Yolculukların yürüyerek, atla, eşekle yapıldığı vakitler kibirli, gururlu bir zengin, atı ile yolculuğa çıkmıştı.

Yolda eski püskü, yamalı elbiseli garip birini görüp, haline acıdı.

-“Bu ıssız ormanda yaya olarak yalnız başına nasıl gidiyorsun, kendine bir zarar gelmesinden korkmuyor musun?” diye sordu.

Garip yolcu da:

-“ Başka çarem yok, gideceğim yere gitmem gerekiyor, Rabbime sığınıp gidiyorum.” dedi.

Atlı merhamet edip bu garibi atının terkisine aldı.

Bir müddet yol aldıktan sonra ıssız bir yerde eşkıyalar tarafından etrafları çevrilir. Garip kimsenin üzerinde işe yarar birşey bulamayınca, harâmiler gözlerini  zengin kimseye çevirirler. Bu arada garip kimse, beklenmedik bir yol tutarak, eşkıyaların yanında yer alır.

-“Bu zengin biridir, iyice arayın, bakın üzerinde altın olabilir” der.

Eşkıyalar arayıp bularak atlının altınlarını alırlar. Sonra,

-“ Kaftanı kıymetli kumaştandır. Bunu da alın” der.

Onu da alırlar. Zengin kimse çok üzülür, iyilik yaptığı adamın bu şekilde davranmasına bir mana veremez. Garip kimse, gömleğini, pantalonunu, çoraplarını almalarını teşvik edip aldırdıktan sonra sıra atlının donuna gelir. Aslında eşkiyalar donunu almak niyetinde değillerdir. Fakat adam, ısrarla

-“ Donunu da alın, çünkü, çok kıymetli bir ipekten dokunmuştur! Çok para eder!” der.

Harâmiler donunu da almak için yönelince zengin kimse gerçek manada çaresizliğini, aczini idrak etmişti. “Artık, ne memleketindeki varlığının, ne eşinin, dostunun faydası vardı. Allah’ü teâlâya sığınmaktan başka çaresi yoktu. Şimdi çırıl çıplak kalacak, eşkıyaların karşısında rezil rüsvay olacaktı. Bu haliyle yola nasıl devam edecek, memleketine nasıl girecekti.” Bu haleti ruhiye içinde, zenginliğini, kibrini, gururunu bir tarafa bırakıp, kalbi kırık şekilde Yüce Allah’a sığınıp yardım istedi:

-“Ya Rabbi! halimi, ancak sen biliyorsun. Beni bu zilletten, ancak sen kurtarırsın. Yâ Rabbî! Beni kurtar!” diye dua etti.

Tam bu sırada nal ve silah sesleri duyuldu, başka bir eşkıya gurubu aradıkları rakiplerini buldukları için saldırıya geçmişlerdi. Neye uğradıklarını anlayamayan birinci eşkıya grubu aldıkları eşyaları bıraktıkları gibi, kendilerini müdafaa ve karşı taraftakileri bertaraf etmek için saldırıya geçtiler. İki eşkiya grubu arasındaki kıyasıya çarpışmada çoğu öldü, kalanlar da canlarını zor kurtararak kaçıp gitti.

Zengin ile garip başbaşa kaldı. Zengin kimse eşyalarını toplayıp elbiselerini giydi. Garibi bırakıp yola devam etmek üzere iken, merakını yenemeyip sordu.

—“Yaptığını beğendin mi? Sana iyilik yaptım, atımın terekesine aldım, seni sıkıntıdan kurtardım. Fakat, sen eşkiyalardan yana oldun. Beni soymalarına yardım ettin. Bu insanlığa sığar mı?”

Garip adam şöyle cevap verdi.

-“ Önce seni üzdüğüm için özür dilerim. Hakkını helal et! Şunu da unutma ki, çok defa sıkıntılar zirveye çıkmadıkça ve mazlum kimseler canı gönülden Yüce Allah’a sığınmadıkça, imdâdı ilahi yetişmez. Bu eşkiyalar, eşyaları aldıktan sonra bizi de öldürüp gideceklerdi. Bu hâlden ancak bizi imdâdı ilâhi kurtarabilirdi. Bunun için de samîmi bir şekilde kırık kalple Yüce Allah’a sığınmamız gerekiyordu. Elbiselerini aldıkları zaman, nasıl olsa yenisini alırım, diye üzülmedin. Fakat donuna sıra gelince durum değişecekti... Çaresiz kalıp can-ı gönülden kırk kalple Cenab-ı Hakk’a sığınacağını biliyordum. Bunun için, ben ısrar edip işi bu noktaya getirmek istedim. Neticede istediğim oldu. Çaresizliğin zirveye çıkması ve kırık kalp ile Yüce Allah’a sığınma bir araya gelince, imdâdı ilahi yetişti ve kurtulduk. Anladın mı şimdi? “

Biraz önce kin ve nefretle bakan zenginin çehresi birden değişti, garipten özür diledi. Hiçbir şey olmamış gibi kaldıkları yerden yollarına devam ettiler.

Salihler'den birine: "Sabr-ı Cemil nedir?" Diye sorulduğunda;

"Zorluklarla imtihan olunurken, Kalbinin Elhamdülillah demesidir." dedi.