Kederin dili çok sessiz bir alfabeyle konuşur. O öyle bir alfabedir ki ancak âlim ve arif olanlar anlar. Filistin’in gözyaşının dinmediği, ülkede yaşayan insanların yıllardır kendini anlayabilenlere gönülden yazılmış cümlelerle anlatmak istediği hikâyesi vardır. İlk Çağ’dan günümüze mücadeleyle geçen geçmiş zamandan tarihî acılarıyla seslenir bizlere. Görenlere ve duyanlara yürekten gelen bir sesle haykırır işitebilen kulaklarımıza.

Filistin bölgesi dünyadaki en eski yerleşim yerleri arasında sayılabilir. Arkeolojik kanıtlar MÖ 10000 yıllarında bölgede göçebe tarzı bir yaşamın hüküm sürdüğünü, halkların avcılık ve toplayıcılıkla hayatlarını idare ettiğini göstermektedir. Bu bölgede Erken Bronz Çağı’nda kalıcı yerleşimler kurulmuş, tarım toplulukları gelişmeye başlamıştır. Yakın doğu bölgeleriyle ticaretler hız kazanmıştır. Filistin; Mezopotamya ile Arabistan, Mısır şehirlerine yakın olması nedeniyle ticaret merkezleri arasında konumu itibarıyla önemi artmıştır. Bu özellik Akad imparatoru Sorgon’un iştahını kabartmış, Akad krallığı bu bölgeye sahip olmuştur. Akad İmparatorluğu’nun bu dönemde zenginliği şehir merkezlerinin büyümesini teşvik etmiş, Akad İmparatorluğu’nun MÖ 2080 yılında yıkılarak topraklarının guti, elam, Amorilerin eline geçmesiyle Filistin’in ekonomik anlamda gelişmesi zayıflamıştır. Akad İmparatorluğu parçalandıktan sonra Filistin dâhil şehir merkezleri terk edilmiş, aşırı nüfus nedeniyle insanlar kırsal kesimlere tarımsal yaşam tarzına dönmüşlerdir. Filistinlilerin büyük olasılıkla Girit ve Ege bölgesi halklarından oldukları düşünülmektedir. Filistinlilerin ismine ilk kez Mısır firavunu III. Ramses’in (MÖ 1198-1167) 8. idare yılına (MÖ 1190) tarihlenen Medinet-Habu Zafer Kitabesi’nde rastlıyoruz. Bu kitabede adı geçen firavun, Ege Göçleri’ne karşı vermiş olduğu amansız mücadeleyi tüm ayrıntıları ile anlatmakta ve mağlup ettiği kavimlerin isimlerini tek tek sıralamaktadır. Bu kavimlerden biri de “Pelestler” şeklinde zikredilen Filistinlilerdir. Antik Yunan tarihçi ve yazar Herodot’un M.Ö 5 yüzyılda kaleme aldığı eser olan Herodot Tarihi kitabından sonra eski adı Kenan diye adlandırılan bölgenin tamamı için Filistin terimi kullanılmaya başlanmıştır.

Kenan topraklarında Ege Bölgesi’nden göç eden halkların yanında Amelikalılar adı verilen bir ırk da hüküm sürmekteydi. Hz. Musa’nın önderliğinde Mısır’dan çıkan İsrailoğulları ise yaklaşık 100 yıl sonra Filistin’e geleceklerdir. Çünkü bu ülke, tanrı Yahowa’nın kendilerine vadettiği ülkedir. Ancak kendilerine vadedilen ülkede İsrailoğullarına tamamıyla yabancı bir kavim oturmaktadır ve onların demir silahları vardır. Bu yüzden İsrailoğulları sahil şeridine değil de arkadaki verimsiz topraklara yerleşmek zorunda kalırlar. Bundan sonra, Filistin topraklarının gerçek sahibi olabilmek için iki kavim arasında amansız bir mücadele başlayacaktır. İlk İsrail kralı Saul’ün (Tâlût) yerine tahta geçen Hz. Dâvûd Kudüs’ü fethederek bir saray yaptırır, Filistin’i devletin başşehri hâline getirir ve otuz üç yıl Kudüs’te hüküm sürer. Hz. Davud zamanında başta bölgenin gerçek sahibi Amalika olmak üzere burada yaşayan bütün kavim ve kabileler boyunduruk altına alınırlar. Ancak pek çok kaynakta belirtildiği ve günümüzde de açıkça görüldüğü gibi İbrânî hükümranlığı altında bu yerli topluluklar, o dönemde de daha sonraki işgal ve istilâ dönemlerinde de kendi varlık ve tarihlerine sahip çıkmayı başarırlar. Hz. Davud’un ardından gelen Hz. Süleyman’ın dönemi krallığın altın çağı olur. Sınırların bugünkü Lübnan, Ürdün ve Suriye’nin bir kısmına kadar uzandığı bu devirde Hz. Süleyman, başta Mısır olmak üzere çevredeki devletlerle anlaşmaya vardıktan sonra Kudüs’te kendi adıyla anılan ilk mabedi (Süleyman Mabedi, Mescid-i Aksâ) yanı sıra savunma amaçlı çeşitli binalar inşa ettirir. Öte yandan Kızıldeniz’de sahip olduğu gemilerle uzak topraklara kadar uzanacak bir deniz ticareti geliştirir. Ancak onun ölümüyle birlik dağılır ve devlet iki ayrı parçaya bölünerek kuzeyde İsrail, güneyde Yahuda krallıkları meydana gelir; İsrail’in başşehri Sâmiriye (Samaria), diğerininki Kudüs’tü (Jerusalem). Her iki devlet de fazla uzun ömürlü olmaz ve ilki Asurlular, ikincisi de Bâbil Hükümdarı Buhtunnasr tarafından yıkılır. Asur ve Bâbilliler sadece bu krallıkları sona erdirmekle kalmayıp aynı zamanda halklarından binlercesini de Mezopotamya’ya sürmüşlerdir. Asurlular, Babillilerden sonra persler ve büyük İskender’in orduları bu toprakları ele geçirmiş, en sonunda Roma imparatorluğu Filistin ülkesinde hüküm sürmeye başlamıştır. Kavimler göçünün ardından roma ikiye ayrılıp Batı Roma imparatorluğu yıkılınca Filistin topraklarına Bizans hâkim olmuştur. Müslümanlık yeryüzüne hâkim olana kadar Kudüs Bizanslıların elinde kalmıştır. Kudüs Müslümanlar için çok önemlidir. Miraç dolayısıyla İslâm tarihinde önemli bir yeri bulunan Filistin’de İslâmiyet’in yayılması için başlatılan faaliyetler Asr-ı saâdet’e kadar uzanır. Hz. Peygamber, çeşitli hükümdarlara İslâm’a davet mektupları gönderirken bir mektup da Bizans’a bağlı olan Busrâ Emîri Şürahbîl b. Amr el-Gassânî’ye yollamış, ancak elçi Hâris b. Umeyr el-Ezdî öldürülmüş ve bu durum Müslümanların yenilgisiyle sonuçlanan Mûte Savaşı’na (8/629) yol açmıştı. Ertesi yıl bizzat Hz. Peygamber Tebük Seferi’ne çıktı ve vefatından kısa bir süre önce de Üsâme b. Zeyd kumandasındaki bir orduyu Mûte’nin intikamını almak üzere Belkā tarafına yollamak istedi; ancak ordu Peygamber Efendimizin rahatsızlığı sebebiyle Medine’den ayrılamadı. Hazreti Ebubekir Filistin topraklarını alabilmek için birçok ordu gönderdi. Bizanslılarla yapılan Ecnâdeyn Savaşı (634) sonunda Filistin ve Suriye’nin kapıları Müslümanlara açılmıştır. Bundan sonra Müslümanların bölgede yapmış oldukları Yermuk Savaşı (636), Kudüs’ün fethi (637) ve Kaysariyye’nin fethi (640-641) ile bütün Filistin Müslümanların eline geçmiştir. Özellikle Emevilerden Abdülmelik ve oğlu Velid ile Abbasiler zamanında bölgeye ve özellikle Kudüs’e büyük önem verilmiştir. Ayrıca Abbasiler zamanında Suriye ve Filistin bir eyalet hâline getirilmiştir. Abbasiler zamanında 1071 tarihinde Atsız Kudüs’ü fethederek Abbasi halifesi ve Alparslan adına hutbe okutmuştur. Melikşah’ın kardeşi Tutuş 1079’da Suriye-Filistin Selçuklu Devleti’ni kurmuştur. 1099 yılında Haçlıların eline geçen Filistin Bölgesi tekrar Müslümanların hâkimiyetine girene kadar acı ve gözyaşı ile dolu günler geçirdi ve karışıklıklar hiç eksik olmadı. 1187’de Selahaddin-i Eyyûbî’nin Kudüs’ü alması ile Filistin yeniden İslâmî bir karaktere bürünmüş oldu. Daha sonra 1291’de Memlukler devleti hâkimiyetine giren Filistin, 1516 tarihinde Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı Devleti’nin yönetimi altına alındı ve 1917 Aralık ayına kadar Osmanlı idaresi altında kaldı. Osmanlılar zamanında Arz-ı Filistin denilen bölge idari olarak Şam eyaletine bağlı Kudüs, Nabluz, Gazze ve Safed sancaklarına ayrılmıştır. Yavuz Sultan Selim’in Filistin’i almasından itibaren kesintisiz Osmanlı hanedanı tarafından idare edilen Filistin, 1832 yılında Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın eline geçmiş olmakla birlikte yeniden 1840 tarihinde Osmanlı ailesinin idaresine girmiştir. İbrahim Paşa zamanında Avrupai siyaset doğrultusunda Filistin’de Katolik ve Protestan misyoner okulları açılmış ve milliyetçi düşünceler aşılanmaya çalışılmıştır. Amerika, İngiltere ve Fransa’nın desteğini alan bu okullar Osmanlı Devleti’nin yıkılmasında etkili olmuşlardır Yahudiler Filistin’de yurt kurma çalışmalarını, İngilizlerin çabası ile 1861 tarihinde başlatmışlardır. Avrupa devletlerinin sermaye katkısı ile Filistin topraklarına göç eden Yahudiler Osmanlı Devleti’nin de desteğini almak istemişlerdir. II. Abdülhamid’in engellemeleriyle karşılaşsalar da II. Abdülhamid tahttan indirilince kendilerine rahat bir zemin bulabilmişlerdir. İsrail 1948 tarihinde Filistin’de İsrail Devleti’ni kurmuş fakat bu arada tüm Orta Doğu’nun dengesi ve huzuru bozulmuştur. Kan ve gözyaşı Ortadoğu’da dinmemiş, kalıcı bir barış sağlanamamıştır.