Dâne-i bârândegüldüryeryüzine dökülen,

Derd ile göklerde olmışdur bulutlar eşkbâr.

Hayreti

Yeryüzüne dökülen yağmur tanesi değildir. Bulutlar, dert ile yağmur gibi gözyaşlarını yağdırmaktadır.

Karlar toprağa bu sene geç düştü, yağmura hasret kalmıştık. Kış mevsimi meydana gelen yüksek sıcaklıklar beni hüzünlendiriyordu. Penceremi açıp, gecenin bir vakti, hüzünle dua ediyor, camilerde rahmetin yere düşmesi için  yapılan dualara göz yaşlarıyla amin diyordum. Nihayet dualarımız kabul olmuş, yaşadığım şehirde topraklar hasretini çektiği suya kavuşmuştu.

İşte öyle yağmurun bardaktan boşalırcasına yağdığı bir günde pek heyecanlıydım. Her ne hikmetse bu havaları seviyordum. Rabbimin yarattığı her şey bana güzel geliyordu lakin rahmet dolu bulutları hissederek özümseyince daha bir hoş olurdum. Damlaların, birer şeffaf inci gibi üzerime düşmesini ve azalacak yerde gittikçe şiddetini artırması ne kadar keyif veriyordu, anlatamam. Gözüm görmüyor, yağmur yüklü bulutları göremiyorum, pamuk gibi yeryüzüne düşen birbirine asla benzemediği söylenen karlara ten gözüyle bakmadım. Ama inandım. Rahmeti sonsuz Yaratıcımızın büyüklüğüne ömrümün her dakikasında şahit oldum.

Beyaz bastonumun çıkardığı tıktık sesleri arasında yollara düşüyordum. Görmeengelliler bir elinde baston diğer eline şemsiye alamıyor. Ben yürürken çok zorlanıyorum fakat bu negüzel bir zorluk diyerek ıslanaraktan seyrek adımlarla yürümeye devam ediyorum.
Doya doya gözlemliyorum, yağmur ile toprağın hasretle kucaklaşmasını. Düşen her damla, önce zerrelere ayrılıyor, sonra küçük derecikler, kısa şelâleler oluşturarak akıp Kızılırmak’ın sularına karışıyordu. Hızlı adımlar atmak istemiyordum. Bir yandan yürüyor, biryandan hayallere dalıyordum. Yağmurla ilgili çok sevdiğim kıssaları hatırıma getiriyor, tefekküre dalıyordum.

Musaaleyhisselam zamanında bir kuraklık olmuş, uzun zaman yağmur yağmamış. Hazret-i Musa ümmetini toplayıp ne kadar dua ettiyse de Cenab-ı Hakk yağmur vermemiş.Hazret-i Musa bu işe şaşırmış ve Cenab-ı Hakk’a bunun hikmetini sormuş. Cenab-ı Hak buyurmuş ki:

“Benim kullarım arasında bir kulum var, o hiç yağmur duasına gelmedi, ben de bunun için yağmur vermedim. Eğer duaya o da gelirse yağmur veririm.”

Hazret-i Musa daha da şaşırmış ve Cenab-ı Hakk’a o kulun kim olduğunu sormuş.

Öğrenince hemen gidip o adamı bulmuş. “Sen neden yağmur duasına gelmedin. Allah seni çağırıyor, sen gelmezsen yağmur vermeyecek” diye çıkışmış.

Adam “Gelmem” demiş.

Hazret-i Musa ne kadar ısrar ettiyse, adam hep aynı cevabı vermiş.

Hazret-i Musa“Peki neden?” diye sebebini sorunca adam, “Ben Allah’a dargınım, ne kadar ısrar edersen et gelmem” demesin mi!?…

Hazret-i Musa iyice celallenmiş ve adamlarına adamı yaka paça tutup götürmelerini söylemiş.

Bu şekilde duanın yapılacağı yere doğru giderlerken adam, “Ya Rabbi görüyorsun ya, ben gelmiyorum, bunlar beni zorla götürüyorlar” diyormuş.

Dua edilen yere geldiklerinde birden yağmur boşanmış, Hazret-i Musa da bu işe şaşırmış kalmış.

Tur’a çıkınca Cenab-ı Hakk’a bu meseleyi sormuş.

“Ya Rabbi, aranızdaki bu hâl nedir? Bir kul sana nasıl darılabilir?” deyince

Cenab-ı Hak buyurmuş ki:

“O beni çok seven kullarımdandır. Benden olmayacak bir istekte bulundu. “Kimseyi cehenneme koyma” diye dua etti. Ben, onun bu isteğini kabul etmediğim için bana darıldı.”

Bu kıssaya Muzaffer Ozak Hocamızın kitaplarında rastlamıştım.

Bir zamanlar İsrailoğulları, büyük bir kıtlıkla karşılaşmıştı. Uzun zamandan beri bir tek damla bile yağmur düşmemiş, yapraklar sararmış ve toprak susuzluktan yer yer çatlamıştı. Bunun üzerine bir gün Hz. Musa (a.s.) kendine inananları alıp yağmur duasına çıkmıştı. Tam üç gün yağmur yağması için başta Hz. Musa (a.s.) olmak üzere, bütün müminler Allah’a dua etmişler ve niyazda bulunmuşlar. Fakat bir türlü yağmur yağmamış.

Bu durumda Hz. Musa (a.s.) merak ederek düşünmeye başlamış. Yüce Allah (c.c.) bizim dualarımızı acaba niçin kabul buyurmuyor, yoksa büyük bir günah mı işledik? Şeklinde düşünürken Allah’a şöyle yalvarmış:

-“İlâhi! Senin kulların üç günden beri sana el açıp diz çökerek dua ediyorlar! Sen ise onların bu samimi ve içten yalvarışlarını onların duasını kabul buyurmuyorsun.”

Hazreti Musa‘nın bu içten seslenişi karşısında yüce Allah (c.c.) kendisine vahyederek şöyle buyurmuş:

-“Ey Musa! Ben içinde ara bozmak için söz taşıyıcılık eden bir insanın bulunduğu bir cemaatin duasını kabul etmem.”

Böylece Hz. Musa, üç günden beri yapılan dua ve niyazların kabul edilmeyişinin gerçek sebebini öğrenmiş. Fakat bu kim olabilirdi? Bunu öğrenmek için Allah’a şöyle niyazda bulunmuş:

-“Ya Rab! Yaptığımız duaların kabul edilmemesine sebep olan ve içimizde bulunan söz taşıyıcı kimdir? Onu bize bildir ki, hemen kendisini aramızdan çıkaralım ve sana tertemiz müminler olarak niyazda bulunalım” deyince, yüce Allah (c.c.) şöyle karşılıkta bulunmuş:

-“Ben sizi söz taşıyıcılıktan men ediyorum, bundan kaçınmanızı istiyorum, böyleyken ben nasıl olur da onu size haber vermek suretiyle söz taşıyıcı durumuna düşmüş olabilirim? Bunu yapmam. Ancak siz hepiniz birden tövbe ediniz ve bundan sonra bana yalvarınız.”

Daha sonra Hz. Musa (a.s.) ve kavmi aynı şekilde yapınca gökten bardaktan dökülürcesine yağmur yağmaya başlamış. Hazreti Musa ve kavmi mutlu olmuş.

Her mevsim yağan yağmurlar bizlere de o mutluluğu yaşatmıyormu?

Nisan yağmurları yağmaya başlayacak. Çocukluğumda annem, nisan yağmurlarını bir kapta toplar, dualar ederdi, bizimde bu yağmurlardan bereketlenmemizi isterdi. Çocukluğumuzda ki gönül saflığımız kaldı mı bilmiyorum ama Nisan ayı geldiğinde geçmiş zamana dönüyorum. Annemi hatırlıyorum. Dünyadaki, insanlar içindeki garipliğimi hissediyorum. Gece, karanlıkta yağan yağmurla birlikte evimin balkonunda sessizlikle baş başa kalıyorum. Sessizliğin sesini dinliyor, gözümü dört açıyorum.