Televizyon izlemeyi pek fazla sevmediğimi itiraf edebilirim. Evde kızım çizgi film kanalını açar, bazen olursa haberleri dinlerim. Trt’deMasumlar Apartmanı dizisi yayımlanınca, kitabı elime aldım ve filmin ilk bölümünden sonra genişçe bilgi edindim, hevesim kaçtı. Birde halk tarafından sevilen izlenme rekorlarında birincilik elde eden diziler, sonlandırılmayınca, eski tadı vermiyor, hikâye tükeniyor. Ama Gönül Dağı dizisi şuanda öyle değil. Herkes ballandıra ballandıra Gönül Dağı’nı anlatıyordu, aklıma Neşet Ertaş üstat da gelince oturdum televizyonun başına, izlemeye koyuldum.

Dizide en dikkatimi çeken, kalburla güneş toplayan adamın sahnesi olmuştu. Bu sahne sıradan bir hikâye olamaz, mutlaka bir yaşanmışlıktan ilham alınmıştır dedim ve araştırmaya karar verdim.

“Yer BulgaristanınTırnova şehri, o dönemlerde Bulgaristan Osmanlı toprağıdır. Aynı köyde yaşayan iki genç birbirini sever ve Allah’ın emriyle evlenirler. Zaman zamanı izler, mutlulukla dolan yuvalarına kadının göz ışığını kaybetmesiyle hüzün hâkim olur. Adam karısı için çareler aramaya başlar, hazık hekimlere gider, ilaçlar çözüm olmaz. Hocalardan medet umar, sonuç yine olumsuz. Adam yaşlanır, kadın kocasından önce ölür. Adam karısının cenazesiyle birlikte köyü terk eder. Köyden ayrılan adam komşuları tarafından merak edilir. Gelenden geçenden haber sorulur. Nihayet köye gelen bir çoban bu adamı gördüğünü ifade eder. Köylüler denilen yere giderler ve bakarlar ki bir kulübe, içinde mezar. Adam elinde kalbur, mezarın içine güneş taşıyor. Köylüler ne yapıp ne etselerde adamı evine dönmeye ikna edemezler. Fakat aralarında karar alıp ona belirli günler yiyecek taşırlar. Münzevi bir hayat süren adam, yiyecek getirenlere “Kimden getirdin?” diye sorar. Falanca cevabı verilirse, o yemeğe el sürmez, fakat Yaratıcı’nın ikramı derlerse sessizce şükredip ikramı geri çevirmezmiş.

Bir vakit sonra yiyecek getirmeye gelen köylüler, ikinci mezarında dolu olduğunu görürler, bizim güneşi taşıyan vefat etmiş, hanımına kavuşmuştur.

İkinci hikâye de Bursa ilinde söylenegelmiştir. Osmanlı devletinin Bursa’ya hâkim olmadığı yıllar, birbirini çok seven âşıklar evlenir, fakat kızın gözü kör olur. Adam şifa aramak için bir papazın yanına gider. Papaz yardım etmeyi kabul eder. Dağın tepesinde yaşamaktadır. Gencin eline bir tas verir, bu tasla dağın aşağısında bir kaynaktan hergün su getirmesini ister. Erkek ve kadın papaza yakın bir yere kulübe yaparlar. Yaz demeden kış demeden genç adam su taşımaya devam eder. Ne çare kızın gözü açılmaz. Papaz ölür, kızda vefat eder. Tek başına kalan adam, eşinin yanından ayrılmaz, o tasla su getirmek yerine hanımının mezarına güneş taşır.

Üçüncü hikâye eski Türk devletlerinin Orta Asya bozkırlarında at koşturduğu dönemde anlatılmıştır. Hikâye aynıdır, fakat hikâyede kadının gözü kör olunca yardım istenilen kişi bir şamandır.

Benzer bir anlatı ise sınırlarımızda, Yozgat’ta geçer. Yozgat Karababa dağında yaşanır hikâye, Bulgaristan’ın Tırnova şehrindeki ile aynıdır, bir farkla, burada anlatılan olayda imam efendiden yardım istenilince kalburla güneş taşıması istenilen erkeğin çabası sonuç verir. Kızın gözü açılır.

Kaynaklarda rastladığım bir masalı da size aktarmak istiyorum.

Bir zamanlar deli mi divane mi bilinmez, Kentu denilen bir adam ortaya çıkmış bir köyde.

Garip giysileri garip sözleri varmış. Sırtında eski abası, yamalı pantolonuyla dolaşırmış dağ bayır. Kentu’nun kimseyle işi yokmuş. Lafı içinde konuşur sesini duyan olmazmış. Gittiği yerlerde bir müddet kalır sonra ayrılırmış çünkü gittiği yerde cebindeki fitne tohumlarını toprağa ekermiş. Âdeta topraktan ot yerine kötülük bitermiş. Ortalık karışınca da oradan hızla uzaklaşırmış. O insanların mutsuz olmasını istermiş. Yüreğinde kötülük olması insanlara sevgisini yok ediyormuş. Nice şehirler nice ülkeler yıkılmış, insanlar kötülüklerin altında kalıyormuş. Cümle âlem bu adamın ektiği kötülüğün farkındaymış. Bu adam şehre gelmesin diye civarın sultanları ulak göndermişler birbirlerine. Haberi alan şehir tellaklar çıkarırmış.Kentu geliyor! Kentu geliyor!” diye inlermiş sokaklar. Fakat bu adam ne yapıp edip giriverirmiş şehrin sokaklarına. Kaç zaman kalır bilinmez ama orda olması insanların mutluluğuna gölge düşürmek için yeterliymiş. İnsan ilişkileri pamuktan iplik gibiymiş, en küçük kıvılcım küslüğe yetermiş. Kentu’nun vardığı en son şehirde ondan daha sessiz daha kimsesiz daha da sırlı başka bir divane varmış. Onun ismi ise Afşan’mış. Afşan, o kentte velilerden veli bilinirmiş. O da susarmış ama bildiği bilgiler ona ağırlık katarmış. Görkemli bir çehresi, iri yarı bir bedeni varmış. Bilenle bilmeyeni bilir, öğrenmeyene ilim verirmiş. Âlimler, sultanlar, çocuklar nice ilim isteyen her kim varsa onun tek odalı evine eğitime gidermiş. Afşan’adışarıdan bakan aciz bir meczup görürmüş. Afşan, eline bir kalbur alır sabahın seherinde gün dağlara vurunca başlarmış güneş toplamaya. Topladığı güneşi evine salarmış. Gün bittiğinde sırtındaki dolu çuvalla şehir sokaklarında dolaşır “Güneş satarım! Güneş satarım!” diye bağırırmış.

Güneşin talibi çıkmazmış. Ama sır çuvalda ve onun dediğindeymiş. Güneşi toplayan adam kalburun üstündekileri insanlara pay etmek istermiş. Ta ki o gün gelene kadar…

Afşan’ın yaşadığı şehir insanların birbirleriyle iyi geçindiği son şehirmiş ama Kentu’nun kötülüğü o şehri de sarmaya başlamış. İnsanlar kavga eder olmuşlar. Komşuluk ilişkileri tükenmiş. Akrabalık bağları zayıflamış. İnsanların evlerinde huzur kalmamış. Çocukların oyun arkadaşlığı bitmiş… Şehrin üstüne bir gün karanlık çökmüş. İnsanlar bunu fark edememişler. Güneş sönmüş, Ay küsmüş. Bir çocuk olanları fark edip “Güneş yok Güneş yok!” demiş. Kavgadaki insanlar kavgalarına ara vermişler. Karanlıkta çare aramışlar. Bulamamışlar. Karanlığı haber veren çocuk “Afşan dedeye gidelim.” demiş. İnsanlar Afşan’ın evinin yolunu tutmuşlar. Tutmuşlar tutmasına ama yolda bile kavga etmişler. Afşan’ın tek odalı virane kapısına varmışlar. Ama kavgaları bitmediği için dertlerini de anlatamamışlar. Yine konuşan çocuk olmuş. Çocuk “Güneş almaya geldik.” demiş Afşan dedesine. Afşan, “Karanlıkta evlerinize gidin ve kapılarınızı kapatın. Gün doğana kadar herkes birbiriyle iyi geçinirse Güneş’i size geri getireceğim.” demiş. İnsanlar gittikten sonra Afşan çuvalını sırtlamış ve şehrin sokaklarına inmiş. O sırada da Kentu sokakbaşlarına fitne tohumu ekmekteymiş. Afşan, Kentu’ya yaklaşmış. Heybetli eliyle Kentu’yu ensesinden yakalamış. “Bugün fitnen işe yaramayacak.” deyip Kentu’yu bir güzel paralamış. Çuvalındaki altın huzmesi güneş parçacıklarını Kentu’nun üstüne saçmış. Kentu o an erimiş. Yerde irin ve çamur parçası kalmış. Afşan tüm sokakları gezmiş her hanenin kapısına güneş tozu bırakmış. Evine dönmüş. O gece bittiğinde doğudan Güneş doğmuş. Kaç gündür olanlar Güneş’in daha inatla ve azimle doğmasına sebep olmuş. Bunca olup biteni insanlar hatırlamamış. Sadece çocuk ve Afşan dedesi hatırlamış. Çocuk, Afşan’a teşekkür etmek için evine varmış. Afşan dede bahçesinde yine güneşi kalburuyla topluyormuş. Toplamaya ara verip çocuğa olanları anlatmış. O gün Afşan dede çocuğa ilmini ve sırrını anlatmış. Çocuk o gün Kentu’nun çamurdan bir cehalet olduğunu, Afşan dedenin döktüğü güneş huzmesinin ise bilginin ışığı olduğunu anlamış.

Hikâyeler, efsaneler, masallar bize ne anlatırsa anlatsın önemli olan, aile bağları ve eşimize olan sevgimizdir. Kimi eşine şiddet uygular, birbirlerinin kalplerini kırarlar, kimi ise eşine sevgi taşır, evine güneş getirir. Küçük bir çocukken hasta eşine bakan kadınlar bilirdim. Acaba biz erkekler fedakâr değil miyiz diye kendi kendime sorular sorardım. Şimdi gördüm ki otuz küsur sene karısına bakan erkekler var. Çok sevdiğim bir insan var.

Kaynakça:

  1. https://hikâyesel.com/2021/02/20/gunes-toplayan/
  2. https://www.youtube.com/watch?v=8-y0gKwe9FU