Dertsizlik kadar büyük bir dert var mı?
En büyük fakirliğin dertsizlik olduğunu bilen var mı?
İnsan bu dünyaya sadece yemek, içmek, eğlenmek için mi gelmiştir. İnsanın insan olmak gibi, İslâmı yüceltmek gibi bir derdinin olmaması ne büyük hüsran ne büyük bir kayıptır!..
Unutmamak lazım ki Allah(cc) kendi dinini ve davasını dert edinen bir kimsenin hem dünya hem ahiret tüm dertlerini satın alır!..
Bakınız Rabbimiz(cc) hayat kitabımız olan Kur'an'ın da bizlere şu müjdeleri veriyor;
“Siz ey imana ermiş olanlar! Eğer Allah[ın dâvâsın]a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve adımlarınızı sağlamlaştırır!" (Muhammed Sur, 47/7)
Kulun gücü bitince Allah’ın yardımı başlar: “Bittim ya Rab!” diyene “Yettim Eykulum!” der.
"...Gözünüzü açın, Allah'ın yardımı daima yakındır!" (Bakara Sur, 2/214)
"... Ama Allah kendi (dâvâsına) destek verenlere elbette yardım edecektir: çünkü Allah aklın almayacağı kadar güçlü ve yücedir!" (Hacc Sur, 22/40)
İnanan kullar olarak bizler dertsizlik diyarına gidebilmek için dertlerle boğuşmamız gerektiğinin bilincinde olmalıyız!..
Bir kimse hem “İnandım!” desin hemde her şeyi boşversin, hiçbir şeyi umursamasın,“Bidaha mı geleceğiz dünyaya?” diyerek değersiz, davasız, duyarsız bir hayat sürsün ha!..
Bir kimse hem “İnandım!” desin hemde sadece inanmakla kurtulacağını, boş beleş bedel ödemeden cennete kavuşacağını sansın!
Bir kimse hem “İnandım!” desin hemde vicdanını diri tutmasın, fıtratına yatırım yapmasın, aklını ruhunu ve tüm benliğini vahiyle formatlamasın, hayat kitabımız Kur'an'ı süslü kılıflarda tozlu raflarda tutsun onu hayata müdahil bir kitap haline getirmesin, insan ile islam arasındaki oluşan duvarları yıkmak engelleri yok etmek için takatinin son nefesine kadar cehdü gayret etmesin, kolayca cennete girivereceğini zannetsin! Mümkün mü?
Bir kimse hem “İnandım!” desin hemde Allah'tan, Resulü'nden ve Mü'minlerden başkasını sırdaş, dost ittihaz edinsin, onları hami tayin etsin! Mümkün mü?
İnanan insan bilir ki hak gelince batıl zail olacak, yok olup gidecektir!.. (İsra Sur, 17/81)
Unutmayalım ki; Hak değişmeyen gerçektir. Batıl ise sahte ve tutarsız olandır. Değişmeyen gerçek geldiğinde sahte ve tutarsız olan er geç yıkılıp gitmek zorundadır!
İnanan insan bilir ki hak ve hakikatin coğrafyası yoktur. Hak ve Hakikat er yada geç ortaya çıkacaktır. Eninde de sonunda da kazanan hep hak ve hakikat olacaktır!..
Bize düşende hak ve hakikatin delisi divanesi olmak, dertlisi olmak, hakikat savunucusu olmak değil midir?
Kısaca; hiç kimse kendini hakikatin yerine koymaya kalkışmamalı, hakikat benim avucumda/tekelimde dememeli, tüm gelişmeleri kendinden menkul görmemelidir.
“İnandım!” diyen her kula düşen hakikatin sahipliğini yapmak değil, hakikate talip olmak, hakikat yolunun yolcusu olmaktır. Kendisini, ideolojisini hakikatin yerine koymadan ama hakikatin yolunda mesafeler alarak!..
Selam ve Dua ile!