Dertlenmek güzeldir!
“Dert ağlatır, aşk söyletir!” derler.
“Kişinin derdi ne ise dini de odur!” diye bir söz duymuştum.
Çarşı pazar geziyoruz. Toplumun her kesimi ile hemhal oluyoruz. Muhataplarımız her cenahtan. Laikler, antilaikler, populistler, realistler, modernistler, dindarlar, deistler, ateistler vs.
Ham softa kaba yobazlar, nadan ve nobran tipler..
Kimlikli, kişilikli, karakterli beyefendi tipler..
Aklı selim davranan tipler..
Vitesi boşa sallayan, freni patlak kamyon gibi sağa sola savrulan, şirazesi kaymış, zıvanadan çıkmış tiplerde yok değil.
Din Medine'de doğmuştur. Medine ise Medeniyetin başlangıcıdır. Eskiden içinde yaşadığımız toplumun yüzde yetmişlik dilimi kırsal kesimlerde yaşarken şimdi yüzde doksana varan kesimi kentsel yaşamı tercih etmiştir.
Malesef şehirlerde yaşamakla şehirlilik olmuyor. Köylüleşmek yada şehirlileşmek gibi ayrımı doğru bulmuyorum ama şehirde yaşamanın hayatımıza katacağı birçok artı değerler olması gerektiği kanaatindeyim.
Attığımız her bir adım, gerçekleştirdiğimiz her bir eylemde ahlakilik ve saygınlık esas olmalıdır.
Sosyetik takılmakla, modernist söylemlerle, modaya tutkunlukla, ekonomik elde edilen özgürlükle toplumların huzur ve refahını sağlayabilmek imkansızdır.
Yarımızda bugünümüzü aratmamalıdır. Gelecekle ilgi son derece somut, olumlu ve etkin adımlar atmasını becerebilmeliyiz. Bunun yolu birbirimizi ötekileştirmekle olmaz.
Ülkemiz her rengi bir arada bulunduran bir ülkedir. Meşreplerimiz, mezheplerimiz, mesleklerimiz, tutkularımız, önceliklerimiz, yücelttiklerimiz, tuttuğumuz takımlar, aşiretler, akraba bağları vs..
Bütün bu farklılıkları zengin bir güce dönüştürmek gerekir.
“Bize kalmayacak dünya için bize kalacak günahlar biriktiriyoruz!” demiş Malcolm X.
“İslam medeniyeti diye bir şey yoktur. İslam medeniyetin kendisidir!”
Muasır medeniyetler seviyesi diye bir mevzuu var ya. Bizim ecdadımızın yaptıklarını o muasır medeniyetler bir zamanlar hayal bile edemezlerdi.
Şimdi ne oldu bize böyle. Her geçen gün daha da hırçınlaşır olduk. Bir derbi maçına dahi tam tekmil savaşa gider gibi gider olduk. “Benim gibi düşünmüyor!” diye din dışı ilan etmeler, eleştirdi diye düşman görmeler, toptancı zihniyetler, ötekileştirmeler vs.
28 Şubat sürecinin çirkin yüzleri vardı bir zamanlar.
Milli ve manevi değerlere düşmanlık had safhada idi.
Çok şükür bu kutuplaşmanın önüne geçildi.
Şimdi ise ön yargı putunu, “Bana ne?” savrulmuşluğunu bir türlü kıramaz olduk.
Mezhepli olmakla mezhepçi olmayı, partili olmakla partici olmayı, takım tutmakla holigan olmayı birbirinden bir türlü ayıramadık. Bir türlü vasat ümmet olmanın erdemini yakalayamaz olduk. Bu toplumun yarınlarında güven, huzur ve mutluluk olsun istiyorsak nadan, nobran, fanatik, bağnaz ve kindar kimselere prim vermemeliyiz.
Bu konuda her birimiz sorumluluk yüklenmesini bilmeliyiz.
Hepimiz kendi evimizin önünü temizlemeyi bilmeliyiz.
Bilgiden uzaklaşmamalı ve bağnazlıkları çoğaltmamalıyız.
İnsani yanımızı zayıflatan ve çürüten para, makam ve iktidar bağımlılığımızı ölçüde tutmalıyız. Küresel çapta yankı ve etki uyandıracak, zihinler, fikirler, kadrolar, yapılar ve kültürler üretmeliyiz. Her tür fanatizmin, bağnazlığın ve şiddete dayalı yaşam biçimi ve karşıtlıklar oluşturmanın çirkin/utanç verici bir hal olduğunu unutmamalıyız.
Birimizin derdini hepimizin derdi bilmeliyiz.
Yoldaki zararlı bir taşı kaldırıp atmak imani bir sorumluluksa geleceğe güvenle bakabilmemizi sağlayacak olumlu adımlar atmak ve bu uğurda oluşan engelleri el birliği ile kaldırmakta insani bir sorumluluktur.
Kısaca diyebiliriz ki;
Dertlenmek iyidir.
Yeter ki dertlere derman veren Allah'ımıza samimiyetle inanıp güvenelim.
Artık yepyeni şeyler söylemek, kökü mazide olan atiye sarılmak lazım!