İki hafta önce Millî Eğitim Bakanlığımız ve Sakatlar Federasyonu tarafından engelli öğretmen ve idarecilere yönelik engelliler ve haklarımız hizmet içi eğitim programı düzenlendi. Bizler de Marmaris’te düzenlenen eğitime katıldık. Türkiye’nin farklı il ve ilçelerinden engelli arkadaşlar deneyim ve tecrübelerini birbirine aktarma imkânı yakaladı. Bizlerin yetişmesinde emeği olan görme engelli öğretmenlerimizi gördük, onlarla sohbet ettik. Görme engelliler yürüme engelli arkadaşları tanıdı, onların sorunlarını gözlemleme imkânı bulduk. Farklılıklarımızla zenginiz, aslında bizler sorunlarımızla yaşadığımız problemlerimizle biriz dedik.
Daha sonraki hafta Isparta’daydık. Sabancı Vakfı ve Herkes İçin Erişilebilir Yaşam Akademisi Derneği’nin düzenlediği çalıştaya katkı sunduk. Erişilebilir dijital eğitim mümkündür dedik. Görme engellilere yönelik sınavlara hazırlanma aşamasında erişilebilir kaynakların oluşturulmasında nelerin yapılması gerektiği üzerinde durduk. Her iki programda da engelli ayrımcılığına hayır dedik.
İnsanın olduğu yerde başarı ve başarısızlık bir aradadır. Öğretmen olsun, öğrenci olsun, gayemiz işimizi en iyisiyle yapmak olmalıdır.
Önyargı ile karşılaşacak mıyız? Evet. Moralimiz bozulacak mı? Evet. Bazen yorulacağız fakat imkânsızlıklardan yılmamayı öğreneceğiz. Ayrımcılıklarla karşılaşacağız fakat pes etmeyeceğiz. Bize tanınan haklarımızı bileceğiz. Saygısızlık yapmayacağız, dik duracağız asla diklenmeyeceğiz.
İki güzel kıssayla yazımı süslemek istiyorum. Küçük hikâyecikler verilmek istenen mesajları daha güçlü hâle getiriyor.
İngiltere’de bir büfe işleten kambur ile bir holding sahibi bir adamın yolu aynı güzergâhta birleşiyormuş. Holdingin sahibi her sabah ve akşam gelip geçer iken kambura,
-Günaydın kambur, iyi akşamlar kambur, nasılsın kambur, işler nasıl kambur? diye seslenirmiş...
Seneler sonra bir sabah “ günaydın kambur “ der, kambur; döner bıçağını çekip iş adamını öldürür.
Hiçbir avukat kamburun savunmasını yapmak istemez ve kabul etmez.
Kamburun da ağzını bıçak açmaz hapiste idam kararını bekler.
Fransa’da olayı duyan bir avukat İngiltere’ye gelerek kamburun savunmasını üstlenir.
Mahkeme heyeti toplanır, herkes ayağa kalkar, söz savunmadadır.
Fransız Avukat (şimdi hayal edin avukatı, ellerini masaya yavaş yavaş vurarak ve tek tek kelimeleri seçerek) Yargıca döner “Saygıdeğer Yüksek İngiliz mahkemelerinin yargıçları size Yüksek Fransız saygıdeğer mahkemelerinin yüksek yargıçlarının sevgi ve saygılarını getirdim.
Hâkime döner; “ Yüksek İngiliz mahkemelerinin saygıdeğer hâkimleri size yüksek Fransız mahkemelerinin sevgi ve saygılarını getirdim.
Savcıya döner “ Yüksek İngiliz mahkemelerinin saygıdeğer savcıları size yüksek Fransız saygıdeğer mahkemelerinin savcılarının sevgi ve saygılarını getiriyorum.
“ jüriye döner ve Hâkim sert bir şekilde masaya vurarak; “yeter be adam! Savunmana geç “ der, hiddetlenir.
Avukat da; “ Aman efendim ben size ne dedim hakaret etmedim, küfür etmedim, siz neden hiddetlendiniz? Beni susturup bağırarak, iki saniye daha dayanıp beklemediniz, sevgi ve saygı getirdiğim hâlde rencide ettiniz beni” der.
“Bakın müvekkilim senelerdir taşıdığı kamburu, iş adamı tarafından günün düzenli ve belirli saatlerinde hatırlatılarak ona daha da ağır bir yük hâline getirilmiştir.
Günaydın kambur, nasılsın kambur, iyi günler kambur, senelerdir buna katlanmıştır.
Siz şurada iki dakika sevgi selama katlanamadınız” der ve kamburu beraat ettirir.
Evet dostlar bu gerçek yaşam hikayesinden alınmıştır.
Makam mevkimiz hangi yükseklikte olursa olsun, karşımızdakinin de insan olduğunu unutmamalıyız. Dünyanın geçiciliğini hatırdan çıkarmamalıyız. Ve ne oldum dememeli ne olacağım demeli sözünü hatırımızda tutmalıyız.
Rum’ diyarında bir bülbül ve bir karga varmış; her ikisinin de bir bahçede yuvası varmış. Kerimüddin Mahmud-i Aksarayi |