Din görevlisi Suna İlhan hocamız nakl etmişti. Bir yakınım, başından geçen ilginç bir hikâyeyi anlattı.

"Gençlik zamanımda bir ramazan gecesiydi. 

Teravih namazından çıkmış, arkadaşlarla beraber çay içiyorduk. O sırada yanıma tanıdık bir amca yaklaştı. 

-Oğlum, benim hastam var. Acilen filan şehire götürmemiz  lâzım . Senin araban varmış, bizi bırakıver, dedi.

O zamanlar otomobil az kişide buluyordu.

Bu ani emrivaki biraz canımı sıktı. Oraya gidip-gelmek, ramazan gecesi pek kolay değildi. Ertesi gün de dükkan filan açılacak filan...Fakat arkadaşların ısrarı, adamın çaresizliği derken kabul ettim.

Meğer hasta dediği hamile bir kadınmış. Artık derdi neyse, kadın yol boyunca bağırdı durdu. Benim sinirler de altüst oldu. Gideceğimiz yere vardık. Onlar hastaneye çıktılar, ben arabada sonucu bekliyordum. Amca geldi:

- Oğlum burası olmadı, bir şey yapamıyorlar. Filan ildeki devlet hastanesine sevk ettiler, dedi. 

İçimden kocaman bir " haydaaa !!" çektim. 

Yine yola koyulduk. Amca yanımda, arka koltukta da iki kadın, gidiyoruz. Hasta olan bu kez sızmış gibi sesi soluğu yok. Hal böyle olunca diğerleri de uyudu. Ben yola devam ediyorum....

Üzerime çöken ağırlığın farkında değilim. 

Arabada bir hareketlenme oldu.

Tokat yemiş gibi kendime geldim. Arabayı durdurup etrafıma baktım.

Karşı şeride geçmişim ve araba yolun kenarına hafif yan yatmış. Uyuduğumu o zaman anladım. Başımdan kaynar sular döküldü. Diğerlerine baktım, hiç bir şeyden haberleri yok. 

O an ellerimi açıp "Ya Rabbi, Sen bizi kurtardın ya, hamdolsun" dedim. O anki sevinçle, yarınki oruca da niyet ettim. Daha sonra arabayı kıvırıp kendi yoluma devam geçtim.

Hastahaneye geldik ama ne bakan var ne ilgilenen. Kadının sancısı yine başladı. Kıvranıp duruyor.

Baktım olacak gibi değil.

-Amca, burada sizin işinizin olacağı yok. Benim bildiğim filan özel hastane var, gel parana kıy, oraya gidelim, dedim. 

Çaresiz kabul etti. O şehirde bize yardımcı olacak bir tanıdık da vardı. Onu da yanıma aldım ve gittik. Hemen hastayı içeri alıp yatış işlemlerini yaptılar. 

Onları bırakıp eve döndüm. Sabah olmuştu.

Birkaç gün sonra amca yanıma geldi, teşekkür etti ve benzin parasını avucuma sıkıştırdı.

Aradan yıllar geçti. Evlendim. Bir kaç sene sonra eşim:

- Sana bir şey  söyliceğim  ama bana kızma, dedi.
- Tamam, dedim. Ne olduğunu söyle hadi.
- Benim düğünde takılan bütün altınlarım kayboldu. 
- Nasıl!!!!
- Yatağın altına karton koymuştum. Altınları da bir poşete koyup bu kartonun içine saklamıştım. Daha sonra onu alıp çöpe atmıştık. İçinde altınlarım olduğunu unuttum.
- Ne zaman attık, gidip hemen bakayım.
- Aylar önce.
- Ne?!!!!
 - Kullanmadığım için altınların kaybolduğunu anlamadım. Filancanın düğününe giderken takacaktım, arayıp da bulamayınca farkettim. Kaç aydır da sana söyleyemedim.

Başımdan yine kaynar sular döküldü. Bilezikler, elmas küpe-yüzük, takı seti, zincir, çeyrekler. Nereden baksan servet değerinde. 

Kafamda hesap fikir üretmeye başladım. "Kartonları çöpten toplayan kim, önce onu bulmalı" diye. 

Sordum, soruşturdum karşıma o amca çıktı. 

Birini aracı yaptım. Ağzını arasın, bizim kaybımızdan bahsetsin, bir şeyler bulmuş mu öğrensin, diye. 

Bu hareket sonuç verdi.

Babamın yanına gitmiş ve:

- Böyle, böyle... Ben aylar evvel bir şeyler buldum. Senin oğlan yanıma bi uğrasın, kaybettiklerini tarif etsin bakalım, demiş. 

Gittim. Tarif tuttu. Meğer adam belediyeden ilan bile vermiş. Ama biz duymadık. Gelen-giden olmayınca oğlu almak istemiş. Onlarla kendine dükkan açmayı bile düşünmüş. Adam da ondan korkusuna kızına emanet vermiş. 

-Kızının evi neredeyse gidelim, dedim. 

Başka bir şehirdeymiş. Atladık gittik. Kapıya varınca, kızı beni gördü ve:

-  Oooo , sen misin abi, dedi. 

Bir izzet, bir ikram. Ne olduğunu ben de anlamadım.

Meğer seneler önce götürdüğüm hamile kadın buymuş. Ben yüzüne filan bakmadığım için yolda görsem tanımazdım. Ama o beni bildi.

Yedik, içtik. Emanetleri de alıp döndük. Teşekkür etmek adına, bir miktar da bırakmayı ihmal etmedim. Zira hiç eksik yoktu. 

Bizim hanım aylardır boşuna kıvranmış.

Yaptığım bir iyiliğin bu şekilde karşıma çıkması beni çok duygulandırdı ve bunun Allah'ın bir lütfû olduğunu düşünürüm hep."

Daha sonra sözü eşi aldı...

- Ben de o sene ramazan ayında bu adamın gelinin evinde okutulan mukabeleye gitmiştim. 

Kadın bir ara bana "kayınpederim çöpte altın bulmuş, sahibi çıkmamış. Eşim de onları satıp dükkan açmak istiyor, kayınpeder de bizimkinden korktuğu için görümceme götürdü" dedi. 

Ben de "sakın öyle bir şey yapmayın, size haram bu para, kim bilir kime ait, çoluk çocuğunuzun kursağına geçmesin. Sahibini bekleyin" dedim. Bu arada altınlarımın kaybolduğundan haberim bile yok, dedi.

Bu hikâyeyi duyunca, Lokman (as)' ın oğluna tavsiyesi aklıma geldi:

"Lokman: "Ey oğulcuğum! İşlediğin şey, bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, Allah onu getirip meydana kor. Doğrusu Allah Latif'tir, haberdardır". Azîm olan Allah (cc) doğru söyledi.