Esas olan yaşamaktır. Ot gibi değil anlamlı yaşamaktır. Ömür güzel değilse ölüm nasıl güzel olacak ki?.. Esas olan hayatı ve ölümü Alemlerin Rabbi olan Allah’a hasredebilmektir. Mazeretlerin ardına sığınmak, keyfiliğimize ve nefsaniliğimize gerekçeler bulmak kolay. Böyle yaparak kendini kandırabilirsin. Ya sinelerdeki olanı bile bilen Allah’ı nasıl kandırabiliriz ki?

“Zira Allah, bakışlardaki ihaneti ve sinelerin sakladığı tüm sırları bilir!” Mü’min Sur, 40/19 Allah(cc) fıtrata uygun bir din göndermişse seninde fıtrata yatırım yapmanı ister. Allah(cc) diğer canlılardan farklı olarak sana akıl vermişse akletmeni, irade vermişse iradeni kendi istediği doğrultuda yönlendirmeni, vicdan vermişse vicdanını diri/aktif/temiz tutmanı, vahiy göndermişse o vahyi bilinçle hareket etmeni, peygamber göndermişse o peygamberi rehber/ölçü/örnek edinmeni, din göndermişse dinin gerektirdiği doğrultuda ortayolu/vasat olanı/dengeli duranı takip etmeni, oku demişse okumanı/araştırmanı/sorgulamanı/değer üretmeni ister!..

Allah(cc)’ın emir ve yasaklarında mutlaka bir hikmeti ilahi vardır. Allah hiçbirşeyi boşuna yaratmıştır. “İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını ve dilediği gibi hareket edebileceğini mi sanır?” Kıyame Sur, 75/36 Allah(cc) haddi aşanları sevmezken! (Ar’af Sur, 7/55) , ‘koyduğum sınırları çiğnemeyin’, ‘tüm aşırılıklardan kaçının!’ , derken kendi kendine yettiğini zannetmeler, kibir abidesi kesilmeler, kendi zanni/keyfi düşüncelerini din/doğru kabul etmeler, Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal kılmalarda neyin nesi?..

Rabbimiz Nisa Suresi’nin 135. Ayetinde “Ey iman edenler!” diyerek mü’min kullarına şöyle seslenmektedir; ”Kendinizin, ana babanızın ve diğer dost ve akrabalarınızın aleyhine bile olsa, Allah için gerçeğe şâhitlik ederek adâleti tam yerine getiren dosdoğru şâhitler ve hâkimler olun!” Peki, adalet dağıtırken zengin yada fakir, bizden olan yada olmayan, asil yada değil, köylü yada şehirli, doğulu ya da batılı gibi ayrımlara gitmek, üstün olana dalkavukluk etmek, keyfe/nefse uyup zayıf olana kadirlik etmek, lafı eğip bükmek, şahitlikten kaçınmak, hakîkati gizlemekte nerden çıktı?..

Bu konuda Pakistanlı müfessir Mevdûdî der ki: “Ben, tarafsız bir şekilde, adalet müessesesini yeryüzüne yerleştirmeye memur oldum. Benim işim, bir kimse hakkında, herhangi bir meselede taraf tutmak, yahut herhangi bir sebeple başka bir şahsın aleyhinde hüküm vermek değildir. Benim nazarımda bütün insanlar eşittir. Adalet ve insafın gereği de budur. Haklı olan, ne olursa olsun haklıdır. Haksız olan da, kim olursa olsun mutlaka haksızdır. Benim dinimde, hak ve adalet hususunda kimsenin imtiyazı olamaz. Bizden olsa da olmasa da!..”

“Kim Rahmân’ın uyarı dolu mesajına kusurlu bir gözle bakarsa, ona bir tür şeytanı musallat ederiz de, kendisi onun uydusu haline gelir; artık o onları doğru yoldan çıkarır; berikilerde zanneder ki, kendileri doğru yoldadırlar!” (Zuhruf Sur, 43/36-37) Hepimiz böylesi ayetlere muhatap iken Kur’an’a yamuk bakabilmek, Kur’an’ı çağın dışına itmek, Kur’anı mehcur bırakmak, Kur’an’ın sesini boğmakta ne demek? “

Ben Müslümanım!” diyen bi akıl vahye karşı nasıl bir yamuk bakış açısı sergileyebilir ki? Nasıl kitaba uymaz da kitabına uydurur? Nasıl adetleri ayetlerin önüne geçirebilir ki?

Kısaca; Allah(cc)’ın biz kullarına bahşettiği nimetleri göz ardı edersek, Allah(cc)'ın gör dediği yerden görmez, dur dediği yerde durmazsak yani kusurlu bakış açılarından kurtulamazsak şeytanın uydusu olmak onun yörüngesine girmek kaçınılmaz olacaktır. Selam ve dua ile!..