3 Aralık Dünya Engelliler Günü çeşitli farkındalıklar yapılacak, kahvaltı ve yemek programları, müzik eğlence faaliyetleri düzenlenecek. Sosyal medyadan mesajlar yayımlanacak. Temennim şudur ki; aileler ve engelliler için 3 Aralık sonrası erişilebilirlik sorunlarının çözüldüğü, eğitimde ve istihdamda engellerin kalktığı, ön yargıların olmadığı bir döneme adım atmış oluruz.
7 yaşımdan bu yana yatılı okullarda eğitimimi tamamladım. 35’ime adım attım, hâlen anne babamdan ayrıyım. Artık kendim aile oldum. Okullarım bana çok şey kattı. Öncelikle öz güven kazandım. Sorunlarla başa çıkmayı bildim. Mücadele azmimi elde ettim. Yatılı okulların içimizi acıtan yönleriyle çok karşılaşsak da bize kazandırdığı avantajlarını inkâr edemeyiz.
Engellilerde kaynaştırma eğitim mi daha iyi, yoksa yatılı engelli okulları mı tartışmasına girmeyeceğim. Geniş anlamda bir çalıştay yapılarak konunun artısı ve eksisi tartışılır. Aileler engelli çocuklarının yanlarında kalmasını istiyor.
Görme engelli çocuk sabah kalkıyor, servisine annesi tarafından bindiriliyor, servisten bir görevli veya ailesinin yardımıyla sınıfına kadar gidiyor. Görme engelli çocuğumuz beyaz bastonunu eline alma şansı yakalayamıyor. Lise dönemi yine servisle okuluna ulaşıyor. Üniversiteyi de yaşadığı şehirde kazanan bireyimiz, tekrar ailesinin koruyucu tutumuyla karşı karşıya geliyor. Bizler yatılı eğitim alırken, görme engelliler okulumuzda, Modelaj dersimiz vardı, resim çalışması yapardık, ilkokul birinci ve ikinci sınıfta Kişisel İdare ve Öz Bakım dersimizde, kendi elbiselerimizi yıkamayı, diş fırçalamayı, öz bakım becerilerimizi öğrenirdik. Öğretmenlerimiz sürekli bizlere romanlar, masallar okurdu. Bastonlarımızla çalışırdık. Altı, yedi ve sekizinci sınıflarda el sanatları derslerinde makrame öğrenir, hamak, nazarlık, gibi faydalı el becerileriyle donanırdık. Beslenme derslerinde kek, pasta yapar, Ev Ekonomisi dersinde dikiş diker, ütü yapmayı öğretirlerdi. Bir müzik aleti öğrenmek için aletli müzik dersi olurdu.
Beni okulumun olduğu Niğde ilinden babam alır, otobüsle memleketim Ereğli’ye dönerdik. Artık sıkılmıştım. Babama memlekete tek gitmek istediğimi söylemiştim. Babam hoş karşıladı. Sömestir tatilinde, okul idaresinden izin aldım. Artık babamın gelmeyeceğini bildirdim. Müdür Bey biraz tereddüt yaşasa da, “Benden büyük ağabeylerim tek gidiyor, ileride anneme babama bir şey olsa ben hep birilerini mi bekleyeceğim?” sorusunu yönelttim. Allah korusun sözleriyle birlikte mini bir kahkaha attılar ve doğru söylediğimi onayladılar. İzni kapmıştım. Ve ilk şehirler arası otobüs yolculuğum sorunsuz geçmişti. Lise yıllarımda İzmir Basmahane Garı’ndan Ereğili’ye giden posta treni ile Akşehir ilçesine seyahat ediyor, Ereğli Akşehir arası mekik dokuyordum. Bir keresinde kompartımanımdaki arkadaşlara Ereğli’ye yaklaşınca istasyonda ineceğimi söylemiştim, fakat yolcular trenin kısa mesafe durduğu yeri istasyon sanıp beni indirmişlerdi. Bende ve beni bekleyen babamda kısa bir panik olsa da, sorarak yardım isteyerek istasyona ulaşabilmiştim. Cep telefonunun olmadığı zamanlardı. Şu anda teknolojinin nimetlerini de kullanıyoruz. Kolaylıklar hayatımızı kuşattığı hâlde bizler endişelerimizle ömrümüzü zorlaştırıyoruz. Engelli çocuğa sahip ailelere bu dönemde daha fazla destek verilmeli ve çocuklarının bağımsız hareketlerini üst sınırlara çıkaracak doğru yöntemler uygulatılmalıdır.
Sizlerle bir kişisel gelişim hikâyesi paylaşmak istiyorum.
Annesi ve babası, her yıl oğulları Martino'yu yazın büyükannesinin yanına gönderirken trende ona eşlik edip bir sonraki gün aynı trenle eve dönerlerdi.
Biraz büyüdüğünde Martino anne ve babasına dedi ki:
-Artık büyüdüm, bu yıl büyükannemin yanına tek başıma gitmeyi denesem, ne dersiniz?
Kısa bir tartışmadan sonra anne ve babası bu konuda fikir birliğine vardılar. İstasyon platformunda ona el sallayıp uğurlarken ve vagonun penceresinden son tembihlerini yaparken Martino aynı şeyleri tekrarlamaya devam etti:
-Evet , biliyorum, biliyorum, yüzlerce kez söylediniz...!
Tren kalkmak üzereydi ki babası:
-Oğlum eğer birdenbire kendini kötü hissedersen ya da korkarsan bu senin için dedi ve oğlunun cebine bir şey koydu.
Ve çocuk artık tek başınaydı, vagonda oturmuş, yanında annesi babası yokken, ilk kez yalnız, pencereden dışarı bakıyordu.
Etrafında yabancı insanlar birbirleriyle itişip kakışıyor, gürültü yapıyor, kompartımana girip çıkıyorlardı, kondüktör yalnız yolculuk yaptığına dair bir yorum yaptı, birisi ona acır gibi baktığında ise çocuk aniden ilk kez kendini rahatsız hissetti ve bu rahatsızlık her bakışla daha da arttı.
Artık korkuyordu. Başını önüne eğdi, koltuğun köşesinde adeta büzüştü ve gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. İşte o anda babasının cebine bir şey koyduğunu hatırladı. Titreyen elleriyle, el yordamıyla o küçük kâğıt parçasını buldu ve açtı.
Kâğıtta şunlar yazılıydı:
-Oğlum, biz son vagondayız.
Engelli çocuğa sahip aileler, bir engelli olarak tavsiyem; çocuklarınızı yalnız bırakmayın, ona güvendiğinizi çocuğunuza hissettirin, yapmak istedikleri konusunda izin verin, son vagonda olun, evladınızı hissettirmeden takip edin.