Haldun Taner’e bir arkadaşı sormuş: “Bir insan nasıl olur da her gün yazı yazabilir, o her güne nasıl konu bulabilir!?” Üstat cevap vermiş: “Bak kardeşim, bir devlet memurunu düşün. Nedir onun işi; her gün sabah daireye gitmek, varsa daktilosunun başına geçmek. Dosyalarıyla, evraklarıyla bir bütün gibi olup mesaiyi bitirmek! Yazarı da o memur gibi düşün, illaki hep dolu şeyler yazmak zorunda değilsin! Mesela ben; kahvaltımı yaparım, çıkarım balkonuma (rahmetli Maltepe sahiline hâkim bir evde otururmuş) koyarım daktilomu önüme, an olur sokaktaki seyyar satıcıyı yazarım, yoldan gelip geçen insanları yazarım. Sahilde bir adam olta atmış bekliyor derim, dondurmacıyı yazarım… Sen yazmana bak, gün gelir o yazdığın bölük pörçük, parça parça şeyler, sonunda bakarsın ki kitap haline gelmiş(!)”. Hakikaten de üstat Haldun Taner’in bahsettiği o yazılar vefatından sonra kitap haline getirilmiş!..

Daima çok ciddi şeyler, çok mühim konular yazacağım diye kendini zorlamamalı insan, bazen de hayatın “matrak” kısımlarına bakmalı.  Örneğin bir bilge sözü vardır; “Siyasi bir toplantının neresinde içeri girerseniz girin, asla geç kalmış sayılmazsınız! Rahmetli Rauf Denktaş’a bir röportaj esnasında sorar gazeteci: “Efendim, Rum tarafı ile saatler süren görüşmeler, hep ciddi, hep asık suratlı mı geçer? Denktaş der ki; “Ya olur mu öyle şey? Zaman zaman onlar bize imam fıkraları anlatır, biz onlara papaz fıkraları anlatırız. Yoksa hep gergin, hep üst perdeden o kadar uzun süre bir arada olmamız mümkün mü!?”

Siyaset demişken malum önümüz yerel seçimler, adaylar, vaatler, vaatler, vaatler. Şunu kabul etmek durumundayız ki, ülkemiz de dahil olmak üzere Ortadoğu coğrafyası “Karizmatik Lider” sever! Yakın siyasi geçmişimizden bahsederken; İnönü dönemi, Menderes dönemi, Ecevit dönemi, Demirel dönemi, Özal dönemi, Erbakan dönemi, Erdoğan dönemi vs. diye bahsederiz, bilmem kaçıncı hükümet dönemi diyenimiz çok azdır! Ha keza yerel yönetimlerden mevzu olursa; Rahmi Bey dönemi, Çanka dönemi, Timurboğa dönemi, Temel Bey dönemi, Seçilmiş dönemi vs. diye anlatılır; hiç kimse o dönemin bürokratını ya da meclis üyelerini hatırlamaz bile!

Winston Churchill 13 Mayıs 1940’ta başbakan olurken İngiliz halkına hitaben, “Size kan, zahmet, gözyaşı ve terden başka bir şey vaat etmiyorum” demişti. Elbette ki biz adaylardan bu söylemi beklemiyoruz, ancak şunları da söylemeden geçemeyeceğiz: Mevcut görevde iseniz, bu vaatlerinizi neden bugüne kadar yapmadınız/yapamadınız? Yok, şimdi seçilmeyi düşünüyorsanız, asla yapamayacağınız büyük bütçeli vaatler yerine, daha makul konulardan bahsediniz! Örneğin otobüs duraklarının iyileştirilmesi, mezarlıkların reklam panolarından arındırılması, özellikle yaşlılar ve engelliler için uzun sokak ve cadde kenarlarına daha sık aralıklarla oturma bankı konulması, kaldırım işgali ve dilenci istilası ile ciddi mücadele mesajları verseniz daha iyi olmaz mı? Evlerdeki suyun içilebilir olması, çöplerin ayrıştırılması-geri dönüşümünü sağlamak adına neler yapılabilir!? Trafik, sadece Emniyetin inhisarında olmamalı örneğin, zaten mevcut Belediye Yasasında olan denetim ve düzenleme daha etkin yapılamaz mı,  “Yaya geçitleri” çoğu yerde süsten ibaret, uyulması hususunda daha çok yaptırım nasıl uygulanır?  Kültür ve sanat alanında yapılması gerekenleri anlatsanız, cadde ve sokak levhalarındaki imla hatalarının ve anlatım bozukluklarının giderileceğini, ihmal edilmiş önemli şahsiyetlerin isimlerinin cadde-sokak vb. yerlere verileceğini söyleseniz gayet şık olmaz mı? Her ne kadar FuzuliSöylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” demiş olsa da gene de söylemiş olalım…

NOT: 31 Ocak 1990’da Prof. Muammer Aksoy’u, 1 Şubat 1979’da Abdi İpekçi’yi menfur suikastlarda kaybettik. Her iki aydınımızı da saygı, özlem, rahmetle anıyoruz. Ruhları şad olsun…

FİLM: Gandhi. Yön: Richard Attenborough. Başrollerde: Ben Kingsley, Rohini Hattangadi, Candice Bergen, Edward Fox. Yapım yılı: 1982 (30 Ocak 76. vefat yıldönümünde Mahatma Gandhi anısına)

Pasif direniş, barışçıl protesto ve sivil itaatsizliğin sembol ismi Mahatma Gandhi... Sadece Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesine değil, başta Nelson Mandela ve Martin Luther King Jr. olmak üzere, birçok toplum önderine rol model olan bir büyük adam. Onun felsefesinden etkilenerek, bağımsızlık mücadelelerinin figürleri oldular. Sekiz dalda Oscar ödülü alan ve 300 bin kişilik cenaze sahnesiyle ayrı bir rekora da imza atmış bir sinema şaheseri…

ROMAN: Budala - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski  (27 Ocak 143. vefat yıldönümü anısına)

Dürüst olmanın, namuslu yaşamanın “Budalalık” olarak değerlendirildiği, ikiyüzlü çıkarcı toplumu sorgulayan bir Dostoyevski klasiği…

ŞİİR: Felek- Neyzen Tevfik (71. vefat yıldönümünde anısına)

Yamansın her zaman aldattın beni,

Kâh düşürdün kâhi kaldırdın felek!

Mecnun'sun diyerek Leylâ peşinden,

Issız vadilere saldırdın felek!

Rehbersin dedin ben ise kördüm,

Elimle başıma çok çorap ördüm.

Kendimi bıraktım âlemi gördüm,

Hesapsız günahlar aldırdın felek!

Şifadır dedin zehir tattırdın,

Gençliğin okunu boşa attırdın,

Körlerin yurdunda ayna sattırdın,

Çıkmaz sokaklara daldırdın felek!

Barışmadı gönlüm merd ile zenle,

Ne bir iş bilenle, ne boş gezenle

Hicran köşesinde bozuk düzenle,

Neyzen’e her telden çaldırdın felek!

YANLIŞ: Ücretsiz- Parasız

DOĞRU: Bedava  

GÜNÜN SÖZÜ: “Fazla tevazuunun sonu vasattan nasihat dinlemektir” İbn-i Haldun

ÜTOPYA: Bahçesinde alıç, ütopyasında kılıç olandan korkulur!..

RÜYA: “Bastırılmış hakikat bazen biz atıl durumdayken, rüyalarımızda yüzeye çıkar.” Virginia Woolf

YALAN: “Gördüklerinin yalnızca yarısına inan, duyduklarının ise hiç birine inanma. Edgar Allan Poe

DELİ: “Her kuşakta, deli olduğunuzda nasıl davranacağınıza dair son derece katı kurallar vardır.” Ian Hacking

HAYAT-MEMAT: Yaşamak, pek çok şeyden kopmasını öğrenmektir de.” Bilge Karasu

ŞADİ-İ ŞİRAZİ’DEN: Ağaçların üzerindeki yapraktan gömlekler, mutlu insanların bayramlık elbiseleri gibidir!

TEBESSÜM: Temel, mosmor olmuş gözünü kasketin altına saklamaya çalışarak kahveye girdi. Saklayamadı tabii. Sordular… “Gözün neden morardı…” “Öksürükten” dedi Temel. “Öksürükten mi?” diye hayretle sordular gene… “Aynen” dedi Temel… “Elbise dolabında öksürdüm de…”