Cebinde pek az para olan bir fukarâ hamama gitmeye niyet etmiş. Bakmış hamanın önünde afyonlu macun satıyorlar. Eskiden keyif versin diye macuna afyon katarlarmış. Adam, cebindeki paranın yarısıyla macuncudan aldığı afyonlu macunu yemiş ve hamama girmiş. Adam, göbek taşına oturmuş, terlemeye başlamış. Bir de bakmış, kapıdan giren bir adam tıpkı kendisine benziyor. Adam o kadar kendisine benziyormuş ki kardeşi olsa bu kadar benzemezmiş. Yalnız gelen adam belli ki çok zenginmiş çünkü adamın arkasında ve önünde hizmetkârlar varmış, ellerinde gülâbdanlar, güzel kokular varmış, adamın üstündeki peştemal da ipekmiş. Hizmetkârlar adamı hamamın halvet denilen husûsî bölümlerinden birine bırakmışlar. 
Fukarâ, bir tarafdan bu manzarayı seyrederken bir tarafdan da aralarındaki benzerliğe hayret ediyormuş. İçinden “Allah Allah. Kardeşim olsa bana bu kadar benzemez” diye geçiriyormuş. Fukarâ merâkını yenememiş ve “Bi gidip bakayım şu adama” demiş ve adamın bulunduğu husûsî bölüme gitmiş. Bir de ne görsün! Adam ölmüş, hareketsiz yatıyor. Seslenmiş, cevap alamamış, elini tutmuş, hiç hareket yok, gözüne bakmış, kapanmıyor. Artık adamın öldüğünden iyice emîn olmuş. O anda aklına bir fikir gelmiş. “Ben peştemalımı bu adama sarsam ve götürüp kendi yerime bıraksam, bunun peştemalını da kendime sarsam ve buraya otursam, kim nereden anlayacak? Nasıl olsa tıpatıp benziyoruz” diye düşünmüş ve düşündüğü gibi de yapmış. 
Bir müddet sonra tellâklar gelmiş ve “Efendim terlediniz mi?” diye sormuşlar. Konuşursa kim olduğunu anlarlar korkusuyla sesini hiç çıkarmayan fukarâ başıyla “gelin” diye işâret etmiş. Tellâklar fukarâyı o zengin adam zannederek bir güzel sabunlamışlar, yıkamışlar, güzel kokular sürmüşler. Tellâklar işlerini bitirip adamı soğuklukdaki husûsî bölüme götürürken göbektaşındaki ölüyü görmüşler ve onu fukarâ zannederek “Aaaa, bu pis herif burada ölmüş” demişler. 
Soğuklukdaki husûsî odada dinlenen fukarâ, getirilen şerbeti ve kahveyi içmiş, terini atmış, iyice dinlenmiş. Bir de bakmış odada bir kürk var. Kürkün ceplerine elini atmış, bakmış ki bir cebinde altın bir cebinde gümüş paralar dolu. O sırada hizmetkârlar gelmiş ve “Efendim arabanız hazır, ne zaman arzu ederseniz gidebiliriz” demişler. Fukarâ yine kendisini belli etmemek için sesini çıkarmamış, “Olur gidelim” ma’nasına başını sallamış. Dışarı çıktıklarında bir de bakmış ki hamamcılar ölen adamı yüklenmişler “Pis herif, geberecek başka yer bulamadın mı, hamamın müşterisini kaçıracaksın” diye söylenerek götürüyorlarmış.
Arabaya binmişler ve büyük bir konağa gelmişler. Hizmetkârlar yine sormuş “Efendim hareme mi selâmlığa mı gitmek istersiniz?” Fukarâ, yine konuşmamış ve işâretle cevap vermiş. “Hareme gidersem foyam meydana çıkar, ben en iyisi selâmlığa gideyim” diye düşünmüş ve selâmlığa geçmiş. Bir kaç gün selâmlıkda oturmuş, yemiş, içmiş, keyif sürmüş ama bir tarafdan da “Yerine geçtiğim adam kim acabâ” diye düşünüyormuş. Fakat ne kadar uğraştıysa da konağın kime âit olduğunu ve vazîfesinin ne olduğunu anlayamamış. Birkaç gün sonra kapı çalınmış ve saraydan bir görevli gelmiş ve pâdişâhdan bir emir getirmiş. Fukarâ, pâdişâhdan gelen yazıda “saraya gel” emrini görünce yerine geçtiği adamın bir vezîr olduğunu anlamış. Saraya giderse muhakkak yakalanacağı belli olduğu için konakdan kaçmaya karar vermiş. Bu niyetle konakda yükde hafif pahada ağır ne varsa almış ve pencereden atlayıp konağın yanındaki camiye girmiş. Niyeti de caminin tabutluğunda saklanmakmış. “Eğer sokağa çıkarsam yakalanma ihtimâli var” diye düşünmüş ve tabutluğa girmiş. Meğerse orada iki hırsız varmış, birilerini soymuşlar, para taksîmi yapıyorlarmış. “Vay bu adam bizi gördü, şunu öldürüp ortadan kaldıralım, yoksa bizi haber verir” demişler ve yakalamak için peşine düşmüşler. Fukarâ, onlardan kaçıp minâreye çıkmış, hırsızlar da peşinden gelmiş. Minârenin şerefesinde koşturmaya başlamışlar. Fukarâ bakmış ki hırsızların elinden kurtuluş yok, minâreden aşağıya sarkmış ve ellerini bırakmış. Traak! Kafası düşmüş ve uyanmış. Bir de bakmış ki göbektaşından yere düşmüş, başını mermere çarpmış. Meğerse bütün bunlar afyonun tesiriyle gördüğü rüyâdan başka bir şey değilmiş. Başında iki tellâk durmuş ve “Ulan! Üç kuruş para verdin buraya girdin, sabahdan beri çıkmak bilmiyorsun, yatıp duruyorsun” deyip fukarâyı yakaladıkları gibi dışarı atmışlar.
Bak düşün! Hayat bu işte! Bu dünyâya aldanan insan, tıpkı afyonlu macun alıp hayallere dalan insan gibidir.