramanı!

İşbu yazımızı, yazı işlerine teslim ettiğimizde İzlanda maçı henüz oynanmamış olacak. Maçın sonucu ne olursa olsun, bu takım yoluna emin adımlarla devam edecek nitelikte olup, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk projesi yerine getiriyorlar adeta. Haberlere bakmaktan nefret ettiğimiz, cinnet ortamındaki ülkemiz yaşamında onlar, çölde bir vaha gibiler…

Whatsapp Görsel 2024 10 14 Saat 11.53.26 Ebd4099C

DİPNOT: Pazar günü akşamı oynanan Bursaspor- K.Maraşspor 3. Lig maçını, 41 bin 570 biletli seyircinin izlediği açıklandı. Daha önce de bahsettiğimiz üzere, bunun rekor kısmı bir yana, sosyologların, toplum bilimcilerinin ilgi alanına girecek, üniversitelerde tez konusu olabilecek bir hadise! O 41 bin 570’in sadece sayı olmadığını, başrolünü “Pablo Martin Batalla’nın” oynadığı, sanki yeni bir “Love Story” aşk hikâyesi olduğunun altını çizmiş olalım, bu konuyu ele almaya devam edeceğiz…

Cumhuriyetin Okulları…

Aşağıdaki resim, (artık olmayan) Sivas Rauf Orbay İlkokulu’na ait. Edindiğimiz bilgilere göre, fiziki durumu tehlike arz ettiğinden dolayı yıkım kararı alınmış, eğer yeterli ödenek bulunabilirse aynı yerde yenisi yapılacakmış! Daha önce tadilat yapıldığı gerekçesiyle, adı değiştirilerek masrafları üstlenen kişinin adının verildiği İstiklal İlkokulu, yine tehlike arz ettiği gerekçesiyle yerle bir edilen Kılıç Arslan ve Namık Kemal İlkokulları… Bu okulların ortak özelliği, adlarını aldıkları tarihi kişilikler bir yana, Cumhuriyet’in eğitim seferberliğinin sembolleri olmaları. Yıkım kararı alınırken hangi kriterler baz alındı, hangi kurumların raporları geçerli oldu bilemiyoruz; ancak bildiğimiz bir şey var ki, daha dün diyebileceğimiz bir zaman önce, İstasyon Caddesi’nin güzelim “akasyalarının” bir gecede kesilmiş olmaları vakası, henüz tüm sıcaklığıyla ortada duruyor. Kargaların güleceği bir gerekçeyle kesilen o akasyalar ki; şarkılara konu olmuş, dünyada eşine az rastlanır bir şekilde egzoz gazlarını filtre etme özelliği taşıyor olmaları, rüzgârda “hışır hışır” melodiler söyleyebilmeleri… Şehrin belki de konsept olarak en güzel İlkokulu idi Rauf Orbay, o şahane bahçesiyle, o kaliteli eğitimci kadrosuyla; elveda Rauf Orbay…

Whatsapp Görsel 2024 10 14 Saat 11.53.26 1F7327Df

SON DAKİKA: Nobel Ekonomi Ödülünün Daron Acemoğlu’na verildiği haberini büyük bir gurur ve keyifle öğrenmiş bulunuyoruz. Orhan Pamuk ve Aziz Sancar’dan sonra gelen bu büyük ödül ülkemize çok yakışmış olup,  armağan olsun…

Şiir: Otuz Beş Yaş- Cahit Sıtkı Tarancı (13 Ekim 68. vefat yıldönümü anısına)

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.

Dante gibi ortasındayız ömrün.

Delikanlı çağımızdaki cevher,

Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,

Gözünün yaşına bakmadan gider.

 

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?

Benim mi Allahım bu çizgili yüz?

Ya gözler altındaki mor halkalar?

Neden böyle düşman görünürsünüz,

Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

 

Zamanla nasıl değişiyor insan!

Hangi resmime baksam ben değilim.

Nerde o günler, o şevk, o heyecan?

Bu güler yüzlü adam ben değilim;

Yalandır kaygısız olduğum yalan.

 

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;

Hatırası bile yabancı gelir.

Hayata beraber başladığımız,

Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;

Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

 

Gökyüzünün başka rengi de varmış!

Geç fark ettim taşın sert olduğunu.

Su insanı boğar, ateş yakarmış!

Her doğan günün bir dert olduğunu,

İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

 

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!

Her yıl biraz daha benimsediğim.

Ne dönüp duruyor havada kuşlar?

Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?

Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

 

Neylersin ölüm herkesin başında.

Uyudun uyanamadın olacak.

Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak,

Taht misali o musalla taşında.