Zeynep okuldan eve dönerken ufak tefek ihtiyaçlarını karşılamak için

            kırtasiyeye uğradı. Artan harçlığı ile de kardeşine resim kâğıdı ve

            boya kalemi aldı. Onu çok seviyordu.

            Ayşe bu hediye için ne kadar da mutlu olacak? Dönem ödevimi

            bitirdim, rahatladım, bugün ona biraz zaman ayırabilirim  gibi

            güzel düşünceler ve yüzünde tebessümle zile bastı.

            Kapıda annesi karşıladı Zeynep’i... Selam verdikten sonra elini yüzünü

            yıkayıp üzerini değiştirmek için odasına gitti. Dolabının kapağı

            açıktı. Bir hafta boyunca uğraşıp yaptığı dönem ödevi dağılmış,

            yırtılmış, bazıları uçak olup uçmuştu. Gördüğü bu manzara karşısında

            çılgına dönmüştü Zeynep. Hâlbuki kaç kere de söylemişti:

            -Ablacığım, burayı karıştırma!.. Lazım olan bir şeyi benden iste,

            veririm sana diye. Allah’tan Ayşe içeride uyuyordu da o sinirle ona

            bir şey yapmadı.

            Fakat çok kızgındı. Eve gelirken ne kadar da iyi niyetliydi

            kardeşine karşı. Ben onun istediği her şeyi alarak mutlu etmeye

            çalışıyorum, o bana ne yapıyor? Ne kadar da emek vermiştim, yarın

            teslim etmezsem zayıf alırım! diye kendi kendine söyleniyordu.

            Ödevi yeniden yapmaktan başka çaresi de yoktu. Hiç vakit kaybetmeden

            dosya kâğıtlarını alıp çok acıkmasına rağmen karnını bile doyurmadan

            dersinin başına oturdu. Öyle ya, yemek düşünecek zaman değildi, işi

            çoktu. Hararetli hararetli çalışırken Ayşe uyanmış, soluğu ablasının

            yanında almıştı.

            Aaa ablam gelmiş. Ne aldın ablam bana?

       Hiçbir şey almadım Ayşe, git başımdan, bu ödevin hesabını da sonra

            sorarım sana?

        Ya abla! Bir tane kâğıt, bir de kalem ver, resim yapacağım.

            Git diyorum sana, bir şey vermeyeceğim!

            -Vermek zorundasın!

            -Â bu ne pişkinlik; hem suçlu, hem güçlü, diye buna derler!

            Vermeyeceğim işte!

            -Anne! Ablam kâğıt vermiyor.

            Annesi devreye girdi:

            -Kızım, veriver, hadi ağlatma.

            -Anne, senin hatırına verirdim; ama çok sinirliyim. Yaptığı bu

            hatadan dolayı Ayşe’yi ödüllendiremem.

            Güzel güzel isteseydi her şeye rağmen annesinin hatırına verecekti.

            Ayşe’nin pişkin tavrı Zeynep’i daha çok öfkelendirmişti.

            Annesi akl-ı selim hatundu.

            -Ablan doğru söylüyor kızım; hem izinsiz dolabını karıştırdın, hem

            de ödevini yırttın. Bir de kâğıt istiyorsun!.. dedi.

            Ayşe ağlayarak odadan çıktı. Zeynep sabahlara kadar gözünü kırpmadan

            çalıştı. Uykusuz fakat ödevini bitirmenin huzuru ile okula gitti.

            Kardeşine karşı da kalbi yumuşamıştı. Eve geldiğinde Ayşe de

            hatasını anlayıp, “Özür dilerim ablacığım, bir daha izinsiz hiçbir

            şeyini almayacağım! deyince kardeşini affedip aldıklarını verdi.

            Fakat onunla ilgilenemeyecek kadar yorgundu.

            Bu hâdisede eminim birçoğunuz benim gibi Zeynep’e hak veriyorsunuz. 

            Ayşe, ablasının bütün iyi niyetini suistimal eden yaramaz çocuk!..

            Fakat nihayetinde çocuk

            Ya bizler Rabbimize karşı kulluk vazifelerimizi ifa ederken çoğu

            zaman Ayşe’den farkımız olmuyor. Eğer Ayşe, ablasının sözünü tutup

            dolabını karıştırmasaydı; hem azar işitmeyecekti, hem de biraz daha

            sabretseydi, bütün gününü ağlayarak geçirmeyecek, ablasıyla birlikte

            resim yapacaktı.   

            Rabbimiz de kullarına birtakım yasaklar koyuyor fakat bazen Ayşe

            gibi davranabiliyoruz. Mesela günaha yaklaşmayın buyuruyor. Mecbur

            kaldım istemeyerek oldu.

Zeynep’in Ayşe’ye söylediği gibi, “İsteseydin verirdim.” buyuruyor

            Rabbimiz... Mülkün esas sahibini unutup meşru olmayan yollardan bir

            şeylerin sahibi olmak için çırpınıp duruyoruz Cenab-ı Hakk’a havale

            edip hayırlısını istesek, en güzel şekilde arzumuza kavuşuruz.

             Ayşe’yi seven onunla ilgilenen bir ablası var. Fakat Ayşe, sözünü

            dinlemeyerek üzdü onu. Bizi seven, koruyan, gözeten bir Rabbimiz

            var, buna rağmen onun sözünü tutmayarak, yasakladığı şeylere tamah

            ediyoruz.

Hatırlarsanız Zeynep, Anne senin

            hatırına verirdim; ama kardeşim beni çok öfkelendirdi!.. demişti.

            Ayşe’nin mahcup bir tavrı olsaydı, ablası de ona göre yumuşayacaktı

            belki...

            Elimizdeki her şeyi kaybedince, Ben dua ettim, kabul olmadı!

            deyip isyan bayraklarını çekiyoruz. Ayşe de başı sıkışınca annesine

            ağladı ama fayda etmedi. Çünkü hem suçluydu, hem de pişmanlık

            duymadan ablasına Vereceksin! diyordu.

            Önce yasaklanan şeye koşuyor, sonra o suçu işleyen biz değilmiş

            gibi, “Allah’ım kurtar!” diyoruz. Sonra da tabiri caizse pişkin

            pişkin, Allah benim duamı kabul etmiyor!.. diyoruz.

            Zeynep, kardeşi uygun bir dil ve tavırla isteseydi, sırf annesinin

            hatırına ağlatmayacaktı onu...

            Duanın da bir edebi ve usulü var, dostlar... Hata da yapsak, günah

            da işlesek, hakiki bir tevbe ile Rabbimiz bizi de bağışlar. Önce

            kusurumuzu bilerek af dileyeceğiz. Allahtan başka dayanağımızın

            olmadığını unutmadan, âcizliğimizi itiraf ederek başta Peygamber

            Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- olmak üzere Rabbimizin

            sevdiği kulları hürmetine isteyerek... Duamızı acele etmeden,

            mahcubiyet içinde, hafif sesli, boynumuzu büküp ellerimizi açarak

            yapmalıyız. Sonra da Allah, benim dualarımı kabul etmiyor! demek

            yerine, neticeyi sabırla beklemeliyiz. Öyle ya, olanda hayır vardır.

            Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler!..

            Ayrıca herhangi bir arkadaşınızı sadece işiniz düştüğünüzde

            ararsanız, sizin hakkınızda ne düşünür? Muhtemelen yine “Ne

            isteyecek Allah bilir.” der. Hakiki kulluk, sadece sıkıntılı

            zamanlar da Cenab-ı Hakk’a iltica ederek olmaz. Her durumda Allah!

            diyenin sırtı yere gelmez. Edebiyle kulluk eden kişinin derdi olmaz.

            Aslında onlar da farklı şekillerde imtihan edilirler; fakat her

            işlerini Mevla’ya havale ettikleri için, hiçbir şeyi dert etmezler,

            Rabbimin rızasından gayrı

            Rabbimizden adabına uygun bir şekilde istediğimiz hâlde isteğimiz

            bir türlü gerçekleşmiyorsa, ya zamanı gelmemiştir ya da bizim için

            hayırlı bir şey değildir. Veyahut Rabbimiz, onu bu dünyada ihsan

            etmek yerine istediğimizden daha hayırlı ve ebedî olanını vermek

            için ahirete ertelemiştir. Mevlâ duaları kabul eder, en hayırlı

            vakitte ve fazlasıyla kuluna verir isteğini...

          Rabbim haddimizi aşmaktan muhafaza buyursun bizleri.