Kışın bir akşam üstü sakin bir sokak köşesinde güvercinler gagalayarak içi ekmek kırıntılarıyla dolu bir torbayı açmaya çalışıyorlardı.
Torbayı o kuşlar için bırakan
her kim idiyse açmadan,
hatta onu sıkı sıkı kapayan düğümü çözmeden terk etmişti.
Bu yüzden kuşlar torbadan çok birbirleriyle uğraşıyor,
düğümün kenarından ekmek alabilmek için kavga ediyor, çekişiyorlardı.
Bir anda ortaya çıkan bir adam manzaraya göz ucuyla baktı ve tereddüt etmeden torbaya doğru yürüdü.
Kuşlar çil yavrusu gibi dağıldılar ve güvenli uzaklıklardan torbayı ve adamı gözlemeye başladılar.
Adam ayağıyla torbayı dürttü, çevirdi ve içinde ne olduğunu anladıktan sonra da eline alıp düğümü açtı, sonra da torbayı ters çevirip içindekileri kabil olduğunca geniş bir sahaya boşalttı.
Artık güvercinleri uzaktan izleyen serçeler bile dağılmış kırıntı yığınının bir köşesinde gagalanmadan ekmek yiyebilirlerdi.
Ve sonra adam arkasına bile bakmadan yürüdü gitti, gözden kayboldu.
İzlemiş olduğum bu küçük olay beni oldukça düşündürdü;
Hepimiz, her birimiz, tıpkı kuşlar gibi bir an bir yerde tıkanıp kaldığımızda hiç tanımadığımız birinin bir anda müdahalesiyle kurtulmuşuzdur.
Nereden geldiği nereye gittiği bilinmeyen, tanımadığımız, bir daha göremeyeceğimiz bir kişi,
sanki sadece o an için doğmuş /
girmiştir hayatımıza.
Ben de yıllar öncesinden benzer
bir olayı hatırladım;
Babam ben çok küçükken ölmüştü. Annem ve büyük annelerim beni çok zor şartlarda yetiştirmeye çalıştılar. Yaşadığımız şehirde lise yoktu. Florida'da parasız yetim siyahi çocukları alan tek bir lise vardı ve ben oraya gitmek istiyordum.
Komşudan eski kulpsuz bir sandık buldum, bir iki parça eşyamı ve kitaplarımı içine koydum, cebimdeki tek servetim olan tren bileti paramla istasyona kilometrelerce yürüdüm.
Biletimi aldıktan sonra istasyondaki memur kurallara göre kulpu olmayan çantalar için ayrıca bir bilet daha alınması gerektiğini söyledi. Başka param yoktu, adama bir süre yalvardım.
Bana iğreniyormuş gibi bakıyor ve yumuşamıyordu.
Sonunda istasyonun merdivenlerine oturdum başımı ellerimin arasına aldım ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.
Eve geri dönersem artık okuyamayacağımı ömrüm boyunca o küçük kasabada kalacağımı biliyordum.
Gözyaşlarımı silerken tam önümde cilalı ayakkabı giymiş iki kocaman ayak gördüm.
Kafamı kaldırdım ve elindeki tütün torbasından piposunu doldururken beni seyreden bir adamla gözgöze geldim.
- Ne ağlıyorsun çocuk? dedi bana.
O piposunu yakmaya çalışırken ben hıçkıra hıçkıra ağlayarak anlattım.
Dinledi, piposunu yaktı,
dumanı yavaşça üfledi ve sordu;
- Ne kadarlık bir bilettir ki bu.?
- 1 dolar 75 sent bayım,
diye hıçkırdım.
Döndü arkasını ve beni kederim, ümitsizliğim ve kızarmış gözlerimden süzülüp yere damlayan göz yaşlarımla bırakıp gitti.
Ben de bir süre uzaktan yaklaşan trene baktım, sonra ağlayarak kalktım, sandığımı sırtladım ve tam istasyondan çıkıp gidecektim ki omuzuma bir el dokundu.
Pipolu adam 1,75 dolar değerindeki bir bileti bana uzattı.
- Yolun açık olsun çocuk, dedi ve arkasını dönüp gitti.
Bir kaç dakika içinde benim bütün yaşamımı değiştirebilmiş olan
o adamı bir daha hiç görmedim.
——
Yukarıdaki satırları, yazar, eğitimci, din adamı, mistik ve insan hakları aktivisti Howard Thurman (1899-1981) yazmış.
ben sadece süsledim.
Hoca, yazısını şu sözlerle bitirmiş;
"Hiçbirimiz yalnız değiliz.
Her birimiz, bizimle birlikte,
bizim sayemizde, ve
bizim aracılığımızla nefes alan
bir yaşamın birer parçasıyız.
Hepimiz aslında etrafımızı sarıp sarmalayan adını bilmediğimiz, görmediğimiz, tanımadığımız
bir ordu insandan besleniyoruz."
Spinoza demiş ki; ""Anlamlandırma çabası erdemin ilk ve tek temelidir."
Her insan, yaşamı anlamlandırmaya kafa yorar.
Howard Thurman da bir din’in’ adamı.
Ama satır aralarında değindiği öğreti, bütün coğrafyalarda ve kültürlerde, nesiller ve nesiller boyunca-konuşulmaktan daha çok- sezilen derin bir öğretidir.
Azıcık sizleri düşündürebilmek için şu kadarını yazayım;
“ Bir vücut her biri ayrı bir canlı olarak nitelendirilebilecek olan hücrelerden oluşur.
Hücreler doğar büyür çoğalır ve ölürler.
Gövdenin yaşamı boyunca bütün hücreleri değişir.
Ama gövde bu durumu hissetmez. Kaderine yürür“
Ben daha fazla bu konu da düşündüklerimi yazıp da çizmeyi aşmayacağım.
Çünkü her birimizin bir anlamlandırma usulü var.
---------------
Biz de bir an karşımıza çıkıp yaşamımıza büyük etki yapmış olanlarla küçük bir çocukken dünyamız olmuş olan ve sonra ömürlerini tamamlayıp dağarcığımızda kaybolan insanları anımsayıp analım.
Onlar için,
yapabileceğimiz tek şey bu.
Ve onlara olan borcumuzu başkalarına ödeyelim çünkü yaşam bizden bunu bekler..