Eşref ARMAĞAN
Ülkemizin ve dünyanın tek görme engelli ressamı olan Eşref ARMAĞAN, 1953 yılında, İstanbul’un Fatih ilçesinde doğuştan görme engelli olarak dünyaya gelmiştir.
Gün batımını, baharda yeşeren, çiçek açan tabiatı ve ondaki renkleri hiçbir zaman görememiş ise de,   Tuttuğunu koparan, mücadeleci ve yılmayan  kişiliği ona, duygularını dile getirebilmek için ses, bir anlamda da görmek için göz kazandırmıştır.
Eşref Armağan,  çocukluğunda ve yetişkinlik döneminde herhangi bir kuruluşta  eğitim görmemiştir.  Bu yüzden, vaktinin bir kısmını,  babasının iş yerindeki baca borularını keserek, ona  yardım etmek,  diğer zamanlarını da resim çizmekle değerlendiriyordu.
Resme ilgisi altı – yedi yaşlarında başladı. Eline sivri uçlu bir şey geçirdiği zaman, hemen masanın üzerine şekiller çiziyordu. Sonunda babası ona çizim yapması için düz bir tahta getirdi.
Bu arada arkadaşlarının da yardımı ile, bir torbaya doldurduğu plastik harflerle, görenlere ait alfabeyi kullanarak okumayı ve yazmayı öğrendi.
Resme olan ilgisi arttıkça, çevresindeki objeleri elleriyle dokunarak,  ayrıntılı şekilde  tanımaya çalışıyordu.
Babası ve arkadaşlarının çiviyle kartona kabartma olarak çizdikleri resimleri parmak uçları ile inceliyor ve sürekli sorular soruyordu:
Babası onun sorularını hiç bıkmadan, sabırla cevaplandırıyordu. Mesela:
“Bu bir karpuz oğlum. Karpuz yuvarlaktır, kabuğu yeşil, içi kırmızıdır, kırmızı ve yeşilin arasında ince bir beyaz çizgi var, ortasına doğru da siyah çekirdekleri vardır” şeklindeki detaylı açıklamaları ile adeta  ona rehberlik ediyordu.
Eşref Armağan,bir şekli  on parmağı ile hissettiği durumda  onu beyninde canlandırabiliyordu ama, şekil iki elinin alamayacağı büyüklükte ise anlamakta zorlanıyordu.
Renkleri ve şekilleri öğrenmesi onaltı, onyedi yaşlarına dek sürdü.
Kuru boyalarını belli bir sıraya diziyor ve yerleri değiştirilmez ise, yaptığı sıralamaya göre  alıp, boyayabiliyordu.
Eşref Armağan, resim yapmadığı zamanlarda, babasının küçük sobacı dükkanının bir köşesinde rengarenk uçurtmalar yapıp, mahallenin çocuklarına satıyordu.
Uçurtmaları öylesine güzel ve kusursuzdu ki, tüm çocuklar onun yaptığı uçurtmaları istiyorlardı. Hatta bazen bir günde 300 uçurtma yaptığı oluyordu.
Eşref 25 yaşına geldiğinde, ailesi onun evlenmesine karar verdi. Ancak, Armağan oldukça tedirgindi.
“Beni evlendiriyorsunuz ama, ailemin geçimini nasıl sağlayacağım ? Sizler sonsuza dek benim yanımda olmayacaksınız .” Sonra kendi kendisine konuşurcasına devam etti “ Uçurtmalar yaparak ailemi geçindiremem ki...”
Babası sevgiyle tuttu oğlunun elini:
“Oğlum” dedi. “Kim ne derse desin asla resim yapmaktan vazgeçme, başka bir şey de düşünme.”
Eşref Armağan, bir süre sonra annesini, ardından da babasını kaybedince, ailesinin geçimini sağlamak için bir fabrikanın paketleme bölümünde çalışmaya başladı. Fabrikanın paydos saatlerinde ise kabartma resimler yapmaya devam ediyordu.
Artık fırça yerine parmaklarını kullanarak akril boyalarla tuval üzerine resimler yapmaya başlamıştı.
Işık ve gölge olayını da tanıştığı bir resim öğretmeninden öğrendi. Bir kalem dik olarak tutulduğunda, ışık sol taraftan geliyorsa, kalemin sol tarafı ayni rengin açığı, sağ tarafı ise ayni rengin koyusu oluyordu.
Yuvarlak bir elmayı, ışık ve gölgeyi vurgulayarak daha iyi çizebileceğini öğrendi.
Sonrası hızla gelişti. Önce TRT'den eve gelip çekim yaptılar, ardından İstanbul Kadıköy’deki  Türkiye Görmezleri Eğitim ve Himaye  Derneği’nde  ilk sergisini açtı.
Sergiyi gezenlerin söyledikleri sözler, Eşref Armağan'ın kendisine olan güvenini artırdı:
“Bu inanılmaz bir şey” diyorlardı şaşkınlıkla. “Biz gördüğümüz halde bu resimleri yapamayız.”
Ankara'da, önceleri Keçiören'de bulunan, Körler Rehabilitasyon merkezinde düzenlenen, Brail alfabesi, baston eğitimi, ütü yapmak, dikiş dikmek gibi, görmezlerin günlük hayatını kolaylaştırmaya yönelik altı aylık kurslara devam etti. Kurs aracılığı ile tanıştığı yetkililerin desteği ile Hollanda Bedensel Engelliler Derneği'nin sponsorluğunda, ilk yurtdışı sergisini Amsterdam'da açtı.
Çek Cumhuriyetinde düzenlenen Uluslararası Görmezler Festivali için Türkiye'den de görme engelli bir sanatçı davet edildiğinde, ilk akla gelen isim tabi ki Eşref Armağan olmuştu.
Bu davet, Eşref Armağan'ın sanat hayatında çok önemli bir yeri olan menejeri Joan Eröncel ile tanışmasına da vesile  oldu. Eşref Armağan'a Çek Cumhuriyeti'nden gelen daveti iletme görevini de Joan üstlenmişti.
Küçükçekmece Belediyesi yalnızca bir kişilik  uçak biletini karşılamayı kabul edince, Joan Önce, Eşref Armağan’ı tek başına uçağa bindirdi. Ama ertesi gün bir dergiye  Eşref Armağan ile röportaj yapmak üzere uçak parası bulduğunda , hemen Prag'a gitti ve Eşref Armağan'ı yalnız bırakmadı.
Eşref Armağan Joan Eröncel'in kendisi için taşıdığı  önemi vurgulamak üzere:
“Benim yaşamım iki dönemden oluşuyor: Joan'dan önce ve Joan'dan sonra” diyor.
Joan Eröncel yıllardan beri  Eşref Armağan'ın menejerliğini yapıyor. Birlikte Amerika, Çin, Kıbrıs, İtalya dahil olmak üzere, bir çok ülkede 50'nin üzerinde sergi açtılar.
Bu sergiler yoluyla dünya çapında üne kavuşan Eşref Armağan'ın doğuştan görme engelli olmasına rağmen, pek çok canlıyı ve nesneleri tabiattaki hallerine benzer biçimde çizmesi ve resimlerindeki gerçeklik bilim adamlarının da dikkatini çekti. Armağan'ın beyin gelişimi, Harvard Üniversitesi'nde görevli Beyin uzmanı Prof. Dr. Alvaro Pascual-Leone tarafından beyin MR'ı çekilerek incelendi. Buna göre, Armağan’ın beynini bir gören gibi kullandığı ve görme engellilerin de bir görüntü hafızasına sahip olabilecekleri üzerinde durulmaktadır. Armağan bu konuda:
"Bunca yıldır yaptığım sanata 'gözü görüyor, başkası yapıyor' diyorlardı. Beynimin ve göz optiğimin incelenmesiyle bunu çürütmek istiyorum" dedi.
Öte yandan yaptıklarının resim değeri taşıyıp taşımadığı hususunda tereddüt duyanlar için de Eşref ARMAĞAN’ın şu izahına yer vermeden geçmeyelim. Armağan, önce yapacağı resme ait şekillerin kabartmalarını parmaklarıyla incelediğini;boyut , perspektif, gölge ve renk gibi resme ait  temel öğeleri etrafındaki insanlara sorarak öğrendiğini belirtiyor .
Eşref Armağan elde etmiş olduğu bu başarıları ile “Real Super Human” belgeseli ve “The Colors of Darkness ” isimli ödüllü belgesele konuk olmuştur.
Hayatının bundan sonrasını şimdi gelin kendisinden dinleyelim. 29.04.2014 tarihinde Gazete Bilkent'de Zeynep Sağır ile yaptığı söyleşide :
"Bir gün Çek Cumhuriyeti’nden bir davet geldi. Yalnız gidemezdim. Eskiden görmeyen insanlara yardım eden şu anki menajerimle gittik. Kendisi İTÜ’de Uluslararası Program Koordinatörü aynı zamanda Tarih profesörüydü ve ders veriyordu. Kitap çevirmeleri yapıyordu.  Beni tanıtan o oldu. Amerika, Çin, İtalya gibi birçok yere gittik. Çeşitli sergiler açtık.

Türkiye’de bazı insanlar bu adam nasıl resim yapıyor diye bana inanmayabiliyorlardı ve bunu kanıtlamam lazımdı “Discovery Channel”a konu oldum, belgeselimi yaptılar. Beni Harvard Üniversitesi duymuş. Oradaki nöroloji bilim dalındaki profesörler beynimi incelemek istediler. Önce korktum ama sonradan bunun elimde güzel bir kanıt olacağını düşündüm. Beynime bakarken elime bir takım cisimler verip aynısını on sekiz saniyede incelettirip hemen çizmemi istediler. Hiç birinde şaşırmadım. Şok oldular, sonucu bir sene sonra çıkarabildiler. Gören insanlar bir şeye baktığı zaman görsel alanda bir hareketlenme olurmuş, ben elimde bir şey incelediğim zaman ya da resim çizdiğim zaman görenlerin kullandığı yeri ışıklandırıp hareketlendirmişim. Parmak uçlarım göz görevini yapıyormuş. Tabuları yıktım!

Dr. John M. Kennedy vardı, görmeyen insanlar üzerine araştırmalar yapan uzman. Bir gün New York’da karşılaştık. Kırk beş dakika boyunca üzerimde denemeler yaptı, resimler çizdirdi. Hiç birinde aldanmadım. Çok şaşırdı, “Otuz senedir görmeyen insanlar üzerine çalışıyorum ama dünyada böyle bir insan olacaktı ve karşıma gelecekti diye bir inancım vardı şuanda karşımda!” dedi. Bütün görmeyen ressamları biliyor kendisi ama ben dünyada bir ilkmişim. Discovery Channel orada çekim yapmak üzere beni İtalya’ya götürdü.  Floransa Meydanı’na götürdüler. Hiçbir şey söylemediler. Meydana masa sandalye koydular. Felipo Brunoleci’nin imzasını taşıdığı vaftizhanenin küçük bir maketini getirdiler. Onu ellediğim zaman bana yukardan ve önden resmini çizmemi istedi. Çizdiğim sırada sessizlik oluştu, başarısız olduğumu düşünüyordum. Bitirdiğimde herkes bravo diye alkışlamaya başladı. 600 sene sonra görmez olarak ilk defa üç kaçışlı perspektifi çizen ben olmuşum. Bu başarım sayesinde tarihe geçtim." diyordu.

Halen Kendisi gibi görme engelli olan eşi Nilüfer hanımla mutlu bir hayat süren Eşref Armağan'ın en büyük ideali  ise, aynı kaderi paylaştığı diğer görme  engelli kişilere resim yapmayı öğretebilmek. “Ben yapabiliyorsam, diğer görme engelliler de yapabilirler” diyen Doğuştan görme engelli ünlü  ressamın görenlere tavsiyesi de şu:

“Yaşadığınız dünyayı gerçek anlamda tanımak ve görmek istiyorsanız, gözlerinizi kapatın ve elinize aldığınız çiçeği tanımaya çalışın. Burnunuzla koklayın, parmaklarınızla tüm yaprakları birer birer duyumsayın. Hatta bırakın, dikenleri elinize batsın,canınızı acıtsın. İşte yaşamak budur, görmek budur.”
Görme engelliler olarak, şükranlarımızla, ailece, sağlıklı, mutlu, başarılı uzun bir ömür diliyoruz.