"Yılmayan Engelliler Yazı Dizisi" konu başlığı altında, bugünden başlamak üzere, hayat hikayeleri ve başarıları bizlere rehberlik etmesi gereken, ebediyete intikal etmiş olan yılmayan engellileri anacak ve her hafta onlardan birinin hayat hikayesini sizlerle paylaşacağız.
Kaderdaşım ve meslektaşım Rahmetli Doğan Nurluyol'un eliyle hazırlanan ve 25 yıl önce TGRT Fm'de "Yılmayanlar" adlı programda bir köşe olarak yayınlanan bu dizinin, birçok genç tarafından bilinmediğini, yine birçoğumuz tarafından da programın takip edilmemiş olduğunu dikkate alarak, engelliler olarak hayatımıza ve engellilik mücadelemize rehber edinmemiz gereken yılmayan engellilerin hayat hikayelerini ve başarı öykülerini sizlerle paylaşmaya karar verdim. Bizler öğrenci yada öğretmen olduğumuz okullarımızda, görev yaptığımız kurumlarda, velhasılı bulunduğumuz tüm ortamlarda engellileri temsil etme sorumluluğunu taşımakta olduğumuzu unutmamak ve bu bilinçle hareket etmek mecburiyetindeyiz. Gelecekte engellilere tüm kapıların açık olabilmesinin yolunun buradan geçtiğini hatırımızdan çıkarmayalım. Çoğunluğu ebediyete intikal etmiş olan Yılmayan Engellileri rahmet ve minnetle anarak, ilk engelli hayat hikayemizi sizlere sunuyorum:
Abdullah İbni Ümmü Mektûm
Engelsizleşen ve yılmayan ilk portremiz asrı saadet döneminde, hazreti Muhammed ileaynı (SAV) zaman diliminde yaşamış olan görme engelli bir sahabi ve Cennetle Müjdelenen İlk Görme Engelli İnsan
Abdullah İbni Ümmi Mektum, Peygamberimizin (SAV) ilk eşi Hz. Hatice vâlidemizin dayısı Kays İbni Zâide’nin oğludur. Annesinin adı Âtike bint-i Abdullah’dı. Kendisi annesine nispetle Ümmü Mektum’un oğlu anlamında İbni Ümmü Mektum ismiyle meşhur olmuştur.
Çocukken gözlerini kaybetmiş olduğunu şu mukaddes sohbetten öğrenmekteyiz:
Hz. Enes’ib rivayet ettiğine göre, bir defasında Hz. Cebrail, Peygamberimizin huzuruna geldiğinde İbni Ümmü Mektum da orada bulunmaktaydı. Cebrail, “Gözünü ne zaman kaybettin ?” diye sorunca o da “Çocukken”demesi üzerineCebrail aleyhisselam kendisine şu müjdeyi vermiştir: “Allah, buyuruyor ki:
‘Ben bir kulumun gözünü aldığım zaman ona Cenneti mükâfat olarak veririm’.
Bu Hadis-i Kudsi sâyesinde Abdullah İbni Ümmü Mektum, dünyada iken Cennet müjdesini almış oluyordu.
Bir Kuran aşığı olan Abdullah, Peygamberimizin huzurunda bulunmak, onun manevî atmosferinden istifade etmek ve ondan Kuran âyetlerini öğrenmek için, sık sık Resulullah’ın yanına giderdi.
Bir gün Abdullah, yine aynı arzu ve niyetlerle Peygamberimizin huzuruna gelir. Bu esnada da Resulullah, içlerinden birkaçı imana gelir ümidiyle Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerine canla başla İslâm’ı anlatmaktaydı.
Abdullah, meclise gelerek Peygamberimize hitaben, “Yâ Resulullah, bana Kuran okut. Allah’ın sana öğrettiğinden bana da öğret” dedi.
Resulullah, onların üzerinde daha fazla durma gereği duyduğundan, o anda Abdullah’la yeterince ilgilenemedi. Abdullah, belki de mecliste bulunanları göremediğinden ve Resulullah’tan cevap alamayınca, arzusunu birkaç defa tekrar etti. Resulullah, ona aldırmayıp yüzünü buruşturup döndü, sözünün kesilmesini istemedi ve misafirlerle sohbete devam etti.
Fakat çok sürmedi, tam sözünü bitirip kalkacağı sırada ilâhî ikaz olarak (Abese) suresinin 1-ila 10-uncu ayetleri geldi:
“Yanına âmâ geldi diye yüzünü ekşitip döndün. Nerden bileceksin, belki de o günahlarından arınacaktı. Yahut o öğüt alacak ve o öğüt kendisine fayda verecekti. Öğüte ihtiyaç duymayan kimseye gelince sen ona yöneliyorsun. Onun inkâr ve isyan pisliği içinde kalmasından sen mesul değilsin. Sana koşarak gelen ve Allah’tan korkan kimseyi ise ihmal ediyorsun. Sakın ! O Kuran bir öğüttür” (Abese Sûresi; 1:10).
Bu hadiseden sonra Resulullah, Abdullah’a daha çok iltifat ve ikramda bulunmuştur. Ne zaman onu görse, hem espri olmak üzere, hem de o hadiseyi hatırlatmak babında “Ey Rabbimin beni ikazına sebep olan kardeşim, merhaba” diye onun gönlünü alırdı.
Abdullah, ilk Müslümanlardan olduğu gibi, ilk muhacirlerden, yani Mekke’den Medine’ye göç edenmüslümanlardan olma şerefine de nail olmuştu. Peygamberimizden önce, Medine’ye Musabbin-Umeyr ile ilk hicret edenlerdendi.
Peygamberimizden Kuran âyetlerini ezberleyen ve bu şekilde hafız olan Abdullah, Musab ile birlikte Medineli Müslümanlara Kuran öğretmiştir. Abdullah ibni ümmümektum, sahabinin güzel sesli ve kuran’ı kıraatle en iyi okuyanlarındandı. Görme engelli olmasına rağmen, Hz. Peygamber onu Bilal ve Ebû Mahzûre ile birlikte Mescid-i Nebevî’de müezzinlikle görevlendirmiştir. Hz Bilal olmadığı zaman Eb’u Mahzûre, o da bulunmadığı zaman Abdullah ezan okurdu. Ramazan aylarında ise sahurun bittiğini ilan etmek için ayrıca ezan okurdu Abdullah. Bunun için Resulullah müminlere “Bilal ezanı gece okuyor, İbni Ümmü Mektum ezan okuyuncaya kadar yiyip içiniz” buyurmuştur.
İbni Ümmü Mektum, imanı kuvvetli ve dinî emirlere harfiyen uymayı seven bir sahabe idi. Evi, mescid-i şerife uzak olduğu hâlde ve kendisine, namazını evinde kılabileceğine dâir ruhsat verilmesine rağmen o, her namaz vakti Peygamberimizle ve cemaatle namaz kılmaya itina gösterirdi. Çok zaman Hz. Ömer ona rehberlik eder, gidip gelirken yardımcı olurdu.
İbni Ümmü Mektum, hafız-ı Kuran idi. Medine‘ye geldikten sonra Ensarın (Medinelilerin) bir çoğuna Kuran-ı Kerim kıraatini öğretmeye başlamıştı. Bu arada sohbetlerinde bulunduğundan dolayı Resulullah’tan duymuş olduğu hadis-i şerifleri de unutmamaya çalışırdı. Zaman zaman etrafına toplanan kimselere hadis-i şerif rivayeti yapardı. İlahî emirler karşısında fevkalade duyarlı olan Abdullah, özürlü Müslümanlar için örnek bir şahsiyetti. Meselâ, cihadın ve mücâhitlerin fazîleti ile ilgili âyetler indirildiğinde, sanki bu âyetlerin kendisini muhatap kıldığı inancı ve bu ağır sorumluluğu yerine getirememe kaygısı ile bir gün Peygamberimize, göz yaşları ile gelerek:
“Ya Resulullah; Vallahi, cihat etmeye imkânım-gücüm olsa, ederdim”,
diyerek Cenabı Hakka yönelmiş ve
“Ya Rab; Özrümü beyân eden âyet indir ! Özrümü beyân eden âyet indir !” diye dua etmiştir.
Peygamberimizin kâtibi, Zeyd İbni Sâbit bu hadiseyi şu şekilde rivayet etmektedir:
“İbni Ümmi Mektum, Resulullah (s.a.v.) bana vahyi yazdırırken gelmiş ve bu sözleri söylemişti. Bu sırada Resulullah‘ın dizinin bir kısmı dizimin üzerine geliyordu. Birden dizi ağırlaşmaya başladı. Vahiy başlamıştı. Dizim ezilecekti zannettim. Biraz sonra hafifledi. Bana dönerek: “Zeyd, yazdığını oku !” buyurdu. Okudum:
“Müminlerin savaşa katılmayıp oturanlarla, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihat edenler bir değildir”.
Resulullah ilâve etti ve yazmamı söyledi:
“Özürlü olanlar hariç"
Bu âyet-i kerîmeyle, özrü olan insanların fiilî cihada, yani savaşa ve sıcak çatışmalara katılmaları şart görünmediği hâlde, Abdullah İbni Ümmi Mektum, birkaç savaşa katılmış ve sancak dahi taşımıştır. “Sancağı bana verin. Çünkü ben a’mayım, kaçamam. Beni düşman safları ile aranıza dikin” derdi. Savaşlarda münadilik yaparak, askerleri teşci eder, onlara cesaret verir ve düşmana korku salardı.
Ancak, Resulullah döneminde Abdullah her sefere katılamazdı. Günümüzde, ” görmeyen hangi işleri yapar, yönetici olabilir mi” gibi tartışmalar yapıla dursun Resulullah, onu Medine’de vekil bırakarak, imamlığı ona veriyordu. İslâm Peygamberi ona, toplam on üç kez Medine’de kaymakamlık vermiştir.
İslâm’da engellilerle ilgili çeşitli hükümlerin tezahürü, Abdullah Bin Ümmi Mektum’un şahsında tecelli etmiştir. Engellilerin vekil bırakılmaları, imamlık yapmaları, talepleri hâlinde savaşa iştirak etmeleri, farz namazlara katılmaları, çeşitli tehlikelerden korunmak amacıyla köpek beslemeleri gibi konular onun vesilesiyle açıklık kazanmıştır.
Resulullah, engellileri kendileri için zor olan işlerden muaf tutmakla beraber onları, okumaya, meslek öğrenmeye, ticaret yapmaya ve çalışmaya yönlendirmiştir. Kuran-ı kerim’de de Engellilerin, durumlarına göre bütün alanlarda aktif olmaları yönünde kolaylaştırıcı hükümler getirilmiştir. Buna paralel olarak zaten Kuran-ı Kerim’de, sorumluluğun kişinin gücü ile orantılı olduğunu, kişilere güçlerinin üstünde sorumluluk yüklenmeyeceğini ifade eden genel hükümlü âyetler (Bakara,286; En’am, 152; A’raf,42) yanında, engellilerin mazeretleri sebebiyle bir kısım yükümlülüklerden muaf tutulacaklarını konu edinen özel hükümlü âyetler (Fetih,17; Nur,61) de mevcuttur.
Ümmü Mektum, Veda haccına iştirak etmiştir. Veda hutbesi okunurken, hutbenin duyulması için yüksek sesle hutbeyi o tekrarlamıştır.
Hz. Ebu Bekir devrinde İbni Ümmü Mektum’a müezzinlik dışında pek çok görev verilmiştir.
Cihat ruhunu ve arzusunu içinde sürekli hisseden, hatta, adeta yaşayan bir sahabe olan Abdullah, Hicrî 14. senesinde (Miladî 636), Hz. Ömer’in halifeliği döneminde o zamanın iki dev imparatorluğundan biri olan Pers İmparatorluğu’na karşı cihat etmek için yollara düşmüştü. Sa’d İbni Vakkâs’ın komutanlığı altında toplanan İslâm ordusu, Kâdisiye meydanına vardığında, İslâm bayrağını, zırhını giymiş olarak Abdullah İbni Ümmi Mektum taşımaktaydı. İbni Ümmü Mektum, Kâdisiye meydan muharebesinde, sancak elinde, yüksek bir tepeye çıkmış olduğu hâlde etrafa bağırıp çağırarak, İranlıların maneviyatını bozmaya uğraşmakla meşgul idi.
Üç gün kıran kırana süren bu savaşta, Pers İmparatorluğu, fillerle ve modern teçhizatla donatılmış ve sayıca üstün olmasına rağmen mağlup edilebilmişti. Ancak, İslâm ordusu, savaşa katılan mücâhitlerinin yaklaşık olarak beşte birini şehit vermişti.
Şehitlerin arasında, İslâm sancağını kucaklamış olarak yerde kanlar içinde yatan, canını bu uğurda veren bir kimse daha vardı: Körlerin efendisi, ilk şehit âmâ: Hz. Abdullah İbni Mektum.Allahüteala’nın bizleri de ,Abdullah ibni ümmümektum hazretleriyle aynı mekanda buluşturması niyazımızla, O'nun ve Allah yolunda şehit olan cümle mü'minlerin ruhlarınaAllah rızası için El Fatiha
Haftaya bir başka yılmayan engelliyi anacak, hayat hikayesini anlatacağız.
Allah'a emanet olun.