Rahmetli Hıncal Abinin üzerimizdeki tesirini hep söyleriz, daima vurgu yaparız. Vefat ettiğinde 60 yılı aşkın gazeteciliği bir yana, “Mekteb-i Mülkiye” yani Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu idi kendisi. Valilik-kaymakamlık yapabileceği halde, (dayısı Necati Bilgiç’in de ısrarıyla) gazeteciliği tercih etmişti. Özel günlerle ilgili “çok özel yazılarını” neredeyse ezbere bildiğimizi, bunları zaman zaman hatırlamak/hatırlatmak amacı ile “arşivinden” şöyle bir çıkaracağımızı da söylemiştik. Rahmetlinin Anneler Günü yazısına atıf yapmıştık daha önce; Babalar Günü yazısını da bu vesile ile hatırlayalım dedik: 

“Bugün Babalar Günü ve her Babalar Günü’ndedeğişmez yazım, en “Baba” yazım! Bir daha, yaşadıkça, her yıl bu zaman… Babam, atalarının Kafkasya’dan geldiği ile övünürdü hep. Evimizde, subay babam nereye tayin olursa olsun, birlikte götürdüğümüz iki simge vardı, Kafkasya’dan gelme. Birisi, üzerinde gerçek ödül mühürler bulunan Çerkez Semaveri; ki şimdi benim salonumu süslüyor. Öteki de üzeri elle yapılmış, oyma ve gümüş işlemelerle süslü av tüfeği. Bakmaya kıyamadığınız güzellikte bir Kafkas çiftesi. Savaş sonrası yıllarda, kaç kez anlattım sizlere, radyo bile yoktu doğru dürüst. Günde iki saat deneme yayını yapan ve parazitten zor dinlenen bir postane radyosu dışında. Sinema minema hak getire. Babamın bir tek özel zevki vardı; av. Cumartesi geceleri sobanın başına toplanırdık, kestaneler yarılır sobanın üzerine dizilirdi. Babam av tüfeğini ve av takımlarını çıkarırdı. Önce tüfeği özene bezene siler, temizler, yağlar, kenara koyardı. Sonra fişek hazırlamaya başlardık. İrili ufaklı bir yığın aleti vardı babamın, fişek yapmak için. Karton silindirleri alır, altına kapsülü basar, içine barutu sıkıştırır, onun önüne saçmaları yerleştirir, kapatırdı. Abimle ben yardım ederdik babama, kendimizi çok ama çok önemseyerek! Hazırlanan fişekler, beline bağladığı fişekliğe dizilirdi rengârenk. Bu işler yapılırken, babam, keyifle anlatırdı başından geçen av öykülerini. Geç vakitlere kadar yatmama iznimizin olduğu tek geceydi, cumartesileri. Sabah uyandığımızda babamı gitmiş bulurduk. Güneş doğmadan yola çıkardı avcı arkadaşlarıyla. Avdan pazar akşamına doğru yorgun, ama öyle keyifli dönerdi ki babam. Tüm yorgunluğuna rağmen, o ata yadigârı gümüş işlemeli, oymalı çiftesini yine özenle temizler, kılıfına yerleştirirdi. “Hanım şunları çocuklara pişir bakalım” diye avladıklarını annemin önüne gururla koyarken. Babamın keyfi nasıl tüfeğiyse, bizim keyfimiz de bayram günleriydi, iple çektiğimiz bayram günleri. Türkiye’nin en sıkıntılı günleriydi onlar. Ama bayram tüm sıkıntılara rağmen biz çocuklara “Bayram”  olarak gelirdi. Tepeden tırnağa yenilenirdik. Elbiselerimin çoğunu annem dikerdi, her bayram yeni bir şeyler yapmayı başarırdı. Sonra yeni ayakkabılar, yeni gömlekler, çoraplar. Ve de o zamanki aklımızla, ölçüsüz harcayabileceğimiz bol harçlık. Haftalığımız 25 kuruşken mesela, bayramda babamdan günlük alırdık, gün başına bir lira. Öteki akrabalardan da gelirdi harçlık. Bayramın ilk günü cebimizde 2,5 lira falan olurdu. Harca harca bitmez. Sinemaya giderdik. Bayram yerine gider, dönme dolaba biner, gazozla simit alırdık, yine de bitmezdi! Hiç unutmam, bir bayram günü milletvekili olan büyük eniştem (biz ona Paşa Dayı derdik) İstiklal Savaşı kahramanlarından Âşir Atlı Paşa bize gelmişti. Elini öpen abime, çıkardı bir kâğıt para verdi harçlık diye. Onun ve bizim elimize konan ilk kâğıt paraydı bu, abimin dili tutuldu sanki. Koskoca 5 lirayı ona veriyorlardı, olacak şey miydi? Şaşkınlıktan teşekkür etmeyi unuttu! O gün bugün ailede hala kahkaha ile anlatılır, parayı Paşa Dayı’ya geri vermesi, “hiç değilse yarısını verin” diye. Nasıl gülmüştü Paşa Dayı, parayı tekrar abimin eline koyarken. Bana da 2,5 lira vermişti, o da kâğıt para. Hayattaki ilk kâğıt param! Hey gidi günler hey. Yine böyle bir bayram arifesiydi işte. Anadolu kasabalarında bohçacı kadınlar vardır, kapı kapı dolaşır, çarşaflar toplarlar satarlar. Bir de erkekler. Tellallar. Onlar da sokak sokakdolaşır, bağıra çağıra, ikinci el, kıymetli şeyler satarlardı başkası adına. O gün, bayrama birkaç gün var, okuldan eve dönüyorum. Tellalı gördüm sokakta. Sırtında 10 metreden görsem doğru tanıyacağım, üzerinde çizgileri bile ezbere bildiğim bir şey var. Babamın tüfeği. Gururla övündüğü atalarının yadigârı ve hayattaki tek özel keyfinin simgesi. Koşa koşa, nefes nefese geldim eve. Annem “Hayır oğlum, yanılmışsın o değil. Bak babanın tüfeği burada” desin diye. “Anne tüfek” dedim. Ağlamaya başladı. Benim bu satırları size yazarken ağladığım gibi. Sıkıntı son haddine varmıştı ve babam anneme, “Benim çocuklarım, bu bayram öksüz çocuklar gibi kalmayacaklar. Her zamanki gibi bayram yapacaklar. Tepeden tırnağa giydireceğiz, bayram sabahı elimi öperken harçlıklarını da vereceğiz, hanım” demişti. Neyle? İşte o tüfekle. Babamın bize sevgisi, atalardan gelen gururunun ve hayattaki en büyük keyfinin de çok ötesindeydi. Tereddüt bile etmemişti, bizim bayramımız için tüfeğini satarken. Sanki sözleşmişiz gibi, evde o tüfeğin lafı bir daha hiç edilmedi. Çünkü hepimiz, o tüfeklerin binlercesinden çok daha değerli bir şeye sahip olduğumuzu biliyorduk. Sevgiye…”

DİPNOT 1: “Bayramlar, toplumun durup nefes aldığı zamanlardır.” Gazeteciliğimizin anıt adamı Bekir Coşkunböyle tarif ederdi bayramları. Kurban bayramımız kutlu olsun, büyüklerin ellerinden…

DİPNOT 2: Sivas’ta “Kurban Pazar’ına” halk otobüsleri ile gidiş geliş ücretsiz olacak bilgisini aldık, son derece güzel bir hizmet. Umarız, bir son dakika kararı ile bu uygulama bayram süresince tüm güzergâhları kapsayacak şekilde genişletilir…

NOT 1: Ersu Şaşma; Türk atletizm tarihinde sırıkla atlama dalında (büyükler kategorisinde) ilk uluslararası madalyamızı kazandıran milli sporcumuz. Roma’da yapılan Avrupa Atletizm Şampiyonasında aldığı “Bronz Madalya” ülkemiz adına bir ilk olurken, gururumuzu ve sevincimizi anlatmaya kelimeler kifayetsiz kaldı adeta…

NOT 2: Mahmut Şevket Paşa; yakın tarihimizde “31 Mart Vakası” diye bilinen gerici ayaklanmayı bastıran “Hareket Ordusunun” komutanı, sonraları Sadrazamlık görevi yapan devlet adamı. 11 Haziran 1913 tarihinde arabasının içinde bir suikasta kurban giden bu vatan evladını vefat yıldönümünde anıyoruz. Saygıyla, rahmetle. Ruhu şâd olsun…

NOT 3: Avni Anıl; Polis olacakken, hatta olmuşken kendini musikinin içinde bulmuş, o muhteşem melodileri ıslıkla hayata geçirmiş, yaşamı boyunca yüzlerce esere imza atmış bir büyük bestekârımız. Bazen “Biraz kül biraz duman olmuş, kimi zaman bir göz aşinalığı var aramızda” diyerek sevdasını, hasretini notalara dökmüş.  14 Haziran vefatının 16. Yıldönümü. Saygıyla, rahmetle anıyoruz, ruhu şâd olsun…

NOT 4: Wernher von Braun; dünya bilim tarihinin en ilginç yaşam öyküsüne sahip insanlarından birisi kuşkusuz. “Hitler’in füzecisi” olması hasebiyle tutuklanması söz konusuyken, ABD ile anlaşarak “Apollo” projesini ve dolayısıyla “İnsanlı Ay’a” gidişi hayata geçiren adam. 16 Haziran 1977’de kaybettiğimiz bilim adamını saygıyla anıyoruz…

NOT 5: Murat Soydan; bir “Yeşilçam” beyefendisi, Türk sinemasının yakışıklı “jönü”. Onu hep işini yaparken hatırlıyoruz, işi dışında “menfi” hiçbir şeyini duymadık. 11Haziran sabah saatlerinde kaybettik maalesef. Ruhu şad, mekânı cennet olsun…

FİLM: Moby Dick (Beyaz Balina). Yönetmen: John Huston.Başrollerde: Gregory Peck (12 Haziran 21. vefat yıldönümüanısına), Orson Welles. Yapım Yılı: 1956.

Herman Melville’nin aynı adlı romanından uyarlanan bir beyazperde klasiği. Bir bacağını yok eden “Beyaz Balina’dan” alacağı intikam ateşi ile yanan Kaptan Ahab ve Moby Dick’in muhteşem hikâyesi…

ROMAN: Ana – Maksim Gorki. (14 Haziran 88. vefat yıldönümü anısına). İlk yayım Tarihi: 1906

Çarlık Rusya’sının “sınıf farklılıkları” ve bu farklılıkların meydana getirdiği çatışmalar. Ortaokul yıllarımızda Türkçe öğretmenimiz Mustafa Salim Doğan ta 50 yıl önce okutmuştu bizim kuşağımıza! Yeniden okumanın tam da zamanı…

ROMAN 2: Fatih- Harbiye- Peyami Safa (15 Haziran 63. vefat yıldönümünde anısına saygıyla)

Kitaba adını veren bir tramvay hattı aslında; başlangıcı Fatih, son durak Harbiye! Aynı şehrin iki yakasındaki (o zaman Haliç belirliyor şehrin iki yakasını) 1 saatlik mesafedeki yaşam farklılıkları, doğu- batı sentezinin yaşamlar üzerindeki etkileri. Edebiyatımızın bu klasiği mutlak okunmalı…

ŞİİR: Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim- Can Yücel

Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin

O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici – hep, hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.

YANLIŞ: Döküman

DOĞRU: Doküman

GÜNÜN SÖZÜ: “Ege bir Yunan gölü değildir, Ege bir Türk gölü de değildir. Binaenaleyh Ege zaten bir göl değildir.” Süleyman Demirel. Halkımızın ona layık gördüğü sıfat itibarı ile “Baba”. 70’li yıllardaki bitmek tükenmek bilmeyen “Ege krizi” ile ilgili sorulan bir soruya verdiği cevap. Rahmetli, retoriği ile, muhteşem nüktedan yapısıyla çok özel bir insan. Defalarca Başbakanlık ve 9. Cumhurbaşkanlığımızı yapmış bir büyük devlet adamı. 17 Haziran 9. Vefat yıldönümünde  saygıyla, özlemle, hasretle anıyoruz. Ruhu şad olsun…

OYUN: “Bazı farklar oyunbazdır, bazılarıysa dünya tarihsel tahakküm sistemlerinin kutuplarıdır. ‘Epistemoloji’ bu farkı bilmeye dairdir.” Donna Haraway

ARZUHAL: Her arzu doğrularımızı külliyen aşağılar ve yadsımalarımızı yeniden ele almaya zorlar bizi. Pratik bir bozguna uğrarız; bununla birlikte ilkelerimiz bozulmadan kalır. Artık bu dünyanın çocukları olmamayı umarken, bir de baktık ki, zamanın efendisi ve salgı bezlerinin bağımlısı kaypak münzeviler gibi iştahımıza boyun eğmişiz. Fakat bu oyunun sınırı yoktur. Arzularımızın her biri dünyayı yeniden yaratır, düşüncelerimizin her biri de yok eder. E. M. Cioran/Çürümenin Kitabı

NORMAL-ANORMAL: “Bir canlı sadece tehdit altındayken canlı olarak var oluyorsa ve sadece o zaman hakikaten gerçekse, hayatta olmak normal bir şey değil o halde! Dolayısıyla ölüm bir anormalliğin sona erdirilmesinden ibaret.” E.M. Cioran/Parçalanma

İNSAN ÜZERİNE: “İnsan beyhude bir tutkudur.” Jean-Paul Sartre/Metis

ÜTOPYA: “Hiçbir ütopya herkesi daim tatmin edemez. Maddi koşulları iyileştikçe insanlar bakışlarını yukarı kaldırır ve bir zamanlar en çılgın hayallerinin ötesinde olan güçten ve mal mülkten memnuniyet duymaz olurlar. Dış dünya onlara verebileceği her şeyi verdiğinde bile, zihnin arayışları ve yüreğin özlemleri baki kalır.” Arthur C. Clarke/Çocukluğun Sonu

RÜYA: “Düşlerin geleceğe dair bilgimiz açısından değeri nedir peki? Elbette böyle bir şey pek söz konusu değil. Onun yerine, düşlerin geçmişe dair bilgimiz açısından değerini düşünebiliriz. Zira düşler her anlamda geçmişten doğar. Düşlerin gelecekten haber verdiğine dair kadim inanış hakikatten tamamen yoksun değildir. Bir dileği gerçekleşmiş gibi göstermekle düş bizi geleceğe yönlendirir; ama düş görenini şimdiki zaman kabul ettiği bu gelecek, yok edilemez dilek tarafından geçmişe benzer bir şekilde biçimlendirir.” Sigmund Freud/Düşlerin Yorumu

YALAN: “Gerçeğin tokadı yalanın öpücüğüne yeğdir.” Rus atasözü

DELİ: “Tüm toplumlarda kadınlar çifte tehlike altındadır: Bir yandan başkalarıyla ilişkilerimizde belli duygusal standartlara uymamız beklenir ve uymadığımız takdirde deli ilan ediliriz; diğer yandan da siyasi görüşlerimiz irrasyonel ve histerik olarak damgalanır.” Adrienne Rich / Metis

HAYAT-MEMAT: Zaman başlamadan önceki sonsuz boşlukta benlik yoktur ve ruh kaynaşmıştır sisle, taşla, ışıkla. Zamanla ruh razı eder puslu benliği var olmaya. Yavaş zaman benliği taş gibi sertleştirirken ruhu giderek hafifleştirir, öyle ki ruh sonunda kendini tutmayı bırakır özgürce sonsuzluğa döner ve ışığa zamandan sonraki o uzun ışığa karışır gider.” Ursula K. Le Guin/Bana Öyle Geliyor Ki- Şimdilik Her Şey Yolunda

SADî-İ ŞİRAZİ’DEN: Nice süratli koşan atlar yarı yolda kaldılar, fakat topal eşek ulaşacağı yere vardı. Yine bunun gibi nice sağlam insanlar ölüp topraklara gömüldüler, fakat ölmedi yaşadı.

TEBESSÜM: “Kuzguna yavrusu şahin gözükür… Ne içtiyse artık!”