Çoğunluğu ebediyete intikal etmiş olan Yılmayan Engellileri rahmet ve minnetle anarak, ebediyete intikal etmiş olan, yılmayan bir başka engellinin hayat hikayesini daha  sizlere sunuyorum:

 Amr İbni Cemuh Uhud Muharebesine Sakat Olarak Katılan Şehit Sahabe Amr İbni Cemuh, İslam öncesi, Medine’nin ileri gelen, Celeme oğullarının efendilerinden biriydi. Dürüstlüğü ve cömertliği ile tanınmaktaydı. O Devirde, soylu kişilerin evlerinde put bulundurma âdeti vardı. Amr'ın putu da Menat idi. Onu kaliteli bir ağaçtan yapmıştı. Saygıda kusur etmez, ona en güzel kokuları sürerdi.

Mus'ab-bin- Umeyr’in Medine'ye, İslam’ı tebliğ etmek üzere  gelmesinden kısa bir zaman sonra insanların bir çoğu İslâm'a girdiler. O sırada altmış yaşını geçmiş olan Amr-ibni-cemuh’un oğulları Muavvez, Muaz, Hallad ve eşi Hind de ondan habersiz  Müslümanlığı kabul etmişlerdi. Medine halkı akın akın İslam’a girerken, aralarında Amr’ın da bulunduğu birkaç kişi puta tapmakta ısrar ediyor, bu durum, kocasını çok sevip sayan  amr’ın karısı Hint’i  üzüyordu. Öte yandan Amr da çocuklarının,  ata  dininden çıkıp Müslüman olmalarından korkuyordu. Karısına:

 "Hind, çocukları sakın şu Mus'ab'la görüştürme" dedi. Kadın: "Olur ama o adamın anlattıklarını oğlun Muaz'dan dinlemek ister misin?" dedi. O: "Vay be haberim yokken Muaz da mı dinden çıktı?" diye sordu. Hind: "Hayır, Mus'ab'ın toplantılarına katılıp söylediklerinden bazılarını öğrenmiş" cevabını verdi.

Amr: "Muaz'ı bana çağır" dedi. Muaz babasının huzuruna gelip ona Fatiha suresini okuyunca, aralarında şu konuşma geçti: “Bu söz ne kadar şahane, ne kadar güzel. Bütün sözleri böyle mi ?”

 “Hepsi birbirinden güzel babacığım! Hemen hemen halkın tamamı ona biat etti, Sen de onatabi olur musun? Diye sorunca, amr: “Menat'a danışmadıkça bir şey yapmam. O ne derse öyle yaparım”dedi. Bunun üzerine oğlu: “Babacığım Menat konuşmaz ki onun dili ve aklı yok. O sadece bir ağaç” dediyse de, amr: “Sana söyledim, ona danışmadan atalarımın dininden vazgeçmem”diyerek Müslüman olmayı o defa da kabul etmedi. Ve  ağaçtan yontma putun huzuruna geçip saygıyla fikrini sordu. Cevap alamayınca menatı  kızdırdığını zannederek,  bir kaç gün öfkesinin dinmesini beklemeye karar verdi. Bu esnada çocukları da, babalarını hak dine dahil etmenin yollarını aramağa başladılar.  Derken putu alıp Seleme oğullarının tuvalet çukurlarından birine attılar.

 Amr, buna çok hiddetlendi, ama putunu arayıp nihayetinde buldu. Temizleyip kokular sürdü ve aynı yerine koydu. Aynı durum günlerce tekrar etti. Son gün Amr, Menat'ın boynuna kılıcını astı ve: "Ey Menat! Bunları sana kimin yaptığını bilmiyorum. Eğer sen de hayır varsa işte kılıç kendini koru" dedi.

 Ancak aynı durum o gece de tekrarlanınca artık onu tuvalet çukurundan çıkarmadı ve: " sen Tanrı olsaydın bir tuvalet çukurunda olmazdın" diyerek  İslâm'a girdi.

Amr, İslâm'ı tanıdıkça cahiliyede geçen dakikaları için pişmanlık gözyaşları döküyordu. Artık o da iman ve İslâm'ın fedakâr bir hizmetçisi, davanın yılmayan bekçilerinden birisi  olmak istiyordu.

 Uhud savaşı için cihada çağrı yapıldığında ashab-ı kiramın hepsi, yaşlısı, genci savaşa katılmak için birbirleri ile yarış yapıyorlardı. Üç oğlu gibi Amr İbni Cemuh da cihat için hazırlanmaya başladı. Halbuki Amr, o anda çok yaşlı ve bir ayağı tamamen sakat idi. Bu yüzden çocukları onun özürlü olduğunu anlatıp cihada katılmamasını istediler.

 Amr, evlatlarına; "Evlatlarım! Beni de bu gazaya götürünüz!" diyor, oğulları da; "Babacığım! Ayağının engelli olması sebebiyle, Allah seni mazeretli saydı. Resulullah, senin sefere gitmene müsaade etmedi. Cihada çıkmakla mükellef değilsin. Senin yerine biz gidiyoruz!" diyerek babalarını iknaya çalışıyorlardı.

Fakat Amr, “Yazıklar olsun sizin gibi evlatlara! Bedir gazasında da böyle deyip, Cennet'i kazanmaktan beni alıkoymuştunuz. Bu seferden de mi mahrum edeceksiniz?.." dedi.

 Amr’ın silah kuşanıp İslâm ordusuna katılmak istemesi kimsenin aklından geçmiyordu. Akrabaları da, onu bu kararından vazgeçirmek istemişlerdi. “Şer’an mazursun, aslan gibi oğullarını peygamberle göndermişsin. Bir de senin gidip askerlere katılman gerekmez” dediler. O: “Çocuklarımın sonsuz mutluluk ve ebedî cenneti istedikleri gibi ben de aynısını istiyorum. Onlar gidip şahadet faziletine sahip olsunlar da ben evde sizinle beraber oturayım mı acaba? Böyle bir şey asla mümkün değil” diye diretti.

 Amr, bunların elinden kurtulmak ve kendisini engellemek isteyenleri şikayet etmek maksadıyla peygamberin huzuruna çıktı: "Ey Allah'ın Resulü, şu benim oğullarım ve akrabalarım topal olduğumu bahane ederek beni bu hayırlı işten alıkoymak istiyorlar. Evde hapis olmamı istiyorlar, Allah yolunda cihada iştirakimi istemiyorlar. Allah’a yemin ederim ki bu topal ayaklarımla cennete gitmek istiyorum.”

 Allah’ın Resulü, “Ey Amr, şer’i mazeretin var. Allah seni mazur kılmış, cihat sana vacip değil” dedi ise de, Amr, “Ey Resulullah! Bana vacip olmadığını biliyorum, ama yine de gitmek istiyorum. Vallahi ben topallığımla cennete girmek istiyorum" dedi.

 Burada, Amr İbni Cemuh’un, sakatlığı nedeniyle sorumlu tutulmadığı halde savaşa katılmaktaki kuvvetli arzusu ve bunu gerçekleştirmek üzere verdiği mücadele ile, günümüz engellilerinden, işe gelmeden maaş almak isteyenler ve yapabileceği şeyleri dahi yapmaktan kaçınanların mukayesesini yaparsak, toplumda var olan “engelliler bir şey yapamaz” şeklindeki ön yargının oluşmasında, engelli camiasındaki bu türden kimselerin önemli bir hissesi bulunduğunu görürüz. Camiamızın bu zararlı   düşünce ve tavırdan bir an önce tümüyle kurtulması dileğimizle portremizin hayat hikayesine dönelim: 

Resulullah oğullarına: "Ona engel olmayın. Herhalde Allah, ona şehitlik verecek" buyurdu.

 Ordunun hareket vakti gelince Amr, hiç dönmeyecekmiş gibi hanımına veda etti, sonra kıbleye yönelip şöyle dua etti: "Allah'ım! Bana şehitlik ver. Beni şehitliği kaybetmiş olarak aileme döndürme”.

 Bu sözleri karısı Hind de duymuştu.

 O zamana kadar ayağı sakat olduğu için, hiçbir savaşa katılamayan Amr, bu sefer âdeta koşarak katıldı Uhud muharebesine.

 Uhud’un seyredilecek sahnelerinden biri, Amr bin Cemuh’un meydandaki hareketiydi. Sakat ayağı ile kendini ordunun içerisine atıyor, feryat ediyordu: “Cenneti arzuluyorum!” Oğullarından birisi babasının arkasından hareket ediyordu. Uhud’da savaşın kızışıp, müşriklerin Resulullah’ı kuşattığı sırada o, tek ayağı üzerinde sıçrayarak cihada devam ediyordu. Oğlu Hallad'la beraber Resulullah’ı koruyan müminlerin ön safında yer almışlardı. Baba ile oğul o kadar savaştılar ki sonunda ikisi de şehit oldu.

Savaş bittikten sonra Medine kadınlarından bir çoğu, mücahitlerinin durumunu yakından öğrenebilmek için, şehir dışına çıkmıştı. Medine’ye ulaşan haberler de pek iç açıcı değildi. Peygamber’in hanımı Hz. Ayşe de şehirden biraz uzaklaşıp, Uhud’a katılanların akıbetleri hakkında bilgi sahibi olmak istiyordu.

Yolda Amr İbni Cemuh’un eşi Hind’i gördü. Hind, üç şehidi deveye bindirmiş, kendisi de devenin yularından tutmuş şehre doğru gidiyordu. Aralarında şöyle bir konuşma geçer:

 Hz. Ayşe: “Ne haber ?” Hint:

 “Elhamdülillah, Peygamber sağdır, O sağ olunca derdimiz olmaz”.

 Hz. Ayşe: “Bu cenazeler kimindir ?”

 Hind: “Bunlar kardeşimin, oğlumun, kocamın cenazeleridir”.

 Hz. Ayşe: “Nereye götürüyorsun ?”

 Hind: “Medine’ye defnetmek için götürüyorum”.

 Hind, bunları söyleyip devenin yularını Medine’ye doğru çekti. Fakat deve istemeyerek, zorla Hind’in peşi sıra gidiyordu. Nihayet deve yere yattı.

 Hz. Ayşe: “Hayvanın yükü ağırdır, çekemiyor!”

 Hind: “Hayır, bizim devemiz çok kuvvetlidir, normal olarak iki devenin yükünü çekebilir. Bunun başka bir sebebi olmalı”.

 Hind, deveyi yeniden harekete geçirdi. Deve, ikinci defa dizlerini kırıp yere yattı. Hind, devenin yönünü Uhud’a doğru çevirdiğinde hızlı bir şekilde hareket ettiğinin farkına vardı. Deve, çok dikkat çekici bir şekilde Medine’ye doğru gitmekten ziyâde Uhud tarafına gitmek istiyordu. Hind, bunda bir acayiplik hissetti ve bir sırrın olabileceğini düşündü. Bunun üzerine Medine’ye gitmekten vazgeçti ve  devenin yularını çekip, doğruca cenazelerin olduğu Uhud tarafına giderek, durumu Peygambere arz etti:

 Hind: “Ya Resulullah! Acayip bir olay var. Ben bu cenazeleri Medine’ye götürüp defnedeyim diye hayvanın üzerine bıraktım. Bu hayvanı Medine’ye doğru sürdüğümde bana itaat edip gitmiyor. Fakat Uhud tarafına gelince normal yürüyor. Acaba neden?”

 Hz. Muhammed: “ kocan Uhud’a doğru yola çıkınca bir şey söyledi mi?”

 Hind: Ya Resulullah! Yola çıktıktan sonra şu cümleyi duydum: “İlahi beni evime döndürme!”

 Hz. Muhammed: “Öyleyse sebep budur. Bu şehit kişinin duası kabul olmuştur. Allah, bu cenazenin geri dönmesini istemiyor. Siz ensarın arasında öyle kişiler var ki, eğer Allah’a dua edip yemin verirlerse duaları kabul olur. Senin kocan da onlardan birisidir”buyurdu.  Bunun üzerine, Resul-i Ekrem’in izniyle o üç cenaze de Uhud’a defnedildi. ve hazreti Muhammed, amr-ibni-cemuh’un karısı  Hind’e dönerek şu müjdeyi verdi: “Bu üç kişi, ahirette benim yanımda olacaklar.”

Allahüteala’nın  bizleri de o'nunla aynı mekanda buluşturması niyazımızla, O'nun ve Allah yolunda şehit olan cümle mü'minlerin ruhlarınaAllah rızası için El Fatiha