SÜLEYMAN EFENDİNİN TALEBELERİNİN MUHYİDDİN-İ ARABÎ’YE BAKIŞLARI.
Süleymancı Kurslarında adından çokça bahsedilen tasavvufçuların biri de Muhyiddin-i Arabî’dir. Yüzlerce kitap yazdığından söz edilir ama herkesin bildiği iki eserinden birisi Fütuhat-ı Mekkiye, diğeri de Füsus-ul Hikem’dir.
Muhyiddin İbnü'l-Arabi, 28 Temmuz 1165'te Mursiye (Murcia), Endülüs'te doğdu. Bilinmeyen bir sebeple sekiz yaşında ailesiyle birlikte İşbiliye'ye geldi. Ailesi Arap Taî kabilesine mensup Adî b. Hâtim et-Taî'nin kardeşi Abdullah b. Hatim et-Taî'nin soyundan geldiğini göstermektedir. Bu kabilenin Arap olması sebebiyle İbn Arabî ve ataları “Arabî” (Arab) diye tanınmışlardı. 
Endülüs’ten ayrıldıktan sonra seyahate çıkmış, Şam’a, Bağdat’a, Mekke’ye gitmiştir. Daha sonra Bir arkadaşının daveti ile Malatya’ya gelmiş, arkadaşı vefat edince onun hanımı ile evlenmiş, böylece bir nevi fikirlerini yayan Sadreddin Konevi’nin de üvey babası olmuştur. 
Bundan sonra ki hayatında İbn Rüşt ile görüşmüş, Sivas’a Erzincan’a, Kayseri’ye, uğramış ve daha çok Konya civarında kalmış daha sonra da Şam’a dönmüş orada vefat etmiş ve oraya da defnedilmiştir. Muhyiddin İbnü'l-Arabî/Ölüm tarihi 16 Kasım 1240
Tasavvufi manada yaptıklarını anlatacağımız M. Arabî’nin kısa geçmişi bunlardır. M. Arabî diğer büyük tarikat şeyhlerine göre sonradan gelmiştir. Fakat kurduğu Ekberi tarikatı ile öyle bir felsefe geliştirmiş ve onu tasavvufa öyle yerleştirmiş ki bütün tasavvuf ve tarikat ehlinin imanını itikadını bozmuştur. Öyle ki bu gün tasavvufçuların içinde M. Arabî’nin icat ettiği Vahdet-i Vücudu kabul etmeyen yok gibidir. 
VAHDETİ VÜCUDUN GELDİĞİ YER 
Bu felsefenin hususiyeti, vahdet-i vücuda kail olmak, bütün cüz’i varlıkların varlığını inkâr ederek Brahma’dan gelme ilahi unsuruna göre her şeyin varlığının Brahma olduğunu kabul etmektir. Bu mektebe göre kurtuluş ve bahtiyarlık yalnız zahitlikle ve yalnız ibadetle kazanılmaz. Bundan başka Brahma’nın her şey olduğunu veya her şeyin Brahma’nın kendisi olduğunu tanımak ve kabul etmek gerekir. (İslamiyet’in geliştirdiği tasavvuf, Ö. Rıza Doğrul s. 38-39-40- 41)
Çok önceleri Brahma inancı olarak doğan, sonra da Müslüman olan veya olmadan İslamı bozmak için uğraşan Hintli ve İran’lı ların eliyle, diliyle bizim tasavvufçular bu inanışı ele almışlar ve M. Arab’nin yazdığı Füsus-uı Hikem, Fütuhatı Mekkiye ile tasavvufa yerleştirmişlerdir. 
Kısaca Vahdet-i Vücut:
İbn Arabî vahdeti vücudu şu şekilde özetler: “Tek varlık vardır, o da Allah’tır. O’nun dışında varlık yoktur. Âlemin kendi başına varlığı yoktur, Allah ile vardır. O’nun dışında bir varlık tasavvur edilemez. Çünkü O’nun dışındakiler yok hükmündedir. Her yer ve her şey o’nun meclasıdır. O her yerde tecelli eder. Dolayısıyla her şey O dur.”
Yukarda özetlenen fikirleri İbn Arabî’nin Füsusul Hikem ve Fütuhatı Mekkiyye isimli kitaplarında şu şekillerde geçer: “Bizler Allah’ın zahiri suretleriyiz, o’nun tecellisiyiz. Âlem ve kevn aslında bir hayal olduğu için biz “O” yuz. (Füsus 159) Bir açıdan halk Hak’tır ibret alınız. Halik ile mahlûk bir tek şeydir. Arif her şeyde Hakkı gören kimsedir. (Füsus 78, 79,192) 
Vakit olur ki kul Rabb olur, vakit olur kul-kul olur şüphesiz. Bir başka şiirinde ise aynen şöyle demektedir. “O’ bana hamdeder bende O’na; ”O bana ibadet eder bende O’na. Bir hal içinde O’nu ikrar eylerim, a’yanda ise O’nu inkâr eylerim. Sen kulsun, sen Rabb sın. Kulluğun kimin kulu olduğunu bildiğin içindir. (Füsus 90,92)