Dinlenmek, güç kazanabilmek, yorgunluğu giderebilmek için çalışmaya veya bir işe bir süre ara vermek, yine bazı yiyecek ve içeceklerin tadını artırmak, kolay pişmesini sağlama vb. sebeplerle bir süre bekletmek manasına gelmektedir. Türkçe soluklanmak, Arapça istirahat etmek, rahatlamak, teneffüs etmek, nefeslenmek şekli de insanlarımız tarafından sıklıkla kullanılır. Bu manasının dışında Türkçede başka bir şekilde de kullanılır ki, o da birisinin söylediği ve dediğinin dikkate alınması anlamındadır. İşe önce Yüce Yaradıcımızın ifadesiyle başlamak en doğru olandır. Biliyorum, bir ilahiyatçı değilim ancak sonuçta Müslümanım ve bu sebeple düşünce, fiil ve sözlerimi bir şekilde İslam ile Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerif ile ilişkilendirmek durumundayım. Şöyle bir baktım da meallere, dinlenme ile ilgili ayet-i kerimelerin manası özü itibariyle aynı olsa da farklı farklı açıklanmış. O sebeple Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yeni mealini esas aldım. Allahuteala yüce kitabında Furkan Suresi 47. ayette: “O, geceyi size bir örtü, uykuyu istirahat zamanı ve gündüzü de hareket ve çalışma vakti yapandır”, Neml Suresi 86. ayette: “Onlar görmüyorlar mı ki, biz geceyi içinde rahat etsinler diye, gündüzü de (her şeyi) gösterici (aydınlık) olarak yarattık. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için elbette (Allah varlığını gösteren) deliller vardır” demektedir.
Kur’an’ın hitabı insana olduğu için burada sözü edilenlerin sadece insan ile ilişkili olduğunu düşünmek doğru olmayacaktır. Dinlenme dediğimiz istirahat da yalnızca insana mahsus bir hâl değil, cümle mahlukata şamil bir vaziyettir. Sular, hava ve rüzgârlar, bulutlar ve yağmurlar, topraklar, taşlar, dağlar, ateş, ışık, bitkiler, hayvanlar, gözle göremediğimiz varlık ve cisimler bir müddet hareketli olup bir müddet de sükûn bulup dinlenmektedirler. Yaşadığımız mekâna ve zamana, yaptığımız işe ve karşılaştığımız duruma göre bu durumu tecrübemiz söz konusudur. Yaşımızın, aklımızın, bakış açımızın, dikkatimizin, bilgimizin, basiretimizin, ferasetimizin, niyetimizin bu hâli kavrama derecemize tesiri inkâr edilemez.
Biz öğretmenler yaz tatilindeyiz, fakat gerek yeni senenin planı, gerek, yazma, okuma ve tez hazırlama çabalarım kafamı epeyce meşgul etmişken, eşimin de işten izin almasıyla, Konya’ya oradan da İstanbul ilimizin şirin ilçesi Şile’ye gitme imkânımız oldu. Gittiğim memleketleri göremiyorum, mimari yapıları, tarihî eserlerin sütunlarını size aktaramıyorum. Fakat bir görmeengelli olarak seyahat yazısı yazmak istesem, insanlarını, şehrin havasını ve duyduğum huzuru anlatabilirim sizlere.
İlk durağımız Konya oldu, bir derneğin görmeengellilere yönelik tatil düzenlediğini duyduk. Kardeşime misafir olmuşken, hep beraber, İstanbul Şile’ye gidelim dedik. Otobüsle İstanbul oradanda Şile. Şile’nin benim için ayrı bir yeri var. Sivas’ımızdan ayrılan, Sivas ilimizde güzel hizmetleriyle anılan Mehmet Nebi Kaya Kaymakamımızın orada oluşu, kendisiyle görüşme imkânı elde edeceğime dair bende bir sevinç uyandırmıştı. Zira Sivas’tan ayrılırken Sayın Valimize,“Vedalar gözüyle sevenler içindir, gönlüyle sevenler için ayrılık olmaz.” diye yazmıştım. Fakat kendilerini aradığımda yerlerinde olmadıklarını öğrendim. Şile Belediye Başkanımız İlhan ocaklı ve Mehmet Nebi Kaymakamımızın Şile’nin gelişimi için gösterdikleri uyumu sosyal medyayı takip edenler tarafından açıkça belli oluyordu. Randevu için belediye başkanlığımızı aradım, telesekreter mesajının ardından dinletilen müzik Şile şehrini anlatan, “Şile sevdalar gelir dile” müziği telefon görüşmelerine ayrı bir hava katmıştı. İlk günümüz dinlenmekle geçti. Sivas’tan gelince her zamanki gibi denizel iklimlerin nemi bizlere sıkıntı yaşatıyordu. Şile gezdiğim diğer İstanbul ilçelerinden daha farklıydı. Bana İstanbul’un hangi semtinde yaşamak istersin diye sorsalar, Üsküdar, Fatih ve Şile listelerin başında yer alır. İstanbul’u çokkez ziyaret etmeme rağmen, Şile’nin sakinliği, insanlarının candan yaklaşımı, içimi ısıtıvermişti. İkinci gün denize gitmek istedik ancak talihsiz bir kaza yaşadım. Yürürken yere atılan bir vida yada cam kırığı, terliğimin içinden ayağıma batınca, kafileden ayrılmak zorunda kaldım. Şile Engelliler kampının revirinde hemşireler Tuba ve Tuğçe Hanımlar bizimle gayet iyi ilgilendiler, hastaneye sevkim yapılarak ayağıma üç dikiş atıldı. İkigün tekerlekli sandalye kullanmak zorunda kaldım.
Benim Engelim Senin Engelini Döver
Yürüyememek bana o kadar zor gelmişti ki, görmeengelli olduğuma tekrar şükrettim. Sivas’ta yürüme engelli olan Halil Geçkil abimi ve diğer yürüyemeyenleri düşündüm. Ya birde çift engelli olsaydım… O an aklıma bir hikâye geldi.
“Üç arkadaş; görme engelli, yürüme engelli ve sağır. Üçüde benim engelim seninkinden daha iyi diye aralarında tartışıyorlarmış. Sağır; “Benim gözüm görüyor, yürüyebiliyorum, ben ikinizden de daha iyi durumdayım” demiş. Yürüme engelli; benim gözüm görüyor, kulağım duyuyor, çok şükür benim engelim sizinkinden binkat güzel” diye yanıtlamış. Görmeengelli ise; ben hem yürüyorum, beyazbaston olunca hislerimle yolumu buluyorum hemde duyuyorum. İkinizdende üstün durumdayım” diyerek bir gülüş fırlatmış.
Gezi kafilesi bizden ayrı vapur turuna katılırken, ben odamda dinlenmeye çekilmiştim, daha sonraki gün ayağımın üzerine basar basmaz, âdeta yaramaz bir çocuk edasıyla Şile sahiline koştum. Sabah Şile’ye yağmur yağıyordu, öğleden sonra hava sakinleşmişti ama dalgalar Şile’yi âdeta dövüyor, bizim gibi denize girmek isteyenler, denizin hırçınlığına aldırmadan sahilde olmanın tadına varmayı arzuluyordu. Ertesi gün Ayasofya, Sultan Ahmet ve EyyüpSultan Hazretlerini ziyaret ettik. Nekadar görsem de, kokusunu içime çeksemde, insanın hiç ayrılmak istemediği mekânlar. Tekrar kavuşmuştum şükürler olsun.
Sivas’a dönüş günüm yaklaşmıştı, Konya kafilesi memleketlerine dönünce, Şile Kaymakamımız Mehmet Nebi Kaya’nın ve Şile Belediyemizin desteğiyle, ertesi sabah Söğütlüçeşme tren istasyonuna ulaşmıştım. Trenimizin hareketine dört saat vardı. Oturmaktan sıkılınca eşim ve kızımla birlikte yürüyerek, Kadıköy’e, oradan da Moda semtindeki Barış Manço’nun evine uğradık. Kızım Zeynep’e bizim çocukluk dönemimize damga vuran sanatçımızı tanıttık.
İstasyona dönünce, Ankara trenimiz de perona girmişti. Elveda İstanbul, elveda Şile dedik.
Seneye yine görüşmek dileğiyle diyerek Sivas’ımıza tekrar merhaba dedik.