Başlığı okuyunca biraz şaşırdınız değil mi?

Diyeceksiniz ki Selman Hoca da kör. Acaba bir kibire mi kapılıyor. Hayır, yanlış anladınız. Görme engelli demedim kör dedim. Bazen körlük hakkında çok şaka yaparım, kendimle dalga geçmeyi bilirim. Ama bu sefer bahsettiğim bizim körler değil, sizin körler. Kaldırımda yürürken ellerinde telefon, gözünün önüne bakmayanlar, gözleri sürekli mağaza camlarında olup, önünü görmeyenler. İnternet fenomeni Karadenizli çocuğun dediği gibi “biktum vallahi.”

Sivas’ta gören ve görme engellilere yönelik beyaz baston ve bağımsız hareket eğitimi veriyoruz, arkadaşların gözünü bağlayıp caddede gezmelerini söylüyoruz. Birileri gelip bize çarpıyor.

Kaldırımda ben ve eşim yürüyoruz, normalde benim çarpmam lazım ama herkes bana çarpıyor.

Yolda arabalardan korkuyoruz, kaldırım işgalleri cabası, birde insanların gözünün önüne bakmamasına ne dersiniz?

Ben bir görme engelli olarak bugüne kadar gözü gören insanlara az çarpmışımdır ama gözünün gördüğünü iddia edenlere ne demeli.

Keşke yayalara da ceza kesilse, gözünü kullanmama cezası. Devletin kasasına bayağı para girer diye düşünüyorum. Mehmet Şimşek bakanın kulağına su kaçırmak lazım. Ama işin şakası görmenin ve gözümüzün kıymetini bilmiyoruz vesselam.

İslam büyükleri bizlere güzel bir yol tavsiye eder. Gözümüzle sağa sola bakmak değil, ‘kendi ayağımızın ucuna bakaraktan adım atmak  ve ‘başkalarının kusurlarını gözlemlemek değil kendi kusurlarımızı gidermenin derdiyle yol almak’ usulüdür. Ki, tasavvufta bu usul  ‘Nazar ber-kadem’ düsturu olarak karşılık bulur.  Hiç kuşkusuz tasavvufta karşılık bulan bu usulün kaynağı bizatihi Resulullah (s.a.v)’in kendisidir. Nitekim Rabbülalemin, habibini Miraçla huzuruna aldığında şöyle över:

-Onun gözü bir lahza olsun sağa sola kaymadı.

Bir hikâye anlatılır; gözü germeyen bir adam eline feneri alıp yolda yürüyormuş. Karşıdan gelen arkadaşı sormuş “hemşerim sen körsün elinde fener bu ne iş?” bizim kör adam cevaplamış; “ben bu feneri kendim için elime almadım, gören körlerin beni fark etmesi için onlara tutuyorum” demiş.

Bu hikâye geçmişten günümüze anlatılagelir, peki günümüzde biz ne yapmalıyız?

Görenlerin gözünü meşgul eden onca obje varken kendimizi nasıl fark ettirmeliyiz? Beyaz bastonumuza bisiklet zili taktık olmadı, sosyal medyadan, televizyonlardan, radyolardan açıklamalar yaptık programlar hazırladık yine olmadı. İnsanları uyandırmak zor diyor günlük yaşamımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Bizler uyandırmayı başaramadık ama bir sağlık problemi gelir, biri engelli olur, biri vefat eder bu dünyaya gözünü kapatır ahrette uyanır öyle farkına varır.

Yoksa bizim uyanacağımız yok.

Selman DEVECİOĞLU