Bir Görme Engelliyi Anlamayı Hiç Denediniz mi? 

ZOR OLMASA GEREK

Siz karanlığın ne demek olduğunu bilir misiniz? Bana karanlığı anlatabilir misiniz? Nasıl tarif edilir karanlık. Sizce karanlık, güneşin battığı yerde başlayıp, doğduğu yere kadar olan zaman dilimi midir? Sizce karanlık, güneşin dünya ile olan dansının bir parçası mıdır? Akşamdan sabaha kadar olan süreç midir karanlık. Sanmıyorum. Akşamdan  sabah bir anlıktır. Karanlık ise çok karanlıktır. 

    Ben doğduğumda her yer karanlıktı. Annemin gözlerini göremedim. Başımı koyduğum yastığa işlenen çilek dallarını göremedim. Oyuncaklarımı göremedim. Penceremin pervazına konan kuşları da, bana camın ardından ürkek ürkek bakan bakışları da. Babamın bıyıkları varmış. Göremedim. Annemin sol yanağında bir ben varmış göremedim. Perdelerimiz krem rengiymiş göremedim. Hoş krem rengi nedir onu bile bilemedim. Işığı bulmuşlar. Teşekkür bile edemedim bulanlara. 

      Kırmızı başlıklı kızı anlattı annem bana. Aklım kurda kuşa değil, kırmızıya takıldı sadece. Nasıl bir şeydi bu kırmızı. Saatlerce ve günlerce aklımı yordum. Dayanamadım anneme sordum. Nedir anne kırmızı diyerek. Sevgi kızım dedi, aşktır o. Bayraktır dedi. Topraktır dedi. Şehitlerin dökülen kanıdır o. Sıcaktır dedi. Kırmızı güldür dedi. Siz renkleri görerek algıladınız. Bense hissederek. Papatyanın sarı olduğunu, Kasım çiçeklerinin beyaz olduğunu bilirim. Her şeyi sevdim de kasım çiçeklerini sevmedim. Bana kasımın onunu anımsatırlar hep. Hep ayrılığı ve hüznü anımsatırlar. Sonra gülleri gördüm karanlıkta. Kokusu düşüyor karanlığa sonra kendileri geliyor. Deniz maviymiş. Mavi ise güzelmiş. Dostmuş. Alıp götürürmüş dertleri. Maviyi görmedim ama sesini duydum. Gerçekten de alıp götürdü beni uzaklara. Derdimi hüznümü ıssız adalara koyup geldik. Siz gökyüzüne baktınız. Bulutları gördünüz. Bense gökyüzünde gezdim adeta. Bulutların üzerinde dans ettim. Bulutlara dokundum. 

      Her şeyimi mükemmel yaratan rabbim, gözlerimi vermemiş bana. Olsun hiç sitem etmedim. Hiç küsmedim ona. Bunun benim için bir sınav olduğunu, zorlukların üstesinden gelince başarıyı göreceğimi, zoru başarınca huzuru ve Mutluluğu göreceğimi çok iyi biliyorum. Sonra görmeden de görebileceğimi öğrendim. Binlerce rengim var benim. Bir ışık iken bin bir renge büründüm umudumla. Görüyorum evet. Sevgiyi görüyorum. Barışı görüyorum. Umudu görüyorum. Kardeşliği görüyorum. Görüyorum evet, annemin yüreğini, babamın mertliğini, sevmenin ne kadar güzel olduğunu görüyorum. Güvercinlerin kanadında ne yüklüyse onu görüyorum. Bayrağım dalgalandığı zaman kızıllığını görüyorum. Ve inanıyorum ki çoğu kişinin görmediğini ben görüyorum. Sevgiyi görmeyenlere inat ben görüyorum. Dostluğu görmeyenlere inat ben görüyorum. Oldukça net bir şekilde hem de. Umutsuzluk engeldir insana. Sevdayı, sevgiyi bilmemek engeldir. Ben kaldırdım engellerimi. İrisi, retinası ışıktan nasip almayan gözlerle görüyorum. Her şeye rağmen hayatın üzerime üzerime  geldiği de oluyor. Çocuk yüreğimin kaldıramadığı yükler de oluyor. Susuyorum. Susuyorum, susuyorum. Farkına  varmadan çarptığımda bir insana, kör müsün be kardeşim diyorlar yarı azarlarcasına. O zaman içimdeki tüm kahrı kan diye kusuyorum. Evet körüm diyorum sesim titreyerek. Ama yere düşürdüğün yüreğimi görüyorum diye bitiriyorum 

Göremediğinizi düşünün. Hazır gözleriniz kapalıyken, biraz deneme yapın. Bir şeyler yapmaya çalışın gözleriniz kapalıyken, etrafınızdaki nesnelere çarpmamaya çalışarak. Karanlığın, insana güvensizlik verdiğini hissedin. Her an, başınıza gelebilecek tehlikeleri göremediğinizi düşünün. Sonra görme engelli insanların bu korkuları, bu duyguları hayatları boyunca hissederek yaşadıklarını düşünün. Siz beni görün bu şekilde. Ben de sizleri göreyim istediğim şekilde ve en güzel minvalde. Ve asla ardım sıra vah vah, çok yazık demeyin bana. Bu sözler bir ok gibi saplanır yüreğime. Acınacak halde değilim Anlanılacak vaziyetteyim. 

    Bir beyaz baston oldu yoldaşım. O konuştukça ve ses verdikçe ben yol aldım usulca caddelerde. Onun elinden tutarak mahalle bakkalına gitmişim. Onun elinden tutarak evimizin sol yamacındaki parka yönelmişim. İnsan bir tahta parçasından da medet umarmış meğer. Ve insanın yüreğince bir tahta parçası da yer edermiş meğer. Benim gözlerimdir o baston. Beni susadığım demlerde çoban çeşmesine götüren. Yön duygumu yitirdiğimde beni ait olduğum yere getiren. Çiçeklere onunla basmadım. Karıncaları onunla ezmedim ben.
Zamanı böyle devirdim zaman içinde. Yılmadım, yıldırmadım hiç. Yenilginin ve pes etmenin umutsuzluk içine düşmenin bana yakışmayacağına inandım. O yüzden karanlığımdan sıyrılmak adına bir mum yakmaya çalıştım. Her şey o mum alevinde şekillendi. Kalemi tuttum gözlerim kapalı olsa da. Kitaplarım oldu. Gözümün görmediğini umudumla gördüm. Ruhumla aklımla fikrimle gördüm. Kör değildim ben asla; bunlarla göremediğim zaman kördüm. Sonra hani o yamalı elbisesi var diye Ankara'ya sokulmadan kovulan Veysel'i tanıdım. Uzun ince bir yolun yol çeken adamını. Türkülerinde buldum kendimi. Veysel nasıl gördüyse ben de öyle gördüm. Nasıl sevdiyse ben de öyle sevdim. Onu hayata bağlayan her ise ben de onunla hayata bağlandım.
Evet hiç zor olmadı. Sevgiyle umutla en güzeli birbirimizi anlayarak görebilmenin kıvancını yaşıyorum. Ve diliyorum ki kimseler karanlıkta kalmasın. Kimseler gökkuşağının yedi renginden mahrum olmasın. Baharı olsun herkesin. Ezip geçtiği değil kokladığı çiçekler. Dağları olsun yeşil bayırlarında koşabildiği. Irmakları olsun. Onlara imrenip coşup taşabildiği. Ve engelleri olsun insanların, AŞABİLDİĞİ.